17 Ocak 2011 Pazartesi

çayda çıra...

ne zaman karanlığa gömülsek, evimizi aşkla aydınlattık. elektrikler kesildi gece yine, biz çayda çıra oynadık.

ışığın gölgelemediği sohbetleri çok özlemişim. duyular bir bir eksilince, insan nasıl da kendine dönüyor hemen. belki bu yüzden, bazı şeyler sadece geceleri söyleniyor. karanlığı aydınlatan sevda sözlerinin miladı, nedense hep ilk aşkla başlıyor. babam usulca bir masalı yazıyor yeniden. “annenizle nasıl tanıştık biliyor musunuz çocuklar?” diye başlıyor söze. olduğumuz koltuğa daha bir gömülüyoruz ve dinliyoruz dudaklarımızda gülücükle babamızı.

babam kendi sevdasını anlatırken, yüreciğimizin en köşesinde saklı duran, üzeri sımsıkı örtülmüş aşkımıza doğru yelken açıyoruz. geçlik makosenlerini kalbine giydirmiş yürürken alelacele bugüne babam, biz kendi aşklarımızı anımsıyoruz.

büyüdükçe hikayenin eksik parçaları bir bir tamamlanıyor. ya bizim farkındalığımız artıyor ya da babam daha çok sır paylaşıyor. yaşa göre uygulanan sansür, erişkinlikte tamamen kalkar diye umuyorum ama… nafile! babam bi adımcık ileri gitse, annemin bakışlarıyla çimdikleniyor. bu sessizlikler bana çok şey söylüyor.

derken annem şarkı söylemeye başlıyor “çayda çıra yanıyor…”

gözlerimiz karanlığa alışınca hep birlikte ayağa kalkıyoruz elimizde mumlar…
babam ve annem kol kola. tıpkı çocukluğumdaki gibi çayda çıra oynuyoruz. daha önce hiç çayda çıra oynamamış olan Ilgaz çok heyecanlanıyor. anne ve babasının dizinin dibinde ürkek adımlarla yürüyor. gülümseyerek aileme bakıyorum.

nedense ilk önce benim mumum sönüyor yine...
yok! bu sefer içerlemiyorum. hayat, böyle biliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder