Havanın güzel olduğunu balkonlara çamaşır asıldığında anlıyorum. Ne çok çamaşır yıkanmış bugün. Kim giyinmiş bunları, ne zaman, nerede, nasıl kirletmiş. Sonra kim yıkamış ve asmış? Gözlerimde eteklerin, pantolonların hatta iç çamaşırlarının beraber ve solo geçişleri. Çamaşırlara bakarak bir insan hakkında ne çok şey öğrenilebilir diye düşünüyorum. Mesela bu mahallenin erkekleri mavi gömlek seviyor. Her ipte bir gömlek, her evde renk ahenk bir mavi. Sanki elimi uzatsam, daldan elma koparırmış gibi yakalayıvereceğim birini…
Soluklu hayatı, soluksuz sevişmelerle yaşıyorlardı bir süredir. Düşünmüyorlardı mutlu muyuz diye? Böyle yaşamak güzeldi hem kendileri hem de başkaları için… Onların yaşantısı başkalarının dudaklarında gülücük, hayal hatta kalp çarpıntısıydı. Bazen de kıskançlık. Birbiri ardına apartmana girdiklerinde perde arkasından onları izleyip iç geçiren, dedikodu eden komşu kadınların ya da gevrek gevrek gülen kapıcının hiç farkında değillerdi. Öylesine kendilerine dönük yaşıyorlardı ki! Tıpkı bir vazo ve içindeki çiçek gibi… Ev onları birleştiren su gibiydi. Dışarıda ne olup bittiğinin bir önemi yoktu. Vazo ve çiçek birbirine doyup, su artık onları canlı tutamadığında bir sonraki kavuşma anını beklemeye koyuluyorlardı. Bundan da şikâyetçi değillerdi. Birlikte olmak istediklerinde bu küçük eve geliyorlardı. Kim olduklarını unutuyorlardı. Sözler yoktu aralarında, tutulmadık yeminler. Küfesi sorumluk olan, beklentilerle boğulmuş ilişkileri taşımaktan yorulmuşlardı. Sadece sevişiyorlardı. İşte böyle bir gecenin sabahında yanında uyuyan adamı izliyordu Meltem. Ne kadar da savunmasız görünüyordu uyurken... Ne kadar kendisiydi... Çıplaklığı bu yüzden seviyordu. Uyurken adamı izlemek keyifliydi. Aklından aşk konulu türlü şeyler geçerken aceleyle çıkartılmış, yakası kolu bir yerde olan gömleğe takıldı gözü. Adamın yumuşak hatları ile gömleğim tortop olmuş halindeki tezatlığa baktı. Uzandı, adamı uyandırmamaya özen göstererek aldı gömleği. Oturdu yatağın içinde. Kokladı gömleği, kollarını düzeltti ve giyindi. Birkaç düğmesini ilikledikten sonra yataktan kalktı. Pencereden esen rüzgâr gibi geldi onun kalkışı. Burnunu kaşıdı adam ve uyumaya devam etti. Mavi gömlek üzerinde, evi gezdi Meltem. Ev daha başka göründü gözüne. Perdeler dikmek gerek dedi, şuraya küçük bir halı, hatta mutfağa iki kişilik bir masa… “Ev mi kuruyorum?” diye düşündü, irkildi. Üşüdü. Sarılıp, sarmalanmak istedi. Önünde durduğu aynadaki aksine baktı. “Bu gömlek senin değil” dedi ayna ona. “Dibine vurduğunu sandığım yalnızlığımdan böyle kurtulamazsın.” İçi titredi. Başını önüne eğdi, düğmeleri çözmeye koyuldu. “Hayal yok, plan yok sadece yaşayacağım” dedi kendi kendine. Söylediklerine inanıyor muydu sahiden? Gömleği çıkarmak istemiyordu üzerinden. Hatta pencere önüne çiçekler almalı, belki fesleğen diye geçiriyordu aklından. Kızgın yağa atılmış mısır tanecikleri gibi bir bir düşünceler beliriyordu aklında. Gömleğe sımsıkı sarıldı. Fark etmedi geldiğini adamın. “Anlamıyorum, kadınlar seviştikleri erkeklerin gömleklerini neden giyerler” dedi Mert tutkuyla Meltem’in boynunu öperken. Doldu gözleri Meltem’in. Kıvrılmış mavi çarşaf arasında sıkışmış çiçekli bluzuna baktı. O bluzda neden hiç mavi yoktu?
Rüzgâr kesildiğinde havayı kaybettiğimi sanıp panikliyorum. Böyle zamanlarda gözlerim balkonlarda asılmış çamaşırları daha çok arıyor. Sallanınca asılanlar, hava burada diyorum. Derin derin nefes alıp içime depolamama gerek yok havayı! Küçük küçük karanında nefeslerle hayatı yaşamaya devam ediyorum.
Uzun bir gündü. Çok özlediler birbirlerini. Nedense bunu söylemediler. Belki hemen kavuşmak istemediler. Günün karaltısı gözlerine vuruncaya kadar beklediler. Saatler altıyı gösterdiğinde caddenin ucunda birbirlerini gördüler. Ağır adımlarla yürüdüler. Hiç acele etmediler. Aralarında bir solukluk mesafe kalana dek beklediler. Göz göze geldiler. Durdular. Kavuşmadılar. Özlemleri, acıları arttı. Aralarındaki mesafe çoğaldı. İçlerine birbirlerinin nefesini çektiler. Gözleriyle öpüp, dudaklarıyla izlediler. Sadece elleri birleşti, hoş geldin dercesine. Yürüdüler. Hiç konuşmadılar. Sadece yürüdüler. Elleri soğuktu kızın. En ateşli sevişmelerde bile soğuktu kızın elleri. Mahir nasıl severse sevsin Zeynep’i, bu soğukluğun hep aralarında olduğunu bilirdi. Hiç mi ısınmayacaktı bu kızın elleri? Eksik olan neydi? Geçmişten bir iz belki… Gelecek için kurulan gerçekleşmesi imkânsız bir hayal de olabilirdi. Ya da… Mahir sevdiğinin elini üşütenin ne olduğunu bulmaya çalışırken, Zeynep tanıştıkları günü düşünüyordu. Kalabalık bir sokakta karşılaşmışlardı ilk kez. Elindeki çantasını sıkıca tutmuş, rota bellediği Arnavut kaldırımında başı önünde yürüyordu Mahir. Zeynep’se yaşanmamışlıkların peşinde, yakalamak için bir sonraki anı şimdiyi feda ediyordu. İşte böyle bir zamanda kalabalığı yara yara hayata koşarken çarpıştılar. Tenlerin teması sarstı Zeynep’i. Durdu olduğu yerde. Mahir’de ise bir değişiklik olmamıştı. Nasıl da emindi attığı adımdan. Usulca başını kaldırıp seslendi Zeynep’e "merhaba". İrkildi kız. İlk kez ısındı elleri. Tanıdık, bildik bir kelimeyi ilk kez duyar gibiydi. İşittiği söz kulaklarından tüm benliğime yayıldı. "Merhaba". Harfler kolye gibi bir bir dolandı boynuna. Hele o "r" sesi var ya gelip öptü sanki Zeynep’i tam şah damarından. Boğazında düğümlenen soluğuna tutundu kız, yaşamak istiyorum dercesine. Mahir gözleriyle dokundu Zeynep’e. Teninde yumuşak bir el gezindi sanki. Belli belirsiz bakışlarla sarılıyordu Mahir. Zeynep telaşlandı. Avuçları alev gibi yandı. Kalabalık silindi birden. Yer gök karıştı… Ellerine baktı Mahir’in, yüzük aradı gözleri. "Ellerimde kalbimi görebilir misiniz?" dedi Mahir. Kızardı Zeynep. Hiç tanımadığı bir adamın gözlerinde kaderini ararken buldu kendini. Açılan yeşil hırkasının düğmesini iliklerken Mahir düşündü. Birine güvenmek ilik ve düğme gibidir. İkisinde bir iz mutlak vardır…
Gün gecenin koynuna girince hava renk değiştiriyor. Bunu sevmiyorum. Örtülerin altında hava almak zor. Hızla günden kalma havayı sakladığım evime koşuyorum. Sabah yıkadığım çamaşırların ipte asıldığını anımsıyorum. Toplarken onların çamaşır olmadığını biliyorum. Onlar yaşadıklarım. Uyanınca, elbise değil yaşadıklarımı giyiyorum bu ipten alıp. Belki de ipten dönen hayatımı giyiniyorum.
Tüm çamaşırları topladım. Sepetin içinde duran yakası açık kırmızı elbiseye bir bakın hele nasılda tutku dolu. Yumuşacık pembe kazak şefkatle sarmak için bekler gibi. Şu savaş rengine benzeyen mor bluza ne demeli… Sarı etek nasıl da kıskandırır yeni yetmeleri. Renk ahenk bir dolu elbise bekliyor giyinilmeyi; kırmızı, mor, sarı, turuncu, pembe, eflatun… Neredeyse her duygu burada tutku, aşk, öfke, sadakat, hırs, kıskançlık… Ama hiç mavi yok, hiç yeşil. Meltem’in hayalden dünyasını gerçeğe döndürecek umudun rengi nerede şimdi? Peki, Zeynep’in ellerini ısıtacak güvenin tonları?
Pencerenin perdesi asılan çamaşırlar gibi hareketli. Hava burada. Ben buradayım. Kapatırken perdeyi cama yansıyan kendimle selamlaşıyorum. Kendime baktıkça şaşırıyorum. Mavisi olmayan çiçekli bluz, düğmesi açık yeşil hırka sizleri ben ne zaman giyinmiş diye mırıldanıyorum.
Okura Not: Bu öykü tüm okurlarıma yeni yıl armağanımdır. Yaşamınızda eksik olduğunu düşündüğünüz şeyleri tamamlayabilmeniz dileklerimle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder