Eveeet Sevgili Günlük!
Bir süredir duygusal, hüzünlü, kimi zaman ılıman yazılarla normal bir kadın olma yolunda hızla ilerlediğimi görüp, yaşasınnn benim de kendi halinde, doğru düzgün, öyle “melül kuzu, kim çevirirse çevirsin kazı” bir sahibim oldu diye sevindirik oldun değil mi?
Oysa dinginlik ila dingillik arası gidip gelen ruhsal travmalarım var benim. Duygudan duyguya geçişlerim var. Hem bu konuda sürat rekorları kırmışlığım var. Hayatla ilgili kaygılarım, kaçışlarım, ortalığa incik boncuk saçışlarım var.
Kimi zaman manyağa bağlamak en güzelidir inan bana. Yoksa insan baş edemeyebilir hayatla.
Sen sevindin biliyorum. Ahan da bizimki sakinledi, oturttu o dallardan dallara, oralardan dağlara uçurduğu delişmen ruhunu diye mutlu oldun. Lakin erken sevindin canımın içi. Çok erken…
İşte geldim buradayım. Zaten ben normal olmak istesem de bırakmıyorlar a Günlük.
Şimdi niye dellendi bu hatun yine durup dururken diye geçiriyorsun içinden değil mi? Sor haydi bana. Haydi sor sor sor…
Anacığım, bilen bilir pek sevmem ben gazete okumayı. Bi lokmacık (!) kadınım ayol. O boyum kadar sayfaları çevirmek gavur eziyetinden beter. Hani versinler bana Nevyork Tayıms... Nasıl okuyorum bak o zaman. Kitap gibi, mini mini. Bizde de gazeteler bir gün gelir mi dergi boyutuna acep? Neyse efenim konumuz bu değil.
Bu sabah, mutena gazetelerimizin birinin magazin ilavesine azıcık göz gezdireyim dediydim. Benim gibi magazinle hiç ilgisi olmayan – ki halkımın yüzde sekseni böyledir- entelektüel – yine halkımın yüzde sekseni gibi- bir şahsiyet için ne zor bir durumdur tahmin edersin kanımca!
Hani yıllar evvel bir Demetler savaşı var idi. Hani iki hanım (!) kızımız bir uzun arkadaş için saç baş yolmuşlardı. Hatırlayanlar hatırlamayanlara anlatıversin bi zahmet. O günden bu yana gündem çok değişti. Şimdi bayat haber vermeyelim ahaliye.
İşte bu önemli zaferin sahibi olan evinin kadını çocuğunun anası şahsiyet manşetteydi.
Önce biraz ayrıntıya girelim. Mini mini bir kız çocuğu. Belli ki özenilmiş, giydirilmiş, süsletilmiş. Güneş gözlüğüne kadar düşünülmüş, yani o kadar. E hatun mesleğin eskilerinden. Bilir bu işleri. Her ne kadar şimdilerde anoreksik halleriyle içimizi kaldırsa da zamanının en hoş cins-i latiflerinden biriydi. Hem yavru star çocuu sayılır. Güneş gözlüksüz olmaz. Var mı Holivuud’da o koca şeyleri takmadan sokağa çıkan. Bizim ne eksiğimiz var? Çok şükür.
İşte bu hanım kızımız kendi öz be öz yavrusuna sorduğu şu soruyla manşetteki haklı yerini alıyor:
“Çıtırsu sen ne çocuğusun yavruuuum?”
Höööö? Nası yani? Yanlış okumuşumdur diye bir daha bakıyorum. Malum hem ihtiyarlıktan gözler seçememiş, hem aklın oynak ve dahi yarım olmasından istediği gibi algılamış olabilir. Bilirsin dervişin fikri ne ise zikri de oymuş.
Yok yok kaç kere okuduysam sonuç değişmiyor. Ben de daha güççümen puntolarla yazılmış olan ve detay veren bölüme geçiyorum hiç istemeyerek (!) Bu arada milletimin yüzde sekseninin de böyle yaptığını belirtmiş miydim? Okuyorum ve aydınlanıyorum. Işık gibi parlıyorum.
Allah beni ne etsin? Kızım senin için fesat. Sen de benden aşağı kalmazsın yani. Az kara yürekli değilsin he Günlük. Nelere yorduğunu bilmiyorum sanma.
Yavrucağa öğretmişler işte, “sen ne çocuğusun” diye soruyorsun buna, otomatiğe bağlamış, “aşk çocuğuyum” diye cevap veriyor.
Seninki aşk çocuğu da bizimkiler ne çocuğu? Aha da bu sıpalar Sütçü Ramiz Efendi’nin eşeğindenden değil a. Bizimkiler de zamanında aşka gelinerek imal edilmiş ürünler elbet.
Benim asıl sinirlendiğim nokta başka. Ulen alemde ne yavrular var be. Bizimkiler armut. Hadi sıkıyorsa dedirt benim bebelerden birine “ben aşk çocuuyum aplaaa” diye. Küçükten alıştırmak, iyi yetiştirmek lazım. Ağaç yaşken eğilir tabii. Bizimkiler artık odun kıvamına geldiler. Nereye bükeceksin?
Düşün şimdi Günlük. Düşün beee korkma. Düşünmek de suç değil a. Hangi devirde yaşıyoruz? Yoksa suç mu? Olsun sen yine de düşün. Birilerinin fener olması lazım karanlığa.
Düşün bak. Bizim eve misafir gelmiş. Beş-on kişi falan. E bizim kitlemiz de bu kadar olsun. Yetmiş milyona seslenemeyiz ya. Kapasite bu kadar. Şimdi benim Liseli odaya giriyor. Ben özendim ya diyelim... Çağırıyorum bunu dibime. Güneş gözlüğü taktıramayız yalnız ona. Hiç uğraşmayalım. Biraz küttür kendisi malumunuz vechiyle.
Bendeniz buna söyletecem ya aşkımızın mahsulü olduğunu. “Söyle bakalım amcalara Liseliiim… Sen ne çocuusun?”
Önce bir buza kesiyor ortalık. Liselim şoku atlatmaya ve kendine gelmeye çalışırken benim o mazlum, sakinlik abidesi koca kişisi oturduğu koltuktan benim olduğum tarafa doğru uçarak geliyor. Zannımca tamamen yanlışlık eseri tam da üzerime düşüyor.
Ben bu sırada, ağzımı eliyle kapatmaya çalışan koca kişisine inat “ama Dem….. , aş….. çocu…., gaze…., magaz….” şeklindeki yarım kalan kelimelerimle bir cümle oluşturmaya ve derdimi anlatmaya çalışıyorum. Misafirler telefonla bir yerleri arıyorlar. Kimi “vah vah” nidalarıyla yüzüme acıyarak bakıyor. Yerde o kadar debeleniyorum ki kafamı bir yerlere çarpıp duruyorum. Yavrucağım kıyamıyor, ağlayarak başımı tutuyor sıkı sıkı.
Bu sırada kapı açılıyor ve ellerinde tuttukları, düğmeleri arkadan iliklenen gömlekten anladığım kadarıyla kötü terzi olan iki kişi içeriye giriyor. Nedense o gömleği bana giydiriyorlar. Bir de kollarımı çarprazlayıp arkaya bağlıyor manyaklar. Moda böyle zahir. Lakin ağzıma bant takmalarını anlayamıyorum Mesaj kaygılı bir defile mi düzenleyecek bu kaçık terziler?
Ağzımın bantlı olması engel olabilir mi bana be? Ben hala konuşmaya çalışıyorum. Anlayan anlar.
“Mmmmm… Değmttttt… ağuuuşşşşşşşşşşkkk... çoğcuuuuu… bığrrraknnn... lağğnnn… oğğğğğğrosppp... çoğğğğccckklllllrrrı...”
En güzel günler, en güzel geceler senin olsun Günlük.
Bir süredir duygusal, hüzünlü, kimi zaman ılıman yazılarla normal bir kadın olma yolunda hızla ilerlediğimi görüp, yaşasınnn benim de kendi halinde, doğru düzgün, öyle “melül kuzu, kim çevirirse çevirsin kazı” bir sahibim oldu diye sevindirik oldun değil mi?
Oysa dinginlik ila dingillik arası gidip gelen ruhsal travmalarım var benim. Duygudan duyguya geçişlerim var. Hem bu konuda sürat rekorları kırmışlığım var. Hayatla ilgili kaygılarım, kaçışlarım, ortalığa incik boncuk saçışlarım var.
Kimi zaman manyağa bağlamak en güzelidir inan bana. Yoksa insan baş edemeyebilir hayatla.
Sen sevindin biliyorum. Ahan da bizimki sakinledi, oturttu o dallardan dallara, oralardan dağlara uçurduğu delişmen ruhunu diye mutlu oldun. Lakin erken sevindin canımın içi. Çok erken…
İşte geldim buradayım. Zaten ben normal olmak istesem de bırakmıyorlar a Günlük.
Şimdi niye dellendi bu hatun yine durup dururken diye geçiriyorsun içinden değil mi? Sor haydi bana. Haydi sor sor sor…
Anacığım, bilen bilir pek sevmem ben gazete okumayı. Bi lokmacık (!) kadınım ayol. O boyum kadar sayfaları çevirmek gavur eziyetinden beter. Hani versinler bana Nevyork Tayıms... Nasıl okuyorum bak o zaman. Kitap gibi, mini mini. Bizde de gazeteler bir gün gelir mi dergi boyutuna acep? Neyse efenim konumuz bu değil.
Bu sabah, mutena gazetelerimizin birinin magazin ilavesine azıcık göz gezdireyim dediydim. Benim gibi magazinle hiç ilgisi olmayan – ki halkımın yüzde sekseni böyledir- entelektüel – yine halkımın yüzde sekseni gibi- bir şahsiyet için ne zor bir durumdur tahmin edersin kanımca!
Hani yıllar evvel bir Demetler savaşı var idi. Hani iki hanım (!) kızımız bir uzun arkadaş için saç baş yolmuşlardı. Hatırlayanlar hatırlamayanlara anlatıversin bi zahmet. O günden bu yana gündem çok değişti. Şimdi bayat haber vermeyelim ahaliye.
İşte bu önemli zaferin sahibi olan evinin kadını çocuğunun anası şahsiyet manşetteydi.
Önce biraz ayrıntıya girelim. Mini mini bir kız çocuğu. Belli ki özenilmiş, giydirilmiş, süsletilmiş. Güneş gözlüğüne kadar düşünülmüş, yani o kadar. E hatun mesleğin eskilerinden. Bilir bu işleri. Her ne kadar şimdilerde anoreksik halleriyle içimizi kaldırsa da zamanının en hoş cins-i latiflerinden biriydi. Hem yavru star çocuu sayılır. Güneş gözlüksüz olmaz. Var mı Holivuud’da o koca şeyleri takmadan sokağa çıkan. Bizim ne eksiğimiz var? Çok şükür.
İşte bu hanım kızımız kendi öz be öz yavrusuna sorduğu şu soruyla manşetteki haklı yerini alıyor:
“Çıtırsu sen ne çocuğusun yavruuuum?”
Höööö? Nası yani? Yanlış okumuşumdur diye bir daha bakıyorum. Malum hem ihtiyarlıktan gözler seçememiş, hem aklın oynak ve dahi yarım olmasından istediği gibi algılamış olabilir. Bilirsin dervişin fikri ne ise zikri de oymuş.
Yok yok kaç kere okuduysam sonuç değişmiyor. Ben de daha güççümen puntolarla yazılmış olan ve detay veren bölüme geçiyorum hiç istemeyerek (!) Bu arada milletimin yüzde sekseninin de böyle yaptığını belirtmiş miydim? Okuyorum ve aydınlanıyorum. Işık gibi parlıyorum.
Allah beni ne etsin? Kızım senin için fesat. Sen de benden aşağı kalmazsın yani. Az kara yürekli değilsin he Günlük. Nelere yorduğunu bilmiyorum sanma.
Yavrucağa öğretmişler işte, “sen ne çocuğusun” diye soruyorsun buna, otomatiğe bağlamış, “aşk çocuğuyum” diye cevap veriyor.
Seninki aşk çocuğu da bizimkiler ne çocuğu? Aha da bu sıpalar Sütçü Ramiz Efendi’nin eşeğindenden değil a. Bizimkiler de zamanında aşka gelinerek imal edilmiş ürünler elbet.
Benim asıl sinirlendiğim nokta başka. Ulen alemde ne yavrular var be. Bizimkiler armut. Hadi sıkıyorsa dedirt benim bebelerden birine “ben aşk çocuuyum aplaaa” diye. Küçükten alıştırmak, iyi yetiştirmek lazım. Ağaç yaşken eğilir tabii. Bizimkiler artık odun kıvamına geldiler. Nereye bükeceksin?
Düşün şimdi Günlük. Düşün beee korkma. Düşünmek de suç değil a. Hangi devirde yaşıyoruz? Yoksa suç mu? Olsun sen yine de düşün. Birilerinin fener olması lazım karanlığa.
Düşün bak. Bizim eve misafir gelmiş. Beş-on kişi falan. E bizim kitlemiz de bu kadar olsun. Yetmiş milyona seslenemeyiz ya. Kapasite bu kadar. Şimdi benim Liseli odaya giriyor. Ben özendim ya diyelim... Çağırıyorum bunu dibime. Güneş gözlüğü taktıramayız yalnız ona. Hiç uğraşmayalım. Biraz küttür kendisi malumunuz vechiyle.
Bendeniz buna söyletecem ya aşkımızın mahsulü olduğunu. “Söyle bakalım amcalara Liseliiim… Sen ne çocuusun?”
Önce bir buza kesiyor ortalık. Liselim şoku atlatmaya ve kendine gelmeye çalışırken benim o mazlum, sakinlik abidesi koca kişisi oturduğu koltuktan benim olduğum tarafa doğru uçarak geliyor. Zannımca tamamen yanlışlık eseri tam da üzerime düşüyor.
Ben bu sırada, ağzımı eliyle kapatmaya çalışan koca kişisine inat “ama Dem….. , aş….. çocu…., gaze…., magaz….” şeklindeki yarım kalan kelimelerimle bir cümle oluşturmaya ve derdimi anlatmaya çalışıyorum. Misafirler telefonla bir yerleri arıyorlar. Kimi “vah vah” nidalarıyla yüzüme acıyarak bakıyor. Yerde o kadar debeleniyorum ki kafamı bir yerlere çarpıp duruyorum. Yavrucağım kıyamıyor, ağlayarak başımı tutuyor sıkı sıkı.
Bu sırada kapı açılıyor ve ellerinde tuttukları, düğmeleri arkadan iliklenen gömlekten anladığım kadarıyla kötü terzi olan iki kişi içeriye giriyor. Nedense o gömleği bana giydiriyorlar. Bir de kollarımı çarprazlayıp arkaya bağlıyor manyaklar. Moda böyle zahir. Lakin ağzıma bant takmalarını anlayamıyorum Mesaj kaygılı bir defile mi düzenleyecek bu kaçık terziler?
Ağzımın bantlı olması engel olabilir mi bana be? Ben hala konuşmaya çalışıyorum. Anlayan anlar.
“Mmmmm… Değmttttt… ağuuuşşşşşşşşşşkkk... çoğcuuuuu… bığrrraknnn... lağğnnn… oğğğğğğrosppp... çoğğğğccckklllllrrrı...”
En güzel günler, en güzel geceler senin olsun Günlük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder