9 Mart 2009 Pazartesi

ORTAYA BİR SERZENİŞ...


Ey benim güzel hemcinsim, hatun milletinin insanı! Yaklaş hele yamacıma bir iki diyeceğim var sana.

Şu beş taşın yanına, bir de tek taş hediye eden reklamı diyorum... Bildin mi? Merak ediyorum; niye sesin soluğun çıkmıyor? Bekliyorum hala umutla, bir kadın kişisi de çıkıp "uleyn ne diyorsunuz siz be, ben tek taşımı kendim alırım, tek başıma kendim takarım" diye sahne alır diye.

Sen ki, şu zavallı 'Taç' reklamları için yeri, göğü inlettin. Sen ki 'ben evimde oturup, havlu katlamam, bornoz koklamam, ruhuma da yer açmam' diye yırtım yırtım yırtındın. Şimdi niye susuyorsun?

Niye çıkıp 'bu reklam kaldırılsın, valla tozu dumana katarım' diye bağırmıyorsun? Bu daha mı az incitti kadınlık gururunu? Daha mı az sarstı senin, ayakları üzerinde duran, kariyer sahibi, kimselere muhtaç olmayan, kocasına değil, dünyaya pirim vermeyen güçlü kadın imajını?

Fark ne? Neydi 'Taç'ın kadınlarının, o adama dünyayı dar eden, 'bak almazsan kendine ülkelerden ülke beğen' diyen döpiyesli hatunlardan eksiği? Neyini beğenmedin ki? Üstelik pek de güzel dans ediyorlardı. Etmiyorlar mıydı?

'Ev hanımı işte' diye küçümsediğin, üretime katkısı olmayan, keneden hallice bir çeşit parazit muamelesi yaptığın o hanımlar, bir tek taş için hayat arkadaşını 'sürgün' etmeyi düşünen hemcinslerinden daha mı az onurludur sence?

Tepki verirken bile çifte standardın dibine vuruyoruz hep birlikte değil mi? Bir tanesi bize kendimizi değerli hissettirirken, diğeri otur oturduğun yerde, senin yerin evindir'diyor değil mi? Oysa her iki reklamın verdiği mesaj birbirine o kadar yakın ki.

Ben fark göremiyorum. Ya sen?

Çalışmadan yapabilir miydim bilmiyorum. Böyle bir şansım olmadı. Küçüklüğümüzden beri 'okuyun, mesleğiniz olsun, kimsenin eline bakmayın'diye yetiştirildik. Belki de yapardım kim bilir?

Okuldan eve dönüşlerimi hep gülümseyerek, içimde garip bir huzurla hatırlarım. Kışın üşümüş burnumu anneciğimin daha kapıda hohlayarak ısıtması, ellerimi avucunun içine alıp, çıtır çıtır yanan sobanın üzerine yaklaştırması, hasta olmayayım diye ısıtıp ısıtıp giydirdiği yünlü pijamaların yumuşaklığı gibi yumuşacık gülüşü hala içimi sıcacık yapar. Daha kapıda bizi karşılayan taze pişmiş limonlu kekin kokusu o günlerimin unutamadığım anılarının da kokusudur sanki.

Oysa benim çocuklarım bomboş bir eve giriyorlar. Dolaptaki akşamdan kalan yemekleri ısıtıp ya da dışarıdan ne idüğü belirsiz fast foodlar söyleyip yarım yamalak karın doyuruyorlar. Onları kapıda karşılayan bir gülümseme yok maalesef. Okulda öğrendikleri şarkıları tekrarlayacakları bir 'anne' de yok evde. Böyle sıcak anıları da olmayacak muhtemelen.

Ben yapabilir miydim bilmiyorum. Ama annem yaptı. Annem ben bildim bileli 'ev hanımı'dır. Ama, ben onun beş dakika boş durduğunu görmedim. Şöyle rahatça uzanıp, dinlendiğine hiç şahitlik etmedim. Eviyle, bizimle, biz büyüyünce çocuklarımızla uğraşıp durdu garibim. Hala da didinmekte. Koca aileyi çekip çevirmekte hala. Bu kadar emeğinin yanında, kimseden beş taş yanına bir de tek taş beklemeden hem de...

Elbette kimse çalışmasın, herkes evinde oturup çoluk, çocuğunu büyütsün demiyorum. Herkes kendi tercihini yapar. Yapmayana da hayat nasılsa yaptırır.

Ben nacizane derim ki; eleştirirken, tepkilerimizi dile getirirken biraz daha tartalım. Kimseleri kırar mıyız, üzer miyiz diye azıcık daha düşünelim. Nalına vururken, mıhını da ihmal etmeyelim. Nalıncı keseri gibi, hep kendimize yontmayalım. İşimize gelene eyvallah, işimize gelmeyene yallah demeden önce, şöyle bir durup düşünelim.

Ofiste, okulda, tarlada, sokakta, dükkanda... Ve evinde çalışan, emekçi kadınların günü kutlu olsun. Dilerim kadının en büyük sorunu bu olabilsin bir gün.
Haydi sağlıcakla, selametle, güzellikle kal kadın kişisi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder