28 Ekim 2013 Pazartesi

İçimizden Biri Stella Namet Abulafya -- Röportaj: Ebru Tontaş

Stella için nasıl bir önsöz yazılır bilemiyorum. Yanında kendinizi rahat hissettiren ruhu güzel, kendi güzel çok özel bir insan için ne söylenebilir!

Seni bize getiren sevdiğine ''Alp'e'' teşekkürlerimizle...



1)    Stellacım, hep böylemiydin? Seni uzak tanıyan herkesin birleştiği nokta çok güzel bir enerjin olduğu… Sırrın nedir?

Hayat cok keyifle sürüyordu ta ki Ağustos sıcağında herşey degişip bizi, ruhumuzu, ailemizi, sevdiklerimizi dansa zorlayınca.
Zor günlerdi...Di diyorum çünkü 5 koca seneyi devirdik. Hala hatırlayınca gözyaşlarım akar ama artık huzurla akıyorlar öfke yerine. Ben hep böyle enerjik bir tip oldum. Karakterim bu, bir koltukta bi dolu karpuz.

1.sınıf öğretmenim ilk karneme 'yüzündeki gülümseme hiç eksik olmasın' diye yazmıştı.Anlayacaginiz hep gulumseyen oldum. Ancak dansla birlikte hersey degisti.

Eskisinden daha enerjik, daha cok gülümseyen bir anne ve ese dönüştüm. Bugun O aramizda yok ama bana biraktigi pembe gozluklu hayati yuklendim, icine mantikla, yuregimdeki ana sevgisini ekledim, babamin anamin kardesimin dostlarimin elini tuttum diye enerjim boyle. Yani sebebi sizlersiniz!

2)    Pencere konusu yasanmıslıklar ve zor anlarda sevginin gücü olan bir kurgu roman. Biraz anlatirmisin neden yazdin bu kitabi?  Nasıl actin bu pencereyi?

PENCERE 2005te basladi, sagi solu bambaskaydi, intihar edecekti ana karakter. İstediklerine ulaşmamış olmanın hazin öyküsüydü benim tasarladığım. Bolca dram olacaktı içinde.

2006 dans basladi, satirlar bir o yana bir bu yana savruldu, karakterim Asli intihardan vazgecti ustune bir güzel tutunuverdi hayata hemde 4 elle. 2008e kadar sureci anlattim kurgu haliyle ama cok yasanmisliklarla doldurdum icini.

Her kemoterapi seansı, her tomografi, her sevisme, her elele yurudügumuz ani, her yagmur damlasini, her kalp carpıntısını yazdim. Herkesin hayatı kendine zor buna yazdım. Benimki zorken başkaları nasıla baktım. 

Sonra onun dansı bitti müzik yavaşladı, bizler kendi dansımızla başbaşa kaldık. Önce yavaş salındık, sonra daha sert hareketler ama şimdilerde tatlı bir swing yapmaktayız.

Hem etrafımızın farkındalığıyla, hemde sizlere destek olmak adına dansa devam yani.

3)    Ben bu ismi ilk duydugumda bayıldım. Hepimizin acmak istedigi ya da istemedigi pencereler var hayatta. Kendi pencerenden bakabilmek nasıl bir sürec?

Kitap adını bulması için farklı yollara dalıp çıktım. Oda numarasından başlayan, onun adına varana kadar çok farklı fikirler vardı yazmaya başladığımda ama sonra PENCERE en doğru karar oldu.

Kendi içime, başka pencerelere ve hepsinden önemlisi hayatın penceresine dalmayı hedefledim. MR çekilen oda da oluştu fikir. Karşı pencereyi görüyordum hep. Kıskanıyordum onun şimdi ne rahat hayatı vardır diye.

Hep öyle düşünüp kurbanı oynarız ya bende aynen öyle yaptım ta ki karşı pencereninde ne gamları ve hüzünleri olduğunu duyana kadar. Bir oda dolusu kemoterapi hastası, herkes onlara acırken ben hemşirelere bize bakan doktorlara acımaya başladım. Ne motivasyonsuz hayattı onların ki.

Ne zor meslekti ki gün boyu maskeleri var yemiyormuş gibi evlerinde de devam ediyorlardı takmaya.
Farkındalık yükselince ben bugünkü bene dönüştüm. Penceremden bakıyorum içime bolca, azıcık gözyaşı bolca şükürle yürüyorum.

4)    Bize ilk yazdigin emaillerden birinde beni cok etkileyen  hasta yakını olmayı cok iyi tanimlayan bir ifade kullanmıstın “Hasta ile hasta yakini arasindaki tek fark ilaci alma halinden ötesi olmadigi 
dusuncesindeyim bilmem katilirmisiniz” diye. Yasayanlar cok iyi biliyor, bu surecte nasıl destek aldınız anlatırmısın.

Eşim hiç destek almadı. O olayı kendi savunma yöntemleriyle yok saydı. Yük bana, çocuklara ve aileye kaldı. O hayatı dibine kadar yaşadı, 30-60 günlük serüveni 27 ay gibi kaliteli bir zamana çevirdi.

Tek savunması ise “ PEMBE GÖZLÜK”lerdi. Yani hayat ne derece acımasız olsa da gülmeye, yaşamaya devam. Bunu yapmak kolay değildi tabii ki hemde bir aile babası olarak ama burada eşin desteği, sevgisi, direnci,ailenin bağlılığı ve tekrar edeceğim sevgisi tek ve tek gerçek ilaç.
Sevgi oldukça üstesinden gelinemeyecek birşey yok sonuç acı olsa dahi. Unutmayalım acı kurtulma duygusunu arttırırmış Yani acıdıkça daha çok kurtulmak istedi.

Benim desteğim ise konusunda başarılı bir psikoloğa gitmek oldu. Özel sektörden annesini bu hastalağı vermiş, master bitirme tezi meme kanserli hastaların psikolojik destek alırlarsa daha kaliteli yaşayacakları olan bir pozitif mantık bombasıydı.

Onunla 18 ay civarı çalıştım. Sürecin ortasında başlayıp, süreçten sonrada ayakta kalma döneminde devam ettim.

Sürecin son dönemlerinde bekleme odasaı sendromu denilen bir panik atakla karşı karşıya kalınca hafif bir antidepresanı hayatıma ekledim. Dans yavaşlayınca bir sure daha kullanıp 10 ay sonra işe başlayınca  bırakıp kendi başıma yola devam ettim. Bu süreçte bana tek iyi gelen şey ise kayıtsız şartsız günlük tutmak ve Pencere’yi yazmak oldu.

Içim dışıma çıktı ve bitti. Çocuklar ise teşhis konulduğu an itibariyle pedagogla tanıştılar. Bu süreci onlarla hep gerçekleri paylaşarak geçirdik. Onların anlayabileceği dilden ama hep gerçekleri aktardık. Asla yalana baş vurmadık ve saklanmadık.
Ağlarken gördüler, saçsız bir babayı sevdiler, dahası inanılmaz kaliteli zaman geçirdik diyebilirim.

5)    Kitabın umut dolu, “hayat bu, zaman gelir her şey bir anda son olur. hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.” diyor.  Nasil ayakta ve yesil tuttun umut ısıgını, sana, size ne guc verdi?

Biz baştan bu dansın sonucunun pekte olumlu olmayacağının bilincindeydik 4.evre bir Akciğer CA yaş 40. Her hücre o kadar hızla yenilenrken bizim onunla kuralsız dansımız 27ay sürdü. Yaşarken odaklandığımız tek şey kaliteli zamandı. Daha çok yemek yedik, sarıldık, öpüştük. Daha çok vakit geçirdik. Bazen ağladık ama çokça güldük. Komedi filmleri alıp sabahlara kadar seyrettik çok iyi geldi. Altımıza çiş bile kaçırıp koltuğu sildik. Umut hep vardı ama uzaktaki bir ışıktı. Eşim o ışığı hep canlı tutu bense sadece iz düşümüyle yaşadım o süreci. İz düşüm can acıtırken bir taraftan beni kaçınılmaz sona hazırladı. Mantık, sevgi, aile benim en büyük destekçilerimdi.Dostalrımız harbi çıktı. Seçerken bilmek gerek kimle dans edeceğini. İyi gün kötü gün gerçek oldu. Gurur duyduk kendimizle onlarla. Hala hayatımdalar eksiksiz ve sımsıkı.

Aile çok önemli, kayıtsız şartsız yanımızdaydılar. Birlikte güldük, birlikte ağladık. Hiç acıtmadık.

O toprakla bütünleşince tek umudum çocuklar oldu ama hayatımı kararatıp onlara odaklanmak bana gore değildi. Hem sevip hem de mesafe koydum. Hem destekleyip hemde zorla başa çıkmaları için onları tek başlarına bıraktım. Hepsinden önemlisi sevgimizi artırdık ve 3 kişide güzel bir aile olduk. Yola devam ediyoruz umutla sıcacık…

6)    Tedavi surecinde ne gibi zorluklar yasadiniz? Neler yapılabilir hem bireysel hem toplumsal anlamda destek icin? 

Tedavinin an zor kısmı kısıtlı ilaç desteği. O sıradışı bir hasta olduğundan bilinen ilaçlardan pek fazla feyz alamadı ne yazık ki. Diğer ilaçlar ise hep yurtdışındaydı  devlet desteksiz. Sigortasız, varımız yoğumuz bu yolda helak oldu ama hiç ağlamadık cana geleceğine mala gelsin ilk defa gerçek anlamıyla karşımıza çıktı. Yapılması gereken en önemli şey grup terapileri. Insanlar yalnız olmadıklarını görmeliler. 

Bu yüzden 18.000den fazla takipçiniz var ve eminim daha çok artacağız. Iş yapar olmak çok önemli, hayat işleyince devam eder, hasta sendromuna girip eve kapanmak yıkıcı bir sürecin içine taşır kişiyi o sebepten işi olmayanlara iş bulmak şart. Benim hayalim kütüphane, manikür, kuaför ve restorant bir olduğu bir complex…kimbilir belki sizlerle buna sahip olur gönüllü olarak görev alırım.

7)    Alp’i anlatirken bu hastalıgın onu almasina hic izin vermedi demistin. Nasil kızmadan sizinle sevgiyle verdi bu mucadeleyi?

Alp kitapta Can çünkü o herkesin cancağızı oldu bu süreçte. Onu hastalığın almasına hiç müsade vermedi. Dükkanlarda pazarlık yapan biriydi bazen alır bazen alamazdı, saçları dökülünce, kanser olma halinden rant sağlayıp “ hadi abi ama belli mi ne kadar ömrüm var” diyecek kadar dalga geçti. İçinden korkuyordu eminim ama bir gün bile gözleri korkuyla bakmadı. Bize de korku yaşatmadı. Bazen öylesine yok sayardı ki beni çıldırtırdı o kadar.

Sevgiyle verdiği mücadelenin başında sanırım bizi incitmemek ve bize daha zor bir hayat yaşatmamak vardı. Pek konuşmadığında onu ancak özsezilerimle farkettim diyebilirim. Kaliteli hayat yaşaması, genç beden ve içindeki savaşma isteği öylesine güçlüydü ki yaşamla dalga geçebilmesi bundandı bence.

8)    Kanserle Dans okuyuculari icin ne eklemek istersin…

Kurban olmasınlar, yalnız değiller. 3 kişiden biri böyle. Sarılsınlar hayata, ölüme değil hayatın güzelliklerine odaklansınlar. Kalp krizinden ölüm oranı kanserden fazla, trafik kazalarıysa neredeyse bin katı kanserin. Bu durumda tetkikleri doğru yaşlarda yapıp, hissetiklerimizi aman sendeye getirmeyip dikkate alsınlar. Onları görmezden geldiğimizde sonuç daha iyi olmayacak… hayatı sevip yaşanılır kılsınlar şartlar ne olursa olsun beterin beterinin beteri daima var bilsinler…


sevgiden başka hiçbirşey dilemesinler ve hergüne şükür etsinler tıpkı benim yaşam felsefem gibi 99lara değil 1e odaklanmak lazım…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder