4 Kasım 2008 Salı

İNSAN SARRAFIYIM BEN...


Bir bakışta insanları şıp diye anlayıveren şahsiyetlere hayranımdır. Örneğin annem… Şöyle bir dudağını büküp, yan bakışını atar ve analizi tamamlayıverir on saniye içinde. “Yaramaz kızım bu kişi” ya da “ hıh işte bu iyi bir yavrudur” şeklinde yorumunu da yapıp imzayı koyar.

İşin ilginci, hiç şaşmaz. Milim sapmaz. Yahu bi insan evladı, bir anne kişisi hiç mi yanılmaz? Bazen bu hatunun, beynine çipler yerleştirilmiş, “haydi tifidus 37, seni insan ırkını incelemek için dünyaya gönderiyoruz biiip… adın da bundan kelli N.Sultan olsun biiip” şeklinde aramıza sokulmuş, uzaylı bir casus olduğundan şüphelenmiyor da değilim.

Böyle şahıslara, eğer uzaylı falan değillerse, halk arasında biz ‘insan sarrafı’ diyoruz. Hani altının kıymetini sarraftan başkası anlamaz ya. Çamurun içinde bile olsa anlar sarraf, bilir. Bilir ki o değerinden bir şey kaybetmemiştir. Eğilir, alır oradan. Biz hijyenik sebeplerden dokunmayız bile. Keza, bi b.ka yaramaz madeni de şıp diye, bir göz darbesiyle çözüverir sarraf.

Benim insanları tanıma ve kişilik analizi konusundaki başarısızlığım ise, tamamen salaklık abidesi, aşk böcüğü, sevgi kelebeği kişiliğimden kaynaklanıyor diye düşünülse de sevgili anneciğim o değerli genlerinden bir lokma tattırmış olsa, yaşadığım hayal kırıklıklarının da, kalp kırıklıklarının da çoğunu yaşamamış olurdum kanımca. Haydi maviş gözlerini vermedin ses etmedik. Bari bu konuda azıcık sürülseydim sana.

Daha net anlamanızı sağlamak babında bir örnekle açıklayayım efenim:

Bir gün canım yurdumun doğu illerinden birinde, bir arkadaş ziyaretindeyiz. Nisan ayı olmasına rağmen bazı yerlerde hala karlar erimemiş ve alabildiğine soğuk. Biz İstanbul bebeleri de kısa kollularla, buza kesmiş içimizi ısıtmak niyetiyle bir yerde oturmuş çay içiyoruz.

Masamıza, arkadaşımızın tanıdığı olduğunu tahmin ettiğimiz, gençten, efendiden, boynu sağa doğru bükülmüş bir canım yurdum insanı geldi. “Abi nassınız, yenge selamün aleyküm” diye geldi oturdu. İki sohbet ettik. Adamın gözleri yerden kalkmıyor. Bir kibar, bir saygılı. Yarım saatten fazla masamızda kaldı, sonra kalkıp gitti. Ardından bizim arkadaşla aramızda şu sarsıcı diyalog geçti:

Saf İncegül: Ay aman ya, ne kadar da mazlum bi’ adam. Çok üzülüyorum ben böyle insanlara.
Uyanık işletmeci arkadaş: Hııı dimi İncegül? Sen şimdi bi’ de yazıııık çekersin tam olur.
Saf İncegül: He yaaa… Yazııık. Ya nasıl da boynu eğikti öyle. Tıpkı Mahsum Morgül…
Uyanık ve de gıcık arkadaş: Yaaaa… ben de çok üzülüyorum bu çocuğa! Gerçekten Mahsum gibidir. Hepimiiiiz kardeşiiiiiz…
Saf İncegül: (Azıcık uyanmış mıdır nedir) Ya niye sesinde müstehzi bir ton, yüzünde iğrenç bir gülümseme seziyorum? Nesi var adamın? Gayet efendi, saygılı, mazlum, kendi halinde bir genç işte. Biraz zeka eksikliği olduğunun farkındayız herhalde biz de. O kadar da saf değiliz heralde… Hallaaa hallaaaaa…
Uyanık ve de son darbeyi indirici arkadaş: Kızım ne mahsunu, ne mazlumu? Bu dallamanın dört tane leşi var. Bir çırpıda hepsini katletmiş manyak. Ne olduysa artık, çıkardılar bunu sonra. Herif kafadandır diye ses de çıkaramıyoruz. He deyip geçiyoruz işte.
Salaklar kraliçesi İncegül: Höööööö? Zannımca ben onun içindeki iyi yönü gördüm bi kere. Kim bilir ne olmuştur da olmuştur işte. (Kurtarıcam ya karizmayı) Ben herifin içindeki çocuğu şettirdim taam mı? Sen ne diyon beeee”

Buna benzemez ne yanılsamalarım olmuştur insan ırkıyla ilgili. Yine de ilk etapta ‘iyi’ diye bakmak, böyle inanmak işime geliyor sanırım. İnsanlardan umudu kesmemek için böyle yapmaya devam etmeli miyim, yoksa artık gerçekleri kabul mü etmeliyim, bundan da çok emin değilim.

Şimdi durduk yere niye yazdın bunları mı dediniz? Vardır elbet bir sebebiiiii….

Haydin selametle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder