22 Şubat 2011 Salı

açık çekmece

"Ulan Ankara, ben senin oğlun değil miyim,
Kasketimin altında tepeden tırnağa bozkır,
Gönlümde ıslık ıslık bir türkü çağırır..."  Attila İlhan

"Düzenli, uygar, tarih dolu bir kenttir Ankara... Her semti ayrı bir kişilik taşır. Ünlü şairler, yazarlar bu kentte yaşamış, sorunlarını, düşüncelerini, duygularını paylaşmışlar. Aydınlar, bilimadamları, devlet adamları yetişmiştir. Ve bu kent, hem Millet Meclisi'nin hem Cumhuriyet'in kurulmasına kucak açmıştır." diyor Selim Esen gri şehrimi anlattığı kitabında.

Bir şehir ancak böyle anlatılabilir. Yaşanmışlığın imzası, belki de yazarın her kelimesi. Çevirdiğiniz her sayfada başka bir sokağa girip nefesleniyorsunuz. Yaşamın sessiz tanığı olan bir şehrin hikayesini okuyorsunuz. Bazen bir casusluk macerasının içinde heyecanlanarak, bazen o günlerin siyasi havası içinde memleketten insan manzaralarını seyrederek, bazen de küçük bir çocuk olup bugün sadece oyuncak müzelerinde görebileceğimiz tenekeden arabayı imgeleyerek sayfaları çeviriyorsunuz.

Selim Esen, kitabında sadece anılarını anlatmıyor. Kurgu ya da gerçek "bir dönemi ben yaşadım" diyor. Sizin de "bunları ben yaşadım" demeye cesaretin varsa, bu kitabı okuyum. Ve kendi kaderinizi yazın.



Şimdi... Neşet Ertaş çalınıyor kulağıma.

Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Bozkırın dikeni bu adam. Kenger gibi dağlıyor sesi ciğerlerimi. Gözlerim gelincik arıyor... Ve hiç bir zaman cevabını alamayacağım o soruyu soruyorum kendime...  "Büyüyünce gelin olur mu gelincik?"

Bazı bazı başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Bulutlara bakarak saatin kaç olduğunu anlamaya çalışıyorum. Dudaklarımda kaybolmasını istemediğim ince bir gülümseme. Elim uzanıyor çekmeceye, bir sayfa daha açıyorum.

Ve başlıyor 32. Bölüm: Ankara, şiirin başkenti... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder