26 Mart 2008 Çarşamba

HAZIRLIK


Mutfak camının buğusu mu görünmez yapmıştı sokağı böyle? Birkaç gündür diline doladığı şarkıyı söylemeye devam ederek parmak uçlarıyla bir pencere açtı pencerenin içinden. Karanlıktı dışarısı. Uzaklarda yanan sokak lambasının yetersiz ışığında birkaç karaltıydı gördüğü sadece.

On sekizinde olsaydı. Ya da yirmi beş belki . Lakin çok geçti artık hayaller kurmak için yeniden. Geç bir vakitti gönül koymak için bir şeylere. Ya da daha çok erkendi yetişmek için bir yerlere.

Oysa ne çok şey geçmişti yüreğinin dehlizlerinden. Ne çok hayal kurmuştu onu ayakta tutan.

Bir bütünün parçası olma isteği. Kuvvetli egoyu tatmin için kendini geleceğe taşıma güdüsü. Belki de sadece bir iz bırakabilme çabası.

Akşam yemeği için son hazırlıklar da bitmişti nihayet. Haralanın gürelenin orta yerinde bir yerlerdeydi şimdi. Ocağın üzerinde kaynamakta olan çorbadan bir kaşık alıp dilinin yanma ihtimalini nefesinin gücüyle yok etti. Sonra usul usul dudaklarına götürdü soğuk metalin içinde sağa sola yalpalayan sıvıyı.

Tuzu azdı biraz sanki. Bir tutam daha attı.

Neydi tutam? Yeterince... Ne eksik, ne de fazla… Tam kıvamında.

Sonra tencereyi alıp çocuk cıvıltılarıyla şenlenen yemek masasına götürdü.

Geleceği gördü o umutla gülümseyen, neşeli çocuk gözlerinde. Ve neşeyle umutlanan gözlerinin aksini gördü geleceğin bir köşesinde.

İsteği bu muydu? O bunu mu seçmişti? Sevgiyle paylaşılan bir tas çorbayı mı? Bir tas çorbanın buğusunda ısınan canları mı? O canlarda ışıldayan sıcacık yüzlere bakmayı mı?

Yaşanılmakta olan seçilmiş olandı belki de.

Tüm hayallerinin gerçek olduğunu hissetti o an.

Hazırlayan olmayı o tercih etmişti. Hazırlamak umudu, sevgiyi, geleceği, yaşamı… Belki de sadece sofrayı.

O bunu seçmişti evet… Çorbaya katılan bir tutam tuz olmayı değil, o çorbaya tuz atan el olmayı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder