30 Ekim 2013 Çarşamba

Amerikalılar nasıl kandırıldı ?

Bu muhteşem belgeselin gerçek adı Fahrenheit 9/11  bence Amerikalılar nasıl kandırıldı, yada İnsanlar nasıl kandırıldı veya bütün dünye nasıl kandırıldı olmalı, ne demek istediğimi izleyince anlıyacaksınız. Yapıldığı tarihte büyük ses getiren ve getirmeyede devam eden bir yapıt. 




İki videoda aynı istediğinizi seyredin





Her ülkeye lazım. Evet, her ülke sinemasına bir Michael Moore lazım. Belki de Amerikan tarihinde bir başkana ve hükümetine yapılmış en cesur eleştiri, en cesur yanıt ve kuşkusuz en iyi araştırma Fahrenheit 9/11.

11 Eylül'ün ilk olarak en çok Amerikan halkını etkilediği muhakkak. Her ne kadar bombalar Amerika'yı sarsmış olsa da 11 Eylülde bütün dünyanın yerinden sıçradığı da kesin. Tüm dünyada, sağolsun artık uydular var, herkesin birebir şahit olduğu bir dehşet günüydü 'İkiz Kulelerin Yıkılışı'. Tüm haber kaynakları, bütün televizyonlar dünyanın en ücra köşesine bile New York'ta yaşanan dehşeti yaşattı. Belki terörizmin en büyük darbesi değildi bu ama herkesin şahit olduğu yıkıcı bir cevaptı Amerikan hükümetine. O güne kadar az buçuk haber bültenlerinden, gazetelerden duyduğumuz, en fazla birkaç yüz kişinin ölümüyle sonuçlanan terör olaylarının zirvesiydi 11 Eylül, tabi batıdan bakıldığında. Dünyanın öbür yüzünde, ortadoğuda ise, terörün her gün en yakınınızın canını yaktığı bir ülkede yaşıyorsanız eğer, bambaşkaydı her şey. Tabi Moore'un esas yaptığı tüm bunları anlatmak değil, herhalde bu kadar geniş çaplı bir belgeseli yapabilmek de mümkün değil.


Michael Moore kendine özgü tarzıyla 11 Eylül sonrası Amerika'nın neler yaşadığına değiniyor. Bu olayın yol açtığı savaşın gerçek nedenlerine. Birebir hedefi de tabi ki koca bir devletin, nam-ı diğer dünyanın süper gücünün başında olan adam, George W. Bush. Önce dört yıl öncesine Bush'un zafer gecesine gidiyorsunuz. Başkanlık seçimleri bitmiş, oylar sayılıyor ve tüm televizyon kanalları ilan ediyor, yeni başkanımız Al Gore. Her nedense bir tek Fox televizyonunda haber farklı geçiyor ve Florida'nın kazanılmasıyla Bush başkan ilan ediliyor, ortalık bir anda karışıyor. O dönem Amerika'daki seçimleri takip etmişseniz hemen hatırlıyorsunuz, evet o gece tuhaf bir şeyler olmuştu. Bush sadece bir eyaletle, o da yüze yakın oy fazlasıyla başkan olmuş ve Amerika birbirine girmişti. Seçime hile karıştığı ilan edilmiş, Afrika kökenli Amerikalıların oy kullanılmasına engel olunduğu, seçim listelerinin değiştirildiği, kısaca Bush'un başkan olmaması gerektiği tartışılmıştı.

İşte Moore buradan başlıyor yeni Bush devrini anlatmaya. Amerikan kanunlarına göre Kongre'nin seçimlere itiraz edebilmesi için yazılı dilekçenin altında en az bir senatörün imzası olmalı, tabi ne oluyor, Bush'un senatörlerinden hiçbiri dilekçelerin altına imza atmayı kabul etmiyor ve hala şaibesini koruyan bir seçim sonrası Bush başkanlık koltuğuna oturuyor. Başkanlığın devralınacağı gün Washington tarihinin en büyük protestolarından birini yaşıyor ve ilk defa bir başkan klasik seremoniyi uygulayamadan apar topar Beyaz Saray'a kuruluyor. Ondan sonrası süt liman.


11 Eylüle kadar Bush mesaisinin yarısını tatil yaparak geçiriyor. Moore'un buraya kadar yaptığı esprili anlatım muhteşem. Bu adam dünyaya belgeselleri yeniden sevdiren adam olacak herhalde. 11 Eylül gününü fazla uzatmıyor Moore. Ne yıkım görüyorsunuz, ne kuleler ne de uçaklar. Üç beş insanın yüz ifadesi size günlerden ne olduğunu hatırlatmaya yetiyor. Aynı dehşeti bir daha yaşatmayan ve duygu sömürüsüne varmayan bu anlatım Fahrenheit'a yakışıyor. Ondan sonra neler mi oluyor? Hükümet bir an evvel asılacak adam arayışına giriyor ve Suudi Arabistan'ın en zengin ikinci ailesinden Bin Ladin'lerin veliahdı Usame uygun bulunuyor. Tabi bu arada herkesi garanti altına almak lazım, yarının ne getireceği belli olmaz, tüm uçuşların yasaklandığı Amerikan hava sahasından birkaç uçak yükseliyor ve Bush'un emriyle Amerika topraklarında yaşayan tüm Bin Ladinler ülke dışına çıkarılıyor, aman ne olur ne olmaz. Ya CIA falan bu adamları sorgulamaya başlarsa, kimin ne bildiği belli mi olur.

Amerika Afganistan'ı işgal ediyor, savaş aylar sürüyor, Afgan kadınları bir anda özgürleşiyor ama Usame'den haber yok. Bush bu konuyu da açıklıyor başkan olmanın getirdiği sorumlulukla, "Ben artık o adamı umursamıyorum". Çünkü yeni hedefleri var büyük başkanın; Irak ve Saddam Hüseyin. Usame yapacağını yapmış zaten, ne demiş atalar; ölmüşle olmuşun arkasından konuşulmaz, şimdi bu adamı yakalasak ne olacak ki? Biz artık geleceğe bakmalıyız, olmuşları unutup olabileceklerle ilgilenmeliyiz. Ortadoğu'da Saddam diye bir adam var, Irak'ta bilirsiniz. Petrolü bol diyorlar, eh benim de bir sürü petrol şirketiyle ortaklığım var, bir de savaş çıkarırsam, düşünsenize ortağı olduğum silah şirketlerini! Ve Moore'un dediği gibi, o güne kadar Amerika topraklarında tek bir terör eylemi gerçekleştirmemiş bağımsız bir ülkeye savaş açılıyor. Altında yatan sebepler mi? İşte Michael Moore tüm bunları çok çarpıcı belgelerle teker teker anlatıyor ve sonunda da biz bu adama bir kere güvendik, aynı hatayı bir daha yapmayalım diyor.

Moore'un ortaya koyduğu belgelerden hiçbirinden bahsetmek istemiyorum. Çünkü hem benim aklımda kalan yarım yamalak bilgiler kafa karıştıracak hem de bu denli iddialı bir çalışmaya hakaret olacak. Söylemek istediğim tek bir şey var; şu anda yanı başımızda hala devam eden işgal ve savaş sadece Amerika'nın ve Irak'ın derdi değil. Orada yaşanan kaostan, karşılıklı olarak kaybedilen canlardan da bahsetmek istemiyorum. Bugün Ortadoğuda dünya tarihine kara bir leke olarak geçecek bir suç işleniyor, bu günleri yaşayan herkesin tarihinde yer alacak bir suç. Moore'a tek bir noktada katılmıyorum, bu adama oy vermiş ya da vermemiş olsun, sadece Amerikan halkı kandırılmadı, hepimiz kandırıldık ve tüm dünya bu kurgu savaşın kayıplarını az ya da çok yaşıyor.

Son olarak, Oscar'da tek bir favorim var, Michael Moore ve Fahrenheit 9/11. Isısı düşündüğümden daha yüksek bir belgesel bu. Eğer Cannes Film Festivali'nde bulunmuş olsaydım bu belgeseli ayakta yirmi dakika alkışlayan seyircilere canı gönülden katılırdım. Sakın kaçırmayın. Dünya dönüşü olmayan bir süreçte, arka perdesini bilmek herkesin hakkı.
beyazperde.com


Fahrenheit 9/11

Yapım Yılı : 2004 Süre : 122 DK


 Belgesel,Dram,Komedi,Savaş,Tarih, Oyuncular : Ben Affleck, Britney Spears, Michael Moore, Ricky Martin, George W. Bush, Konu : “Fahrenheit 9/11” Akademi ödüllü film yapımcısı Michael Moore’un, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde fırtınalar koparan ve koparmaya devam edecek gibi görünen çarpıcı ve sarsıcı yeni filmi.“Bowling for Columbine” filmiyle aldığı harika eleştiriler ve kazandığı büyük popüler başarıdan sonra, Moore, kendine özgü mizah tarzı ve ısrarcı tutumu ile Bush hükümetinin dış politikası hakkında korkusuz bir araştırmaya girişti. Ender görüntüleri, uzmanların ifadelerini ve kendisine özgü zor sorulara verilen cevapları birleştirerek avını gerçekleştirdi. Film bu günlerde Amerika’nın karşı karşıya olduğu en ateşli konuları ele alıyor. Michael Moore, 9/11’deki Suudi Arabistan bağlantısını görmezden gelip, Irak’la savaşa balıklama dalan George W.Bush ve yakın çevresine kuşkucu bir yaklaşımla yöneliyor.
xn--trkedublaj-q6a3w.com.tr/

sinemalar.com da bu belselle ilgili en çarpıcı yorum
Chaplin (Efsane) | 24 Aralık 2012, 10:17 Fahrenheit 9/11 (2004) Kapitalist sistemin en büyük savunucuları, kapitalist sistemden en çok zarar gören varoş kesimdir.. Belgeselin yönetmenliğini, senaryosunu ve anlatımını Michael Moore üstleniyor.. Filmin oyuncu kadrosunda Michael Moore, gibi isimleri izleyeceksiniz.. Film Belgesel-Politik-Savaş türlerini barındırıyor.. Filmin oyuncu kadrosunda Michael Moore, George W. Bush, Saddam Hussein, Osama bin Laden, Bill Clinton ve Stevie Wonder gibi bir çok ünlü isimleri görmeniz mümkün.. Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi, Benim Cici Silahım belgesellerinden sonra izlediğim üçüncü belgeseli Fahrenheit 9/11.. Belgesel türündeki yapmış olduğu filmlerle adından sıkça söz ettiren cesur anlatımıyla gerçekleri seyirciye ileten oscarlı Michael Moore, bu belgeselin de 11 Eylül saldırısından sonrasında Amerikanın eski başkanı George Bush, Irak savaş açmasının nedenleri izlediği dış politikayı mercek altına alıyor ve derine inerek bir inceleme yapıyor.. Yine öne sürdüğü belgeler ile tüm dünyanın ilgisini komedi kıvamında anlatımıyla bu belgesel ile de çekiyor diyebilirim.. Dünyada olup bitenlerden haberdar olmak isteyenler için bu çılgın belgeselcinin yapmış olduğu filmler izlenmeli diyorum.. Her zaman olduğu gibi Michael Moore hedefinde olan isim George W. Bush yine üzerine aşırı derece de fazla gitmiş herkes Amerikan başkanından çekinir korkar ama Moore, Bush hakkında çok farklı boyutlarda düşünüyor.. Böyle bir yapıma imza atmak kolay iş değil her ülkeye böyle bir adam şart.. Amerikanın 11 Eylül saldırısını gerekçe göstererek Irağa savaş açması masum binlerce insanın hayatına mal olmuştur.. Ayrıca Amerikalı askerlerin bir süre sonra biz neden buradayız sorusunu kafasında sorgulamaya başlamalarını orada görev yapmış askerlerden yani ilk ağızdan dinleyeceksiniz yani insanın belgeseli izledikten sonra kanı donuyor rahatsız edici sahneleriyle Moore yine her zaman olduğu gibi gerçeklerin peşinde ve gün yüzüne bana göre çıkardığını düşünmekteyim.. George W. Bush başkanlık seçimini kazanması bile olay bir diğer aday olan isim Al Gore seçim sonucuna göre başkanlığı kazanmış hatta televizyonda bile duyurulmasına rağmen bir anda Bush başkan ilan ediliyor.. (WAKE UP) Seçime hile katılmış olması muhtemel çünkü Afrika kökenli Amerikalıların oyları sayılmamıştır.. 11 Eylülden sonra yaşananları gözler önüne seren bir belgesel.. 9/11 Amerikanın polis imdat numarası tersine çevirince 11/9 bir bakıma 11 Eylül tarihi sanki mesaj olarak verilmiş.. Yani Amerikanın yardım çağrılarının arttığı gün yine üzerine daha fazla düşünülse neler çıkartabiliriz acaba neler neler (!) Filmin İmdb puanı: 7.5 benim güzümde daha fazlasını hak edenlerden.. Hu belgesel ile adaylık ve bir çok ödül kazanmıştır.. Bana belgeselleri sevdiren adam Michael Moore üstüne belgesel çeken adam tanımam.. Obama hakkında yeni bir belgesel çekmesini de bekleyenlerdenim.. Bu tarz politik konulu belgeselleri seviyorum Zeitgeist belgesel serisini de izlemenizi öneririm.. Michael Moore belgeseli elinize geçerse izlemekle kalmayın çevrenizdekilere de izletip gözlerini açmalarında yardımcı olun.. 11 AMERİKAN RÜYASINDA OLMANIZ İÇİN UYUYOR OLMANIZ GEREKİR.. (George Carlin)


onlinefilmsinema.com

28 Ekim 2013 Pazartesi

Dans dediğin nedir ki? Feride Petilon


Dans dediğin nedir ki? Tek başına bir anlam içerir mi?

Ya tökezlersen ne olacak? Seni tutacak bir ele ihtiyacın yok mudur?

Yorulursan enerji verecek bir kula?

Hiçbir olmaz ise müziği dinlerken adımları atarken ruhunu temizliyecek paylaşımcılara ihtiyacın olmazmı!

Elbette tüm bu söylediklerim ‘’kanserle dans’’ için de geçerli.

Lakin  kanserle dans ederken umudunu yitirdiğin, yorulduğun, tökezlediğin o kadar çok zaman olur ki….

İşte o anlarda imdadına yetişenler senin gerçek  işbirlikçindir.

Bu açıdan sizlere ufak bir yazı dizisi hazırladım ‘’Hayatımın dansçıları’’ adı altında. Hepsi ile farklı tecrübeler edindim. Hepsinin özellikleri farklı idi ve hayata olan duruşuma bir farklılık yarattılar…

İlk olarak eşimden bahsetmek istiyorum. O benimle hayata başlarken başına gelecekleri biliyor muydu? Elbette hayır. Bu denli genç yaşta böylesi ağır bir yükümlülük yaşamak kolay mı! Bu illetin tüm sancılarını yüklenmek ise bir başka olgunluk. İşte bu yüzden evlilik aktinde iyi günde kötü günde sağlıkta hastalıkta diye söz verilir. Söz vermek insan hayatının en önemli tecrübesidir. Antın arkasında durmak ise şereftir, olgunluktur. Eşime gelince sadece bu olgunluğa erişmekle kalmadı aynı zamanda yaşamını en iyi şekilde  sürdürülebilmesi adına çaba sarfetti. İnkarı belki de biraz ondandı. Hiçbir zaman hasta kadın gibi olmamı istemedi. Gerek aile arasında gerekse toplumda görevlerimden geri kalmamamı istedi.

Yorgunluk, bıkkınlık bezginlik gibi kavramların lügatimden çıkarmam için bana sürekli boyumdan büyük işler yükledi. Ve başaramamak gibi bir şansım olmadığını her sabah tekrar tekrar etti. Defa kere motivasyonumu yükseltti. Hatta bir itirafında şöyle dedi ‘’Sabah evden çıkarken düşüneceğin konunun benimle olan münakaşası olsun diye onu kasten kızdırırım. Akşama kadar sıkılacak başka konusu olmasın’’. Bir keresinde sokaktan geçerken sevdiğim şekerlemeleri görünce bir torba aldı ve eve kadar kendisi hiç yemedi. Bana verdi şaşırdım nereden de biliyordu çocukluğumun maron degiseesini sevdiğimi. ‘’O kadar da olsun‘’ dedi.

Bir keresinde ise bana şekerleme diye bir torba verdi içinden inci kolye çıktı. Göğsü alınacak bir kadının sabahleyin başucunda bulduğu ‘’bu hayat bana zor gelir seni de üzerim kendimide’’ notunu düşününce tüylerim ürperiyor.

Tersi olsaydı sen ne yapardın? diye sorduğunuzu duyuyorum. Yozlaşan dünyamızda kocasını terk eden kadınlar yok mu? Biz kimseyi suçlayamayız. Ancak bildiğim tek şey bir travma yaşadığın zaman o güne kadar sürüklediğin alüvyonların kalitesinin bundan sonra kuracağın yol için önemli bir malzeme olacağıdır. Taşıdığın alüvyon çamurlu ise ‘’kanser’’ sadece bir bahanedir. Taşıdığın alüvyon mineraller ile yüklü verimli toprak ise yolun da aydınlık olacaktır. İşte bu yüzden yaşarken sırtımızda çürük yumurta küfesi yerine, zengin ögeler ile beslenen yükte hafif pahada ağır mücevherler taşımalıyız. Bu mücevherler ise genelde çok uzağımızda değiller.

Sevgilerimle 


Feride

İçimizden Biri Stella Namet Abulafya -- Röportaj: Ebru Tontaş

Stella için nasıl bir önsöz yazılır bilemiyorum. Yanında kendinizi rahat hissettiren ruhu güzel, kendi güzel çok özel bir insan için ne söylenebilir!

Seni bize getiren sevdiğine ''Alp'e'' teşekkürlerimizle...



1)    Stellacım, hep böylemiydin? Seni uzak tanıyan herkesin birleştiği nokta çok güzel bir enerjin olduğu… Sırrın nedir?

Hayat cok keyifle sürüyordu ta ki Ağustos sıcağında herşey degişip bizi, ruhumuzu, ailemizi, sevdiklerimizi dansa zorlayınca.
Zor günlerdi...Di diyorum çünkü 5 koca seneyi devirdik. Hala hatırlayınca gözyaşlarım akar ama artık huzurla akıyorlar öfke yerine. Ben hep böyle enerjik bir tip oldum. Karakterim bu, bir koltukta bi dolu karpuz.

1.sınıf öğretmenim ilk karneme 'yüzündeki gülümseme hiç eksik olmasın' diye yazmıştı.Anlayacaginiz hep gulumseyen oldum. Ancak dansla birlikte hersey degisti.

Eskisinden daha enerjik, daha cok gülümseyen bir anne ve ese dönüştüm. Bugun O aramizda yok ama bana biraktigi pembe gozluklu hayati yuklendim, icine mantikla, yuregimdeki ana sevgisini ekledim, babamin anamin kardesimin dostlarimin elini tuttum diye enerjim boyle. Yani sebebi sizlersiniz!

2)    Pencere konusu yasanmıslıklar ve zor anlarda sevginin gücü olan bir kurgu roman. Biraz anlatirmisin neden yazdin bu kitabi?  Nasıl actin bu pencereyi?

PENCERE 2005te basladi, sagi solu bambaskaydi, intihar edecekti ana karakter. İstediklerine ulaşmamış olmanın hazin öyküsüydü benim tasarladığım. Bolca dram olacaktı içinde.

2006 dans basladi, satirlar bir o yana bir bu yana savruldu, karakterim Asli intihardan vazgecti ustune bir güzel tutunuverdi hayata hemde 4 elle. 2008e kadar sureci anlattim kurgu haliyle ama cok yasanmisliklarla doldurdum icini.

Her kemoterapi seansı, her tomografi, her sevisme, her elele yurudügumuz ani, her yagmur damlasini, her kalp carpıntısını yazdim. Herkesin hayatı kendine zor buna yazdım. Benimki zorken başkaları nasıla baktım. 

Sonra onun dansı bitti müzik yavaşladı, bizler kendi dansımızla başbaşa kaldık. Önce yavaş salındık, sonra daha sert hareketler ama şimdilerde tatlı bir swing yapmaktayız.

Hem etrafımızın farkındalığıyla, hemde sizlere destek olmak adına dansa devam yani.

3)    Ben bu ismi ilk duydugumda bayıldım. Hepimizin acmak istedigi ya da istemedigi pencereler var hayatta. Kendi pencerenden bakabilmek nasıl bir sürec?

Kitap adını bulması için farklı yollara dalıp çıktım. Oda numarasından başlayan, onun adına varana kadar çok farklı fikirler vardı yazmaya başladığımda ama sonra PENCERE en doğru karar oldu.

Kendi içime, başka pencerelere ve hepsinden önemlisi hayatın penceresine dalmayı hedefledim. MR çekilen oda da oluştu fikir. Karşı pencereyi görüyordum hep. Kıskanıyordum onun şimdi ne rahat hayatı vardır diye.

Hep öyle düşünüp kurbanı oynarız ya bende aynen öyle yaptım ta ki karşı pencereninde ne gamları ve hüzünleri olduğunu duyana kadar. Bir oda dolusu kemoterapi hastası, herkes onlara acırken ben hemşirelere bize bakan doktorlara acımaya başladım. Ne motivasyonsuz hayattı onların ki.

Ne zor meslekti ki gün boyu maskeleri var yemiyormuş gibi evlerinde de devam ediyorlardı takmaya.
Farkındalık yükselince ben bugünkü bene dönüştüm. Penceremden bakıyorum içime bolca, azıcık gözyaşı bolca şükürle yürüyorum.

4)    Bize ilk yazdigin emaillerden birinde beni cok etkileyen  hasta yakını olmayı cok iyi tanimlayan bir ifade kullanmıstın “Hasta ile hasta yakini arasindaki tek fark ilaci alma halinden ötesi olmadigi 
dusuncesindeyim bilmem katilirmisiniz” diye. Yasayanlar cok iyi biliyor, bu surecte nasıl destek aldınız anlatırmısın.

Eşim hiç destek almadı. O olayı kendi savunma yöntemleriyle yok saydı. Yük bana, çocuklara ve aileye kaldı. O hayatı dibine kadar yaşadı, 30-60 günlük serüveni 27 ay gibi kaliteli bir zamana çevirdi.

Tek savunması ise “ PEMBE GÖZLÜK”lerdi. Yani hayat ne derece acımasız olsa da gülmeye, yaşamaya devam. Bunu yapmak kolay değildi tabii ki hemde bir aile babası olarak ama burada eşin desteği, sevgisi, direnci,ailenin bağlılığı ve tekrar edeceğim sevgisi tek ve tek gerçek ilaç.
Sevgi oldukça üstesinden gelinemeyecek birşey yok sonuç acı olsa dahi. Unutmayalım acı kurtulma duygusunu arttırırmış Yani acıdıkça daha çok kurtulmak istedi.

Benim desteğim ise konusunda başarılı bir psikoloğa gitmek oldu. Özel sektörden annesini bu hastalağı vermiş, master bitirme tezi meme kanserli hastaların psikolojik destek alırlarsa daha kaliteli yaşayacakları olan bir pozitif mantık bombasıydı.

Onunla 18 ay civarı çalıştım. Sürecin ortasında başlayıp, süreçten sonrada ayakta kalma döneminde devam ettim.

Sürecin son dönemlerinde bekleme odasaı sendromu denilen bir panik atakla karşı karşıya kalınca hafif bir antidepresanı hayatıma ekledim. Dans yavaşlayınca bir sure daha kullanıp 10 ay sonra işe başlayınca  bırakıp kendi başıma yola devam ettim. Bu süreçte bana tek iyi gelen şey ise kayıtsız şartsız günlük tutmak ve Pencere’yi yazmak oldu.

Içim dışıma çıktı ve bitti. Çocuklar ise teşhis konulduğu an itibariyle pedagogla tanıştılar. Bu süreci onlarla hep gerçekleri paylaşarak geçirdik. Onların anlayabileceği dilden ama hep gerçekleri aktardık. Asla yalana baş vurmadık ve saklanmadık.
Ağlarken gördüler, saçsız bir babayı sevdiler, dahası inanılmaz kaliteli zaman geçirdik diyebilirim.

5)    Kitabın umut dolu, “hayat bu, zaman gelir her şey bir anda son olur. hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.” diyor.  Nasil ayakta ve yesil tuttun umut ısıgını, sana, size ne guc verdi?

Biz baştan bu dansın sonucunun pekte olumlu olmayacağının bilincindeydik 4.evre bir Akciğer CA yaş 40. Her hücre o kadar hızla yenilenrken bizim onunla kuralsız dansımız 27ay sürdü. Yaşarken odaklandığımız tek şey kaliteli zamandı. Daha çok yemek yedik, sarıldık, öpüştük. Daha çok vakit geçirdik. Bazen ağladık ama çokça güldük. Komedi filmleri alıp sabahlara kadar seyrettik çok iyi geldi. Altımıza çiş bile kaçırıp koltuğu sildik. Umut hep vardı ama uzaktaki bir ışıktı. Eşim o ışığı hep canlı tutu bense sadece iz düşümüyle yaşadım o süreci. İz düşüm can acıtırken bir taraftan beni kaçınılmaz sona hazırladı. Mantık, sevgi, aile benim en büyük destekçilerimdi.Dostalrımız harbi çıktı. Seçerken bilmek gerek kimle dans edeceğini. İyi gün kötü gün gerçek oldu. Gurur duyduk kendimizle onlarla. Hala hayatımdalar eksiksiz ve sımsıkı.

Aile çok önemli, kayıtsız şartsız yanımızdaydılar. Birlikte güldük, birlikte ağladık. Hiç acıtmadık.

O toprakla bütünleşince tek umudum çocuklar oldu ama hayatımı kararatıp onlara odaklanmak bana gore değildi. Hem sevip hem de mesafe koydum. Hem destekleyip hemde zorla başa çıkmaları için onları tek başlarına bıraktım. Hepsinden önemlisi sevgimizi artırdık ve 3 kişide güzel bir aile olduk. Yola devam ediyoruz umutla sıcacık…

6)    Tedavi surecinde ne gibi zorluklar yasadiniz? Neler yapılabilir hem bireysel hem toplumsal anlamda destek icin? 

Tedavinin an zor kısmı kısıtlı ilaç desteği. O sıradışı bir hasta olduğundan bilinen ilaçlardan pek fazla feyz alamadı ne yazık ki. Diğer ilaçlar ise hep yurtdışındaydı  devlet desteksiz. Sigortasız, varımız yoğumuz bu yolda helak oldu ama hiç ağlamadık cana geleceğine mala gelsin ilk defa gerçek anlamıyla karşımıza çıktı. Yapılması gereken en önemli şey grup terapileri. Insanlar yalnız olmadıklarını görmeliler. 

Bu yüzden 18.000den fazla takipçiniz var ve eminim daha çok artacağız. Iş yapar olmak çok önemli, hayat işleyince devam eder, hasta sendromuna girip eve kapanmak yıkıcı bir sürecin içine taşır kişiyi o sebepten işi olmayanlara iş bulmak şart. Benim hayalim kütüphane, manikür, kuaför ve restorant bir olduğu bir complex…kimbilir belki sizlerle buna sahip olur gönüllü olarak görev alırım.

7)    Alp’i anlatirken bu hastalıgın onu almasina hic izin vermedi demistin. Nasil kızmadan sizinle sevgiyle verdi bu mucadeleyi?

Alp kitapta Can çünkü o herkesin cancağızı oldu bu süreçte. Onu hastalığın almasına hiç müsade vermedi. Dükkanlarda pazarlık yapan biriydi bazen alır bazen alamazdı, saçları dökülünce, kanser olma halinden rant sağlayıp “ hadi abi ama belli mi ne kadar ömrüm var” diyecek kadar dalga geçti. İçinden korkuyordu eminim ama bir gün bile gözleri korkuyla bakmadı. Bize de korku yaşatmadı. Bazen öylesine yok sayardı ki beni çıldırtırdı o kadar.

Sevgiyle verdiği mücadelenin başında sanırım bizi incitmemek ve bize daha zor bir hayat yaşatmamak vardı. Pek konuşmadığında onu ancak özsezilerimle farkettim diyebilirim. Kaliteli hayat yaşaması, genç beden ve içindeki savaşma isteği öylesine güçlüydü ki yaşamla dalga geçebilmesi bundandı bence.

8)    Kanserle Dans okuyuculari icin ne eklemek istersin…

Kurban olmasınlar, yalnız değiller. 3 kişiden biri böyle. Sarılsınlar hayata, ölüme değil hayatın güzelliklerine odaklansınlar. Kalp krizinden ölüm oranı kanserden fazla, trafik kazalarıysa neredeyse bin katı kanserin. Bu durumda tetkikleri doğru yaşlarda yapıp, hissetiklerimizi aman sendeye getirmeyip dikkate alsınlar. Onları görmezden geldiğimizde sonuç daha iyi olmayacak… hayatı sevip yaşanılır kılsınlar şartlar ne olursa olsun beterin beterinin beteri daima var bilsinler…


sevgiden başka hiçbirşey dilemesinler ve hergüne şükür etsinler tıpkı benim yaşam felsefem gibi 99lara değil 1e odaklanmak lazım…




Erkeklerde Meme Kanseri

MEME KANSERİ ERKEKTE DAHA RİSKLİ

Erkeklerde meme kanseri kadınlara göre çok daha nadir görülür, tüm meme kanserlerinin %1 ini oluşturur. Erkek meme kanserinde yüksek seviyede ve uzun sürede östrojen hormonuna maruz kalma(bazı sağlık sebeplerden ötürü) ve düşük androjen hormonu etkendir. Erkek meme kanserinde hastalığın seyri kadın meme kanseri ile aynıdır. Memede, koltuk altında şişlik ve sertlik, meme üzerindeki deride kızarıklık, meme başında içeri çekilme ve ağrıdır. Erkeklerde meme kanseri en sık 60 yaş civarında görülmektedir. 

Genellikle erkek meme kanseri kadın kanseri ile karşılaştırıldığında daha hızlı seyretmektedir. Bunun nedeni erkeklerde tanının daha geç ilerlemiş dönemlerde konmasıdır. Bu da hastalığın seyrini olumsuz etkilemektedir. Hastalığın tedavisi tamamıyla kadınlardaki tedavi ile aynıdır. Mastektomi (memenin alınması) cerrahi tedavi olarak uygulanmaktadır. Erkeklerde memede kozmetik kaygı olmadığından meme koruyucu cerrahiler tercih edilmemektedir. Cerrahi tedaviyi tamamlayıcı olarak hastalığın evresine bağlı radyoterapi(ışın tedavisi), kemoterapi ve hormonoterapi tedaviye eklenmektedir.

Kaynak: American Hospital Press Release

24 Ekim 2013 Perşembe

Kemoterapi Umut Damlaları -- Merve Erden


Kısaca bilgimizi edinelim.Kemoterapi (KT) basitçe kanserin ilaçlarla tedavisi demektir. KT’de kullanılan ilaçlar Kanser hücrelerinin büyümesini ve çoğalmasını önleyerek onları hasara uğratırlar. Genelde bu tip ilaçlar birlikte kullanıldıklarında etkileri daha fazla olduğundan KT kürleri birden fazla ilaç içerir.

Kanserin tipine ve evresine göre KT kanseri tedavi etmek; yayılımını önlemek; büyümesini yavaşlatmak; vücudun diğer kısımlarına yayılmış kanser hücrelerini öldürmek ve kanserin bazı belirtilerini iyileştirmek amacıyla uygulanır. Bazı durumlarda KT tek tedavi seçeneğidir, ancak genelde cerrahi ve/veya radyoterapiye ek olarak kullanılır. Hastalığı önlemesinin yanında yan etkisi olarak en çok bileneni şaç dökülmesidir. Kemoterapi kelimesi eminim hepimizin hayatına ummadık anda girmiştir.Benim için öyle oldu.

Doktorumla kemoterapi hakkında yaptığım konuşmayı asla unutmam.Yan etkileririni bana söylediği, başıma gelecekleri söylediğinde çok soğuk kanlıydı doğrusu, bütün doktorlar mı böyleydi acaba merak ediyorum doğrusu. Aslında ilk aldığım anı düşünüyorumda aslında ben onunla yeniden hayt bulmuştum. Belki kiminiz şu an saçmaladığımı düşünüyor ama gerçekten ben kt ile yaniden hayat buldum. Aylarca süren ağrılarım, acılarım sona ermişti artık. Damlalara baktım ve "ne kadar kötü olabilirsiniz ki "dedim. Sonuçta kutsal bir amaçları vardı iyileştirmek gibi. UMUT DAMLALARI olmalıydı onlar.

Yol arkadaşlarıma göre kemoterapi;

*Cem Serdar K;ben kemoş dıyordum :):)

*Esma A.;çok şey ifade ediyor. *Gülşen T.;güçlü korkusuz ve düşmanı yok eden yürekli savaşçı askerlerim....

*Zümra Ş.;bir daha adini dahi duymak istemedigim sey...

*Alev H.;ben kemocan derdim ..muhteşem bir ilaç bence olmazsa olmaz .

*Heran P. ;onlar minik ninjalar, içerde kötü adamlarla savaşıp, kazanıyorlar..

*Feti A.;Zehir ama bize değil bizim askerimiz olmuş oluyor.

*Yasemin C.;Bitanecik kahramanım canım babamı hatırlatan binlerce kelimeden biri...

*Hülya Ç.; içimizdeki düşmanla mücadele etmesi için damardan verilen zehir gibi dost askerler diyorum.

*Gökçen Ç.;Mide bulantıs.

*Gökhan G.;kemo hayattir

*Belgin M.;Zehir tadinda şifa....bulantı,halsizlik,yogun bakimlar vs...ama bizlere olmazsa olmazlardan.. Saçlarımız dökülecek,içimiz dışımıza çıkacak,boğazımızda yaralar çıkacak,yemek yiyemeyeceğiz,sinirli olacağız bağırıp çağıracağız .Kimimiz yaşadık belki yaşıyoruz bunları ama kim emek vermeden mutlu sona ulaşabilir ki? Unutmayın bunlar geçici olaylar dayanırsak, savaşırsak sevgi ile, umut ile başarırız,başardık, başarıyoruz ,başaracağız... Güzel Günler Bizi Bekler

Merve Erden:)

Lindsay'nin Tedavi Yolculuğu --Çeviri: Tuğba Elif Ufat

27 gibi genç yaşımda, Ekim 2008 de teşhisim konuldu. Ilk teşhisim ki yanlış teşhis olarak değiştirildi akciğerden kaynaklanan hipertansiyondu. Acilen toparlanıp hastaneye gittik ve bana Tarceva ilacının başlatildığı yere ki işe yaramamıştı.

Florida daki evime döndüğümde kemoterapiye başladım. Kemoterapim 3 farklı ilaçtan oluşup 21 günde bir, bir hafta veriliyordu tedaviye cevap veriyordum fakat hala çok hastaydım. Sonunda doktorum çok genç olmam ve sigara kullanmamamdan dolayı tümörümü mutasyonlarını test ettirmek adına Bostona göndermeye karar verdi.

Bir çok test ve hayır cevaplarından sonra doktorumdan ALK mutasyonu olduğuna dair iyi haberler aldım. Denver ya da Boston da klinik deneme için seçenek sunuldu ve ailem Denver da yaşadığı için Denver ı seçtim. Yaptığım en iyi seçimdi.



Denver da Colorado üniversitesinde muhteşem doktorumla tanıştım. Crizotinib adı verilen faz 1 aşamasındaki ilacı uyguladı. 4 ay sonunda 4. Evre olan akciğer kanserim vücudumun hiç bir yerinde kalmayacak şekilde geriledi. 1,5 yıl sonra ilaca cevap vermem durdu ve LDK 378 adı verilen başka bir faz 1 klinik çalışmadındaki ilaca başladım. 1 yıl çok güzel cevap verdi fakat sonra bazı ilerlemeler gözlendiği için bu ilacı da bırakmak zorunda kaldım.

Şu anda geri döndüm ve Zalkori adı verilen onaylanmış ilaca devam ediyorum ve şu an her şey iyi gidiyor. Gelecek hafta bir Kemoterapim daha var ama ben kendimi muhteşem hissediyorum ve hayatımı Colorado Üniversitesi ve doktoruma borçluyum. Klinik çalışmalar ve hedefe yönelik terapi ilaçları akciğer kanserinde hayatta kalmanın geleceği olacak!!!!

Inanıyorum ki bu paylaşımım sayesinde bir farkındalık yaratıp ve bütün akciğer kanser hastasına tümörlerini test ettirmelerini rica ediyorum. Tümörünüz siz farkında olmadan mutasyona uğramış olabilir ve daha iyi yaşam kalitesi sunan hedef terapilere yönelik ilaçlarla hayatınızı kurtarabilirsiniz. Ben bunun yaşayan bir kanıtıyım.
Kaynak:

http://www.nationallungcancerpartnership.org/t-blog/blog-entry/lindsay-gomes

İçimizden Biri Aysun Yıldırım --Röportaj: Nezih Tekman

Aysun Hanım kendinizi tanıtır mısınız bizlere ? 

Malatyalıyım, 8 yıllık Öğretmenim. 2 senedir kanserle dans ediyorum. 

Teşhis konulduğunda ne hissettiniz ?


Teşhis ilk konduğun da kötü bir şaka yapıldığı duygusuna kapıldım. Büyük bir boşluğun içinde sadece acı acı gülümsedim. Ta ki ablam ağlayıncaya kadar her şey her yer gri bir renk aldı. Hiçbir şey hissedemedim. Ablam ağlayınca annem geldi aklıma. Nasıl baş edecekti bununla diye düşündüm, ağladım. İlk şoku atlatınca ablalarımla birlikte güçlü olma ve mücadele etme kararı aldık. Benim bir büyük ablam Hatay da Hemşire, onun yanına gitmeye karar verdik. Ben bütün bunları yaşarken annemin her anında yanımda olmasını istedim. Oldu da.. Hani biz diyoruz ya hep erken tanı kendi muayeneniz ile meme kanserinde erken tanı mümkün diye sanırım faydası olur okuyuculara.. Ben kendi göğüs muayenemi düzenli olarak yapardım. Her banyo sonrası elle kontrollerimi yapardım. Temmuz 2011 de yine muayenemi yaparken elime bir kitle geldi. Ablam doktora gidelim diye ısrar etti. Çok yoğun bir yaz geçiriyorduk. Kardeşim ve babam yurt dışında yaşıyor tatile gelmişlerdi. Bu yoğunlukta gitmek istemedim. Bir hafta sonra kitlenin büyüdüğünü fark ettim, ablamı dinleyip dr a gittim. Drum ciddi birşey olmayacağını küçük bir operasyon ile alacağını söyledi. Hatta 10 gün sonra planladığım deniz tatiline gitme pazarlığıyla kabul ettirdi kitle almayı. İçimiz rahat etsin diye de patolojiye yolladı. 10 Ağustos 2011 sonucum erken teşhis meme CA birinci evre başı. Çok şanslıyım, şansımı kendi kontrolümü yapmaya borçluyum. Bir sene sonra metastaz yaptığını yine kendi kontrolümü yaparken daha erken fark ettim. Benim hastalığım invaziv duktal karsinom yani dışa dönük ve çabuk yayılıyor. O yüzden bir kez daha erken tanı çok önemliymiş, anladım..

Nasıl bir tedavi aldınız ?

Hastalık birinci evre de yakalandı. 2011 sadece kist ve koltuk altı lenfler alındı. Arkasından 33 kür radyoterapi aldım. 2012 Mayıs ayında her şey yolundaydı. Partnerim beni bırakmış ben de yalnızlığın tadını çıkarıyordum ki Ağustos ayında karnımda ve boynumda elime gelen şişlerle yeniden partnerimin geldiğini anladım. Malatya da yapılan tetkikler bunu doğruladı. Ankara kontrolüm de pet -ct de kesinleştirdi. Metastaz vardı ciddi boyutta. Akciğer, karaciğer, kemik ve lenflere gelip yerleşmişti davetsiz partnerim. Bu habersiz ziyaret hastalığı öğrenmekten daha çok korkuttu beni/bizi. Hemen kemoterapiye başlamamız gerektiğini söyledi sevgili doktorum Kadri Altundağ. Bir yol önce o odadan kemoterapi almadığım için mutlu ayrılan ben şimdi kemoterapi ile bu yayılımın önüne geçebileceğimiz için mutlu ayrıldım. 3 Eylül ilk kemoterapiye başladım ilk 6 kürde akciğeri temizledik. Çok ağır bir tedavi süreciydi. Sürekli yatıyor ve ağrı çekiyordum. Ocak'ta ilaçlar değişti hafifledi 3 lü kombinasyon 2 ye düştü. Daha hafif ilaçlardı artık dışarı çıkıp yürüyüş yapabiliyordum Mayıs ayında hatta evime Bitlis Ahlata gittim, o kadar iyiydim.Mayıs'ta ki kontrolümde ilacı teke düşürdük. Hala devam ediyorum. Partnerim beni hemen bırakmıyor yavaş yavaş ayrılıyor, Ekim'de umarım tamamen ayrılacağız


Bu süreçte sizlere kimler destek oldu ? 


En başta 3 kız kardeş yani iki ablalarım ve ben ilk öğrendik ve ilk şokun üstüne hemen kenetlendik. Sonra o halkaya can dostum övgü katıldı. Biricik ciğerparem, canımın içi kardeşim Yüksel önce telefonla sonra yurtdışı yaşantısını askıya alıp koşarak geldi elimden tuttu. Canım babam da 24 yıllık hayatını geride bırakıp yurtdışından geldi , o güçlü halkaya eklendi. Benim cefakar annem hastalığı öğrendiği andan itibaren sıkıca tuttu elimi, 'hiç ağlamayacağım kızım, güçlü olacağız dimdik durup bunun üstesinden geleceğiz. Sabır kızım sabır " diyerek güç verdi bana. Kemocan esnasında her fırsatta Adana'dan Hatay a gelen ve kelimden öpmeyi alışkanlık haline getiren, saçlarımın çıkmasına üzülen Ali Öğüt, an an benimle hastalığın bütün sıkıntılarını yaşayan Özgül Uğurlu Doğan, Teoman Urcan, taaa Bitlis'ten kalkıp yanıma gelen Canım Emoş annem ve abilerim (ev sahiplerim) kuzenlerim, arkadaşlarım teyzem, amcam, birlikte tedavimiz devam eden kuzenim Satı Yıldırım Saykan deneyimlerini benimle paylaşarak yoluma hep ışık tuttu, yine tedavi alan kuzenim Sevda Yıldırım.... Her canım yandığında ilk günden itibaren bıkmadan usanmadan yanımda olan aile doktorlarım abilerim ve ablam olan sevgili Alaattin Öztürk, Hüseyin Dur ve Belgin Kurt, . Her fırsatta yanıma gelip gülen yüzünü hiç eksik etmeyen canım arkadaşım Ferdam, Şerminim sağolun. 5 ay boyunca bütün işini bırakıp her kürde beni ve ailemi yalnız bırakmayan yaşadığım her acıyı birlikte yaşayan 3. ablam Şengül Yıldırım iyi ki varsın.. O kadar çoktular ki... Her yorulduğum da beni kaldırdılar sevdiler güvendiler . Hepsine teşekkür borçluyum.. İsmini yazamadıklarımdan da özür diliyorum.



Hayatınızda ne değişti kanser öncesi ve sonrası ? 


Güçlüydüm daha güçlü olmayı öğrendim. Başkaları üzülmesin diye kendimi üzmeyi yeğlerdim şimdi kendimin daha önemli olduğunu öğrendim. Gerektiğinden fazla hiç kimseye hiç bir şeye değer vermemeyi öğrendim. Sabretmeyi sabretmeyi öğrendim. Sevdiklerime ve beni çıkarsız gerçekten sevenlere daha sıkı sarılmayı öğrendim.


Kanserle dans eden arkadaşlara mesajınız var mı?


Bu hastalığın ismi ne kadar ürkütücü olsa da kendisi o kadar korkunç değil. Yeter ki ona uyumlu iyi bir partner olalım. Doğru ve kararlı adımlarla onu hayatımızdan çıkarabiliriz. Bunun için de sabırlı olmak lazım. Evet çok yoruluyoruz bazen gücümüz kalmıyor, hiç bitmeyecek gibi geliyor. Ama umuda sarılıp sabırla yürümek ve daima gülümsemek lazım. Her gülüş bir adım öne geçmektir bu dansta. Umutsuzluğa kapılmak yok. Her çıkışın bir inişi olduğunu unutmayın ve vazgeçmeyin sakın.


Kanserle Dans Ailesine söylemek istediğiniz bir şey var mı?



Kanserle Dansı hastalığım sayesinde tanıdım. İnsanların hikayelerini dinledim burada. Umutlu, mutlu hikayelerin yanı sıra kim biraz yorulsa, azıcık canı sıkılsa nasıl her bir üyenin daha doğrusu aile ferdinin ona nasıl sahip çıktığını sessiz sessiz izledim. Ben de bunalınca gücüm bitince sizlerden güç aldım. Bilmediğim bir çok konuda bilgi edindim. Kısacası yüreği bitmek bilmeyen bir sevgi okyanusu güzel aile iyi ki sizi tanıdım. Başta Esra ve Ebru hanım olmak üzere sen sevgili Nezih iyi ki varsınız hepinize teşekkür ederim. Gülen yüzünüz hiç eksik olmasın.



Aysun Yıldırım

18 Ekim 2013 Cuma

"Mutluluğun anahtarı...." Derleme: Saime Soyarslan

Cümlenin gerisini siz doldurun. Hepinize iyi hafta sonları dileriz.

Özge Deniz A.  : İçindeki umut kuşunu canlı tutabilmektir.

Engin Merve A. :Kalbinde saklıdır. İzin verirsen o anahtar açılır, izin vermezsen sonsuza dek kapanır. Her zorluğun bir güzelliği her güzelliğin de bir zorluğu vardır. Yeter ki isteyin ve mutlu olmayı deneyin. Bazen biz istesek de istemesek de hayat çizgisi üzerinde takılabiliyoruz, düşebiliyoruz. Ama yeniden hayata sımsıkı sarılınız. Sadece hayatınızda hiçbir şeyi ertelemeyin... Umutla sevgiyle güzel yarınlara...

Sevgi S. : Seni mutsuz eden her şeyi hayatından çıkarmak kendini çok sevmek.

Gulbın Akman A.: Sizlersiniz kanatsız melekler hep sağlıklı ve mutlu kalın. Sevgiyle…

Ebru Çağlar Ö.: Beyindeki serotinin seviyesi.

Öznur Tok K.: Benim için annemmmm.

Asiye Y. : İçimizde saklı… Bulması zor, kaybetmesi anlık… Hep yakınımızda… Önemli olan bulmak… Sağlık, sevgi, hayat şartları kilidi açmak için hepsinin etkisi var; ama hepsi de bizde bitiyor. Bazen güzel bir söz, bazen sevdiğin biriyle vakit geçirmek ya da soğanı elinle vurup kırmak bulgur pilavının yanında sevdiğin insanlarla paylaşmak. .. En önemlisi de önce sağlıklı olmak… Onun için kendinize iyi bakın ki mutluluğun anahtarını bulmak kolaylaşsın. Gülümsemeyi de unutmayın.

Nezih Hukay T.: Kendinle barışık olmaktır

Hakan R.:  İçindeki çocuğu yaşatabilmektir

Tolga A.: Mutlu, sağlıklı, sevgi dolu, bereketli bir güne açılsın gününüz.

Günaydın, günaydın, günaydın herkese…

Hayat bir kitaptır; o kitabı en güzel şekilde okuyun.

Hayat bir oyundur; o oyunu ustaca oynayın.

Hayat bir mücadeledir; güçlüklere sabırla göğüs gerin.

Hayat bir rüyadır; o rüyaları azimle gerçekleştirin.

Hayat fedakârlıktır; onu herkese cömertçe sunun.

Hayat sevgidir; sevip sevilerek tadını çıkarın.

Gününüz güneş kadar parlak, yolunuz okyanuslar kadar açık, kazancınız bol, mutlulukla dolu bir gün olsun.

Dilek A. Yapar : Kendini sevmek ve sevdiklerinle birlikte iyiyi de kötüyü de paylaşmak.

Lale S.: Sevgidir.

Kubilay Keser: Mutluluğun farkına varmak ve Allah'a şükretmektir. Allahıma şükürler olsun.

Dilek U.:Kişiye göre değişiyor mutluluk ama bence herkes için geçerli tek bir kelime var SAĞLIK. Sağlık=mutluluk tabi kıymetini bilene, anlayabilene.

Başak Ö.: SağlıkTan başka bir şey değildir.

Zeliha K.: Günaydın hayat her şeye rağmen yaşamaya değerdir.

Fulya Çınar G.: Sadece birbirini sevmektir, sevgidir; çünkü gerçek sevgi beraberinde bütün diğer olumlu duyguları beraberinde getirir. Hayatınızda sevgi yoksa, yani sevip aynı zamanda sevilmiyorsanız mutlu olmanız , hayatınızdaki diğer bütün şeyler çok da yolunda gitse bile manevi olarak beslenemiyorsanız, neyazık ki hiçbir zaman mümkün değildir.

Elif E. : Sağlık ve hayatının aşkını bulunca gelir.

Yildiz H. : Kişinin kendindedir.

İTİRAF EDİYORUM-İSTEDİĞİNİZİ YARATABİLİRSİNİZ Dr. Deniz Öner


Bir itirafım var… Ayıplanacağım ve ne kadar kötüsün diyecekler diye daha önce kimselere anlatamadığım bir durumdan söz edeceğim size.

Beni kınama hakkınız bakidir,  bugün ilk kez oğluma anlattım ve o bunu kendine saklamaman gerekir deyince vakit şimdidir dedim;

Biz çok yakın iki kız arkadaşız, muhtemelen 15-16 yaşlarındayız; yazlıktayız,  çok güzeliz, çok havalıyız, çok başarılıyız.. kışın sıkı çalıştığımız, yazın da sonuna kadar eğlendiğimiz günlerdeyiz..

 Arkadaşımın bir komşu kızı vardı; bizden birkaç yaş büyük olmalıydı, çay bahçesine gelirken (şimdi cafe denilen ama bizim zamanımızda yerler toprak, sandalyeler tahtadan bildiğiniz, çay bahçesiydi işte) bile elinde örgüsüyle gelen hanım hanımcık, hani ev kızı derler ya..Biz okuyup meslek sahibi olmak dışında alternatif tanımazken; o evlenip yuva kuracağı hayırlı bir kısmet bekliyordu.
Aslında biz de öyle ukala, şımarık genç kızlar değildik ama ..gerçi ben de biraz insanları iyi gözleme ve  taklt yeteneği de vardı, komik geliyordu yaptıklarımız..

 Hani o elinde örgüsü, iyi ev kızı modelinde ya..,biraz küçümsemek mi, şaka mı..şimdi hangi duyguyla yaptık hatırlamak zor...  Arkadaşımla birlikte ona bir mektup yazdık;
 Göztepede bir market sahibi, siyah bir BMW arabası olan, orta boylu, orta kilolu ve 25 yaşlarındaki  bir gencin ağzından ..ve   her zaman gittiğimiz çay bahçesinde de bir de randevu istedik ondan, niyeti ciddiydi..

Bu hayali adamdan gelen mektubu posta kutularına da attık…
Kızın o buluşmaya gidip gitmediğini asla öğrenemedik, kontrol de etmedik..dahası  unutmuştuk bile ..ancak bir sonraki yaz bu kızın evlendiğini öğrendik..şimdi ne var bunda diyebilirsiniz..
Evlendiği adamın Göztepe’de marketi, siyah BMW arabası olduğunu ve tam da bizim tarif ettiğimiz bir tipi olduğunu öğrendik..Şaşkınlığımızı anlatacak kelime olur mu sizce??..
 Bütün yazılarımda sizinle paylaştığım, aslında kendime de hatırlattığım ” istediğiniz şeylere odaklanmanız ve olacağına inanmanızdır”  değil mi?

O kızcağız,  bizim küstahça yaptığımız şakanın farkında olmadığı için;  Öyle bir adamın varlığına İNANDI ve onu YARATTI

Buradan hatırlamamız ve hiç unutmamamız gereken…
Sahip olmak istediğimiz ne ise sağlık, mutluluk, sevgi, maddi şeyler..
Mutlaka yazılı ve detaylı olmalı,

En önemlisi ise ona zaten sahip olduğunuza katıksız bir inancınız olmalı…(içinde şüphe, endişe kırıntısı olmamalı)

Bir keresinde biri bana demişti ki “hep aynı şeyleri söylüyorsun, ne zaman değiştireceksin; ben de sen ne zaman yapmaya başlarsan” demiştim.
Diyorum ki artık yapmaya başlayalım…

Sağlık, mutluluk ve sevgiyle kalın
Dr. Deniz ÖNER


SAVAŞTIĞINIZ ŞEY GÜÇLENİR; DİRENDİĞİNİZ ŞEY DİRENİR Dr. Deniz Öner

Geçenlerde Echart Tolle’un, Var Olmanın Gücü kitabında bir bölüm beni çok etkiledi ve  sizinle de paylaşmak istedim.
Belli durumlarda, kendinizi veya başka birini  bir düşmana karşı korumanız gerekebilir ama savaştığınız şeyi kötü olarak kabul edip “kötülüğün kökünü kazıma” misyonuna girişmemeye dikkat edin diyor.
Hani çok sık duyarız “buna karşı savaş”, “şuna karşı savaş” ..Uyuşturucuya, suç organizasyonlarına, terörizme, kansere, yoksulluğa, açlığa..ve ne yazık ki savaş açılan her şey daha da güçleniyor gibi görünmüyor mu?
Özellikle bulaşıcı hastalıklara karşı savaşta,  bir zamanlar kahraman olan antibiyotiklerin yaygın kullanımının, büyük ihtimalle  onlara karşı dirençli bakterilerileri hortlatması beklenmektedir.
Ciddi bir Amerikan tıp dergisine göre; ABD de tıbbi tedaviler, kalp hastalıkları ve kanserden sonra en ciddi sağlık problemi olmuş durumda.
Savaş bir zihin yapısıdır ve bu zihin yapısından kaynaklanan tüm eylemler; ya kötü olarak algılanan düşmanı güçlendirecek ya da savaş kazanıldığı takdirde birincisi kadar etkili ve genellikle daha güçlü yeni bir kötülük yaratacaktır. Savaş gibi bir zihin yapısının tutsağı olduğunuzda, algılarınız son derece seçici bir hal alır ve bozulur. Diğer bir deyişle, sadece görmek istediğinizi görür, onu da yanlış yorumlarsınız.
Barış istersiniz, barışı istemeyen hiç kimse yoktur. Ama içimizde dramı, çatışmayı isteyen bir şey vardır. İçinizdeki tepkiyi tetikleyen bir durumu ya da bir olayı beklersiniz: Birinin sizi bir nedenden ötürü suçlaması, size saygı duymaması, bölgenize izinsiz girmesi, bir şeyleri yapma tarzınızı sorgulaması, para hakkında tartışması gibi..
O zaman içinizde yükselen ve belki düşmanlık ya da öfke kılığına bürünmüş korkuyu, o güçlü enerji akışını hissedersiniz. Zihninizin pozisyonunu savunmak, suçlamak, saldırmak, haklı çıkarmak için yarıştığını hissedebiliyor musunuz? İçinizde savaşta olan, tehdit edildiğini hisseden ve ne olursa olsun hayatta kalmaya, bu tiyatro oyununda zafer kazanan karakter olarak kimliğini korumaya çalışan bir şeyin varlığını hissedebiliyor musunuz?
Huzurlu olmaktansa haklı olmayı tercih eden bir şeyin varlığı…
Burada savaşta olan egodur..hayatta kalmak için savaşan ..
Bir kez farkına vardığınızda EGO üzerinizdeki gücünü , hakimiyetini kaybedecektir..
Onun için ne zaman acı, öfke, kızgınlık hissederseniz onu kabul edin, kucaklayın..teslimiyet huzuru getirecektir..
Hep birlikte öğrenmek, hatırlamak, uygulamak üzere
Sağlıkla ve sevgiyle kalın

Dr. Deniz ÖNER