Nülgüzar aplaaaa!
Hııı ne var gızııım, ne var guzuum...
Gel az gel, bak sana ne dedikodular verceem...
Abovvv, gızıım, biliyin, ben dedigoduyu heç sevmem, kamuoyunun merak ettiği gonuları aydınlatırım, hepisi o. Bir çeşit amme hizmeti beemkisi...
Bilmem mi aplacııım. Bak şimdi, bu İncegül manyaa var ya, hastaymış biliyon muu...
Anaaam, gız o hasta neyin olmaaz, bi yanlışın olmasın...
Yok aplam, yook. Elinde bi torba ilaçla eczaneden çıkarken görmüş bizim Mühimcan. Bana dedi, Haspanaz bebeğim, bu sizin manyak İncegül var ya, harbi manyak ha... Gitmiş bi dünya ilaç almış... Vuaaavvv, akşam ortamlara mı akacek ne... diye aplacıım.
Abbovvvv, hemi de ilaç gullanacak he mi? Vışşşş... Dimek durum ciddi.
He valla apla, eczacı da benim eski kırıklardan ya, ona sordum, hem bronşit olmuş, hem sinüzit.
Garda mı yatmış bu garı, ne etmiş bu kadar yaff.
Ay Nülgüzar apla, bilmiyon mu, yalın ayak, başı kabak, ay ben sevgi pötürcüğüyüm, amanda uç uç kelebeğim, yağmurlarda ıslanırım diye diye şemsiyesiz dolaşmıyo mu?
He vallah dolanıyur...
Sabahları duşunu alıp saçları kurutmadan, savura savura sahilden doğru yürümüyo mu?
He vallah yürüyur...
Hatun kendini, benim gibi çıtır falan zannediyo heralde... hahaaay...
He vallah zannediyur.
Kocası da her akşam elleri kolları dolu geliyomuş, meyve falan alıyomuş, hatta geçen akşam hediye paketiyle gitmiş eve diyolar...
Vah vah vahhh... Son günlerini mutlu geçirsin diye zaar. Bi de adama güt-müt diyurdu zalımın gızı. Bah adamcağız gözünün içine bakıyur.
Aman bırak apla ya... Nankör bu, nankör. Ahhh benim öyle kocam olceek...
Höööööyyyyyt..... Ulen cadılar, biraz boş bırakmaya gelmiyor ha. İşgal etmişsiniz hemen. Ben sizi buralarda görmeyeyim demedim mi ? Hadi yaylanın da parçalatmayın kendinizi, gamlı baykuşlar sizi...
Ah sayın okuyucum, bilemezsiniz neler geldi başıma. Bir ince hastalığa yakalandım ki sormayınız. Türkiye'nin en meşhur mütehassısları geldi de bir teşhis koyamadılar rahatsızlığıma. Sonunda dünyada bu hastalığı tedavi edebilecek tek bir doktor olduğunu ve onun da bir aşk acısı sonucu, mesleği bırakmış, kendini içkiye vermiş bir adam olduğunu öğrendik. Neyse ki minik yavrum, bütün sevimliliğiyle gözlerini devire, devire "amcacığım, ne olur, annemi yalnızca siz kurtarabilirsiniz" diye onu ikna etti de ben de aranıza yeniden dönebildim.
Sahalardan uzak kaldığım süre zarfında beni, gerek telefonla arayıp "dön artık, sen olmadan hiçbir şeyin tadı tuzu yok" diyen, gerek mail yağmuruna tutup "geri gelmezsen, toplu eylem yapar, hatta Taksim Meydanı'nda yürüyüşe geçeriz" diye kendini kaybeden, gerekse başlattıkları "İncegül bloona dön" imza kampanyalarıyla yoğun ısrarlarını esirgemeyen değerli halkıma, "İncegül hanım, ne zaman geliyorsunuz" diye röportaj isteğinde de bulunan basın mensuplarına teşekkürlerimi bir borç bilirim. (Hastalıktan değilse de, yalandan kesin gidecem ya neyse...)
Bu esnada bir mim daha geliyor yan masadan. Sevgili Bendeniz hanımefendi ve değerli bloglarından "masaüstünde ne var" yar koynuna bir çift güvercin konmuş... adlı güzel eseri hemen seslendirelim efenim. Şu anda masamın üstünde bi dünya evrak, bir fincan çay, kalem, çer-çöp var, diye iyyrenç bi espri yapmıyciim kuzum meraklanma. Masaüstümde kız kulesinin nefis bir görüntüsü var. İçinde öykülerim olan bir klasör ve köy resimlerimin olduğu bir klasörden başka bana ait hiçbir şey yok. Yavrularıma ait tümüyle. Ben fedakar ve cefakar bir anneyim. Ağşamınan fotoğrafını da çektirip koyacam, şimcilik şeker kız ile onun bir türlü vuslata eremediği yakışıklı sevgilisinin resmiyle idare ediverin... Demiş idim ama gördüğünüz gibi resmi de bi koşu ekleyiverdim. Ah ne becerikli bir hatunum yahuu!
Efenim ben buralardayım, şimdilik... Yine görüşürüz... Şimdi gidip şu zümüklerimi sileyim. O arada mimi de Perilime gönderivereyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder