20 Ağustos 2009 Perşembe

YÜZELİM AÇILALIM...


İstanbul gibi cosmopolit şehirlerin nabzı yaz geldi miydi plajlarda atar sayın okuyan. Her türden insanı bir arada görme imkanı bulabileceğiniz yegane mekanlardır buralar. Hele halk plajları…

Araştırmacı, soruşturmacı kişiliğim yine rahat durmadı ve sizler için biiçlerin ve dahi şehrin nabzını tuttu. İşte İncegül kişisi ve tam techizatlı kameramanı günlükün halk plajı güncesi ve plaj insanlarıyla ilgili izlenimleri. De haydi buyurun hep birlikte bir alt paragrafa inelim.

Öncelikle inceleyeceğimiz tür Hanzogiller olup, bu tür hem piknik, hem yüzme aktivitelerini bir güne sığdırmak niyetiyle burada bulunmaktadır. Hanzogiller hazırlıklara bir gün öncesinden başlar. Kekti, börekti, geçen kandilde alınıp bitirilemeyen simitlerdi… Hepsi bir çantaya doldurulur. Bu türün biraz daha becerikli dişileri, sarma, içli köfte; hatta va hatta gözleme yapmak suretiyle işi abartmakla birlikte, diğer plaj sakinleri tarafından gıpta va hayranlıkla izlenirler. Hatta bazı hemcinslerinin, “Gız hatça gözün körolmaya. Bi guru köftenyen ağşam ettirecen bize. Bah Ayşagil neler hazırlamış.” şeklinde, erkekleri tarafından feci şekilde rencide edilmesine neden olurlar.

Oldukça iştahlı olan bu türün vazgeçilmez besin kaynaklarından biri de karpuzdur ki; kendisinin o güneşin altında pörsümesini önlemek adına türlü yollar geliştirilmiştir. Bunların başında “Garpuzu suya gomak…” diye adlandırılan yöntem gelir. Kimi zaman bir dalga tarafından açıklara taşınma riski taşısa da bu yöntem daha uzun yıllar kullanılacak gibi görünmektedir.

Genelde plajın denize uzak bölgelerinde yuva yapan Hanzogillerin dişileri suya elbiseyle girerken, erkek Hanzo, beyaz donuyla ortalıkta salınmayı tercih eder. Bol kıllı ve göbek kısmı oldukça yağlı olan vücut yapısı yüzmeye çok elverişli olmayan erkek Hanzo, derin sularda şamrel diye adlandırılan bir çeşit alet kullanarak bu açığı kapatır.

Hanzogiller üreme konusunda oldukça aktif olup hemen hemen her yıl yaz aylarında yavrulamak suretiyle yaşamlarını devam ettirirler. Erkek Hanzo dişisine, omzuna sümsük atmak, dürtmek, çimdirmek diye adlandırılan hareketlerle kur yaparken; diğer türlerin dişilerine de görüş mesafesi oldukça iyi olan gözlerini dikmekten kaçınmaz. Ekonomik sebeplerle tek eşliliği tercih etseler de akıllarının ve uçkurlarının bir yanı hep başka çöplüklerdedir.

Hava kararmadan kuytudaki yuvalarına sığınmak üzere kalktıklarında, arkalarında karpuz kabukları, yiyecek artıkları, gazete kâğıtları, pet şişeler, çocuk bezi ve bilumum pislik bırakan Hanzogiller, güneşten kavrulmuş vücutlarına yoğurt sürüp rahatladıktan sonra huzur içinde uykuya dalar.

Bahsedeceğimiz bir başka tür ise Kokoncanyuslardır. Bunlar pullu, taşlı bikini ve veya mayolarıyla, kocaman sallantılı küpeleriyle, kuaförden yeni çıkmış saçlarıyla, yüzünde halakızının düğününe gidecekmiş ağırlığında makyajıyla, diğer türlerden hemen ayırt edilebilirler.

Bu türün temsilcileri bundan birkaç yıl öncesine kadar bütün bir yazı doğal ortamları olan Bodrum, Marmaris, Çeşme gibi trend mekanlardaki biiçlerde malak gibi güneşlenerek, dans ederek geçirirlerdi. Ancak koloni içindeki etkileşim sürecinde, önce İstanbul’un sosyetik biiçlerinde, daha sonra da halk plajlarında boy göstermeye başladılar. Magazin programlarının da tetiklemesiyle çok hızlı üredikleri ve soyları asla tükenme tehlikesi altında olmadığı için avlanmaları serbesttir. Lakin av olmaktan ziyade avcı olmayı tercih eden Kokoncanyuslar, plaja yalnız gelir ve çiftleşmek için bir eş bulmadan asla ayrılmazlar.

Evet sayın okuyan… Bol yağlı ve kalori oranı oldukça yüksek olan Suanaları, kapkara tenleriyle bütün ömrünü plajda geçiriyor izlenimi veren Kurtaranmarsıklar, slip mayolarıyla nostalji rüzgarları estiren Kıromsuncanımsınlar, denizin tuz oranını yeterli görmeyip hacetini içine gidermek suretiyle katkıda bulunan Çişimitutamayomnebokyiyemgiller, heyvansever kişilikleriyle göz dolduran Köpeemiçimdirmeyegeldimilişmeyenuslar, Kumdibindeunelertımbıltımbılmemeler ve daha neler neler…

Bize ayrılan sürenin yine dibini bulduk, bizden şimdilik bu kadar efenim. Bir başka programda buluşmak, gülüşmek, ya da ağlaşmak üzere, günlük ve ben birbirimize yoğurt sürerken, bir yandan da size mutlu günler, umutlu yarınlar dileriz. Bu fedakarlığımızı da unutmayın gari…

Haydin kalın sağlıcakla…

5 Ağustos 2009 Çarşamba

DİKKAT ON YEDİ


Ay oğlum, ağlamak istiyorum. Çok duygulandım, çok. Bak gözlerim nasıl da nemli nemli. Evi toplamışsın. Antrenman formaların kapı önünde değil kirli sepetinde, sonra koltuk minderleri yerlere dizilip üzerinden kamyon geçmiş gibi ezilip büzülmemiş, ne bileyim işte kostümlerin ranzaların üzerine idam edilmemiş, mutfak tezgahına üç takım bardak dizilmemiş. En önemlisi; ben söylemeden çöp dışarıya çıkartılmış. Bu gün tarihi bir gün, not etmeliyim bunu bir kenara. Allah’ım, bu günü de gördüm ya; gayrı ölsem de gam yemem.

Anne var ya, nankörsünüz siz he… Her gün arkanızı ben topluyorum, temizlik yapıyorum, çocuğunuza bakıyorum, futbolcu olup geleceğinizi garanti altına alayım diye günde kaç saat antrenman yapıyorum, bu şartlar altında bir de iyi karne getiriyorum, yine de yaranamıyorum he.

Hööö?

N’oldu anne?

Dumur oldum…

Olma…

Oldum bile…
_______________________________________________

Anne, ‘Küçük Kadınlar’ diye bi’ dizi varmış biliyo musun?

Var galiba oğlum. Ne bileyim ben. Dizi mi seyrediyorum?

Varmış varmış… Bizim çocuklar hep seyrediyolarmış. Bana da söylüyolar, sen seyretmiyo musun, bak mutlaka seyret, çok güzel diye.

Eeee, seyret o zaman!

Şimdi küçükler ya bu kadınlar…
Eeee?

Büyüsünler öyle seyredicem.

Ehi ehi ehi… İlahi çocuk…

Komik mi?

Hııı…

Bence değil…

Kütsün.

Kütüm.

Olsun ben seni bu halinle seviyorum.

Sırnaşma anne…

_____________________________________

Anne yaaa… abime bi’şey söyle ya… Babamla sen git yarışmaya katıl diyoo.

E ne var ki bunda. Gidersin oğlum işte ne güzel. Hem yeşil alan, çuval yarışı filan da varmış.

Anneeee… bu yarışma BABA-KIZ yarışması yaaa…

Ya oğlum ısrarla bu çocukla uğraşıyorsun. Kızdırmasana kardeşini. Bak sen ağabeysin, kocaman adam oldun, delikanlı oldun, oysa senin tam yarı yaşında. Dikkat edersen, artık kendimi paralamanın anlamsızlığını fark ettim ve sakin sakin anlatıyorum, hem de binlerce kere, ama olmuyor. Öyle diyorum olmuyor, böyle söylüyorum olmuyor… dır dır dır… vır vır vır…

Annee… bi susmayı denesen, belki olur.

Olur mu dersin?

Olur olur…

Bence olmaz…

Bence de…

İyi… Ne haliniz varsa görün o zaman.
________________________________

Bak benimle dans etmezsen gebertirim seni. (Önce sert yapılıp, gözü korkutulmaya çalışılır)

Anneee, böyle tehditlere pabuç bırakmam bilirsin.

Hadi be oğlum, bak kaç yaşına geldin, daha bi’ kere bile dans etmedik seninle. (Sökmeyince, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır yöntemine geçilir.)
Ya anne. Bunlar bize ters hareketler. Öyle dans, mans. Layt mıyım ben ya?

Ya Memuzin, bi’şey söyle şuna ya. Bu düğünde dans etsin benimle. (Araya hatırlı tanıdıklar sokulur)

Dans edilecek anneyle. Höööyyt… (Dayı mafyaya bağlamıştır)

Yengesiyle de etsiiiin. (Yüz bulunmuş astarı istenmektedir)

Yengeyle de edilecek. Höyyyyt… (Dayı coşmuştur)

Ya dayı yaaa… Olmaz ki ama… (Fısıltıyla) Anne bak hayatta etmem, haberin olsun. Hiç dayıma güvenme.

Cep telefonun gitti ya… Üzme beni, en güzelinden alayım. (İllegal yollara sapılır. Rüşvet en geçerli akçedir)

Dört çekirdekli leptop isterim. (Ohaaa… ulen bu kadar rüşvete Bretle dans ederim ben be.)

Aşk olsun oğlum, uçma istersen.

Tamam tamam bi Ayfona olur. Yengemle etmem ama. (Bir de pazarlık yapıyor sıpa)

Beş dakika benimle, beş dakika yengenle dans et, Ayfonun en kısa sürede cebinde. (Salak kadın, bi’ de en kısa sürede demez mi?)

Söz ama bak tamam mı? ( Uyanık sıpa bilir ki; yapamayacağım şey için asla söz vermem, söz verdiğim şeyi de muhakkak yaparım.)

(Sonunda danslar edilir, saftronik anne muradına erer.)

Anne ayfonumu istiyorum bak. Söz verdin, unutma. Yalnız küçük bir ayrıntıyı atlamışız annecim.

(Teknolocik gelişmelerden bihaber , piyasa araştırması sıfırın altında olan anne saf saf sorar) Neyi atlamışız canımın içi.

Fiyatı 1000 dolarcık cık cık cık cık…

Ooohaa…

Çok ayıp anne…

Demiyim mi?

Deme…

Peki… Yuh diyim o zaman.

Tamam onu de…

________________________________

Şimdi sen On Yedi oldun diye, öyle istediğin saatte eve girip çıkacağını, istediğin yere gideceğini, istediğini yapacağını sanıyorsan yanılıyorsun şekerim. Hem burası Türkiye ve ben de klasik bir Türk annesiyim. On Sekizinde de hiçbir şey değişmeyecek ki…

O zaman ben de seneye doğum günümde evlenirim. Hem düğüne de gerek olmaz, ikisi bir arada, evlen ve çık.

Bu sefer oha diyecem, çıkarı yok.

De… Bunca yıl besledin büyüttün, o kadarına hakkın var. Heheheheee…

Sıpasın işte…

O benim işte…


Günün Dip Sosu: Daha dündü, hatırlıyorum. Beyaz boyalı, dar bir hastane koridorunda vermişlerdi kucağıma. Öylesine küçüktü ki, tutmalara korktum önce. Şaşırdım, kaldım.Yüzüne baktığımda, yabancı bir duygu gelip yerleşiverdi yüreğimin tam ortasına. Boğazıma koca bir yumru oturdu kaldı. Kirpiklerimin ucundan analık denen o acı ama doyumsuz su akıverdi onun kara gözlerinin bebeğine.

Bir vakit tombik, pamuk ayaklarını ısırdığım bebek, şimdi Kırk Üç numara ayakkabı giyiyor.Minicikti bir zaman, artık camış kadar oldu.Boyu boyumu aşalı hayli zaman var. Lakin, salına salına geçti mi önüm sıra, şöyle baktı mıydı o kara gözleriyle yüzüme, içimden bir şeyler akıyor hala ılık ılık. “Aşk” diyeceğim ama az gelecek, hafif kalacak biliyorum. Ben bu On Yedilik çıtırı çok seviyorum yahu.