15 Eylül 2008 Pazartesi

ANADOL'UNU SATMAYAN ASABİ BİLGE

Bendenizim demiş ki: “Söyle bana a canım, nedir ev hali içinde nefret edilesi durumlar? Yanıtlayalım efenim; dilimiz döndüğünce, elimiz erdiğince!

Bir hatun kişisi düşünün şimdi! Düşünün ki, kargalar henüz kahvaltı için sıcak ekmek, poğaça, börek tedarik etme derdindeyken uyanır, yavrularını selametle okula uğurlar, koca kişisini işine postalar, evini derler toplar, sonra da kös kös yollara dökülür. Bu esnada karga ailesi çayı yeni demlemiş kahvaltı masasına bile oturmamıştır henüz. Belki baba karga daha eve bile varmamış, pastanededir kim bilir?

Mesaisi bitince ağzı kulaklarında, gidip şöööyle ayaklarını uzatmayı, çayını, kahvesini, soğuk bi’ drinkini, - artık Allah ne verdiyse- alıp eline, yorgunluk atmayı düşleyerek, yeniden, geldiği yoldan evine geri dönmeye başlar hatun. İşin tuhafı; bu anlamsız hayali, istisnasız her akşam, bıkmadan, usanmadan kurmasıdır. Salak mıdır; değildir. Hatta yaşına göre zeki bile sayılabilir. Lakin ‘umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye’dir.

Heyhat! Hayat acımasızdır. Daha kapıdan girerken acı gerçeklerle yüzleşir. Çarşambanın gelişi, daha Pazartesiden belli olmuştur. Hatunun yıllar evvel bir gaflet anında peydahladığı Liselisinin kokuşuk çorapları, portmantonun üzerindeki kramponların içinde pusuya yatmış, hain hain gülümsemektedir. Bu iki adet parça tesirli koku bombasının yaydığı kokudan etkilenmemek için gaz maskesini hemen takar ve onları kulaklarından tuttuğu gibi kirli sepetine kilitlemek suretiyle etkisiz hale getirir. Kirli sepetinin yanında, yöresinde konuşlanmış diğer iğrenç arkadaşlarını da aynı yöntemle içeriye tıkar.

Bu meşakkatli operasyon esnasında, sinirden bütün damarları dışarıya fırlamış, attığı çığlıklar, evin yeşil, huzur dolu duvarlarında yankılanmaktadır. Oysa bu daha başlangıçtır. İlerleyen dakikalarda kendisini sağa-sola, yatak altlarına, ranza tepelerine, salon ortalarına mevzilenmiş birçok düşman askeri beklemektedir.

Yatak odasında yatağın üzerinde zıplanmış, tül, perde ayrı telden çalmakta olduğundan, daha üzerini değiştirmeden burayı hale yola koymalıdır kadın. Bu sırada da bildiği en tumturaklı küfürleri sayıp dökmektedir içinden.

Salonun hali ise vahimdir. Koltukların yaslanma kısmında durması gereken minderler, yerlere ‘sıra sıra inciyiz, güzellikte birinciyiz’ şeklinde sıralanmış, siper vazifesi görmektedir. Masanın örtüsü bir yanda, kendisi bir yandadır. Masa üzerinin süsü olan vazo ise, muhtemelen rehin alınmış, ya da sizlere ömür olduğundan ortalarda görünmemektedir. Belli ki, salonun sonraki hayatını futbol sahası olarak geçirmesine karar verilmiştir. Buranın adam edilmesi sırasında, hatunun bütün cıvataları, somunları bir bir gevşemektedir.

Yavruların odası ise, tam bir harp alanıdır. Düşman askerleri en fazla tahribatı bu mevzide yapmışlardır. Odanın bütün ranzaları işgal edilmiş, kitaplıklarına girilmiş, çekmeceleri yerle bir edilmiştir. Bu görüntüden sonra iyice çıldırmış olan hatunu zapt-ı rap altına almanın mümkünatı kalmamıştır. Bunu anlayan evin veletleri, bulabildikleri kuytulara sinmiş, sessiz sedasız beklemektedirler. Çünkü onlar, olacakları gayet iyi bilmektedirler. Her akşam, rutin tekrarlanan bu sinir krizinin nasıl sonuçlanacağını artık iyice bellemişlerdir. Pencereden fırlatılan, birkaç çamaşır, duruma göre kitap, kağıt veya CD den sonra bu bölge de düşman işgalinden kurtarılmıştır artık.

Evi adam edeyim derken, kendisi zıvanadan çıkmış olan hatun, mutfağı gördüğünde ise, artık tamamen dünyayla ilişiğini kesmiş, doruklarda dolaşmaktadır. Soprano sesiyle, tiz çığlıklar atarak, en güzel aryalarını söyler ve mutfak işini halleder.
Son kalesini de düşmanlardan temizleyen muzaffer kumandan, yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştır artık. Nirvana’ya ulaşmasına ramak kalmıştır. Hatta bir Ferrarisi olsa satacak ve kendini Tibet’in sarp kayalıklı dağlarına vuracaktır. O kadar yani…

Sonrasında neşe içinde, mutlu-mesut sofraya oturulur. Pamuk Prensesle-Yedi Cüceler kadar pıtırcıktır aile bireyleri. Yamuk Prenses önde, iki sıpa arkada şarkılar söylenir hatta. Masaya oturulurken, ilk yapılan eylem, yer kavgasıdır. Evet, evet… Topu topu bir avuç çocuk, koca masayı paylaşamamaktadır. “Çocuuum, oraya oturunca ne oluyo ki? Kuş mu konduruyo?” “Annem, otur işte sen şu tarafa niye böyle yapıyonuz yahu?” Şeklindeki kibar ve de sabırlı yaklaşımların işe yaramadığı durumlarda “Höööyyyyttt” diye celallenen anne, psikopata bağlamak üzere olduğunun sinyallerini, karşı tarafın her daim açık antenlerine gönderince, bu sorun çözülür. Ta ki, bir sonraki akşama kadar...

Hatun sonunda her işini bitirmiş, bilgisıyırın başına geçmeye hazırlanmaktadır. Üzerinde çalışması gereken şeyler vardır. Ama heyhat! O ana kadar, hiç alakaları olmamasına rağmen, annelerinin işi olduğundan mıdır nedir(!) çocukların bilgisıyır aşkı depreşir. “Anneee, ne zaman kalkıyon?” “Ya anne, benim işim var, biraz çabuk olur musun?” şeklindeki baskılara dayanamayan hatun, en kısa zamanda kendisine bir laptap almalıdır. Yoksa bu sinir harbi onu yiyecek ve bitirecektir. Sevgi pıtırcığı çizgisinden kayabilirdir de kaymayabilirdir de…

Efenim, bizim evin halleri böyle işte. Bütün bu badireler atlatılıp yavrular birer yana dağılıp uyku mahmurluğuna bulanınca, bu hatun kişisi, uyurken onları ne kadar çok özlediğini hatırlayıp öper, koklar. Yavrularını mıncırır “anne yapma şunu ya” diyen koca danasının “anne biraz da şurdan mıncıklasana” diyen küçük sıpasının gözlerine bakar ve bir sonraki akşam kendisine yine muhteşem(!) sürprizler hazırlayacaklarını bilerek onları yüreğine sokmak ister. Hatun bu sürprizleri de sevdiğini fark eder ve bir sonraki savaşa kadar mutlu bir şekilde yaşaaar, gideeer…
  • Ben de pası gecenin bu saatinde mışıl mışıl uyumakta olan meleklerin annesine, gülücüklerim benime ve mehtapa atıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder