31 Aralık 2009 Perşembe
NEŞELİ YILLAR
Hayaller kurduk biz eskiden. Zehir zemberek gecelerde, içimizi sıcacık eden düşler gördük. Kimimiz kavuştu ereğine, kimimiz baktık öylece geriden. Ama hepimiz yaşadık önümüze sunulanı isteyerek veya istemeden.
Umut ettik her yeni gelenden. Umudu besledik her yıl yeniden ve yeniden.
Sonra baktık ardımıza, binlerce çürütülmüş yıl eskisi... İsli, puslu, küf kokulu, hatta yaşanmadan tüketilen...
Hep yarına saklamışken yaşanacakları, hep geleni beklemişken bir dolu hayat için... Anladık ki bitmiş heybemizdeki servet. Ah o zaman yok mu; artırmaya çalışırken eksilen...
Oysa biz bilseydik gün gün dökülecek parmaklarımızın arasından sular... Ah bir düşünseydik, kuruyacak gün gelecek o tükenmez sandığımız pınar... Olabildi mi bunca vakit bir anlayabilen?
Bir Haziran ikindisine teslim edip gülüşünü, bölüşmek simidini o yaralı martıyla... Bir serseri Mayıs akşamı, çapkın uçuşan eteklerini seyretmek memleketin... Ya da kavruk bir Temmuz öğleninde, serinlemek karşı yakadan gelen dost bir vapurun selamıyla...
Görebilmekti aslolan; görmedik...
Gidebilmekti uzak yolculuklara korkmadan; gitmedik...
Yaşamaktı erek oysa; yaşamadık...
Hele sorun şimdi dostlar; var mıdır geçip gidenleri geri döndürebilen?
Yeni gelenin, umut edilen yarınlar değil, mutlu kılınan bugünler yaşatması dileğiyle... Nice uzun senelere...
28 Aralık 2009 Pazartesi
YENİ YIL ARMAĞANI: ADIYAMAN'DA ÇOCUKLARIM VAR
Hayatın en güzel tonlarını paylaştığım blogdaşlarım,
Sizlerin katkılarıyla bir çok düşümü gerçekleştirdim. Her Çocuğun Bir Masalı Olmalı Kütüphanesi, 33 Okul 3003 Öğrenci İçin Kırtasiye Desteği derken pek çok güzel işi birlikte başardık.
Son olarak Adıyaman Sevgi Çocuk Yuvası ve Adıyaman 80. Yıl Rehabilitasyon Merkezi'ndeki çocuklarımız için yürek yüreğe verdik. Bu gün aldığım habere göre, yolladığımız armağanlar 30 Aralık'ta düzenlecek olan yılbaşı kutlamasında dağıtılacakmış.
Bu güzellikler için...
Başta Birmilyonkalem (1MK) gibi bir platformda bana tanıdığı koşulsuz özgürlükle pek çok işe imza atmamı sağlayan 1MK admini Erkan BAL'a çok teşekkür ediyorum. 1MK inancın, azmin ama en önemlisi karşılıklı güven ve saygının bir ürünüdür. Böyle bir yazın dünyasını kurmak ve yaşatabilmek de gerçekten zordur. Erkan Bal bunu başarmıştır. Editörlüğünü yapmaktan her zaman onur duyduğum 1MK'nın yakın gelecekte çok daha iyi bir noktaya geleceğine inanıyorum.
1MK'nın genç ve üretken editörleri: Beenmaya, BiGaripWomen, Efsa, Cofee, Damak, Ateşböceği yaratıcılıkları, inançları ve umutlarıyla sitemizi ateşlediler. 1MK kendileriyle daha canlı bir yapıya kavuştu. Hep birlikte nice projelere imza atabilmek umuduyla diyorum.
1MK'nın yürüttüğü tüm projelere destek veren tüm blogdaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Ama bazıları var ki onların isimlerini anmadan geçemeyeceğim: Pino, Senbilirsinabla, Çocuk, Naif Karabatak, Zuhal Vogit, Evren, Zeynep Azra Altundal, Delfina, Haşim Arıkan, Aydan Atlayan Kedi, Kara Kalem ve Belgin verdiğiniz destek için çok teşekkür ediyorum. Yeni yılla birlikte memleket sevdalısı, çocukların gülücüklerine karışmak isteyen dostlarımın sayısının artmasını diliyorum.
Adıyaman rüyasının gerçekleşmesinde emeği geçen herkese sonsuz sevgilerimi gönderiyorum.
*Armağan gönderen dostların isimleri yeni yılla birlikte 1MK sayfasında duyurulacaktır.
24 Aralık 2009 Perşembe
zamana meydan okur dizelerim
üryanlığı giyinmiş kadın kadar kapalı bir yatakta
küstümden bozma
iki yastık durur
yan yana
aşk ritminin ustaları
bedeni anımsayarak
direnir unutulmaya
gözler okşar
aklın hediyesi hayalden sevgiliyi
kuş bakışı sarılınır yokluğa
dudak mırıldanır
bir aralık gel
sarıl bana
usulca
uyanınca gözler
aşkla
gün ışığının gözleri kamaşır
kaçar,
sığınır perde ardına
aşk aşk atar yürek
"ey zaman, geçme dur biraz! "
dercesine
"tamam da, ne zamana kadar? "
diye sorar zaman.
o vakit
dil,
lal olur
aşk,
sırça bir hayal
küstümden bozma
iki yastık durur
yan yana
aşk ritminin ustaları
bedeni anımsayarak
direnir unutulmaya
gözler okşar
aklın hediyesi hayalden sevgiliyi
kuş bakışı sarılınır yokluğa
dudak mırıldanır
bir aralık gel
sarıl bana
usulca
uyanınca gözler
aşkla
gün ışığının gözleri kamaşır
kaçar,
sığınır perde ardına
aşk aşk atar yürek
"ey zaman, geçme dur biraz! "
dercesine
"tamam da, ne zamana kadar? "
diye sorar zaman.
o vakit
dil,
lal olur
aşk,
sırça bir hayal
Kar âdeta aşk gibi değil mi?*
Bir aşkın ya da karlı bir günün ne kadar süreceğini biz belirleyebilsek ne güzel olurdu değil mi?
Ey kar! Bilir misin yaşamımın en özel anlamında imzan var? Dedem karlı soğuk bir günde vefat etti. Kabristan soğuğunu ta içimde hissettim şimdi. İş hayatıma karlı bir günde başladım. Karlı bir günde memleketimden gittim okumaya uzaklara. Karlı bir günden döndüm baba ocağına başka bir kıtadan. Karlı bir gün de abim evlendi. Karlı bir günde yedi yıllık zihinsel esaretten teskere aldım. Bu gün kar yağıyor hayatımın şimdisinde.
Acaba o zaman bu kadar vazgeçilmez olurlar mıydı? Bütün hayatımı kar görmek ve aşk yaşamak için harcayabilir miyim? Sanırım bunu yapıyorum. Her mevsim karın yağmasını bekliyorum. Her mevsim başka aşk arıyorum. Her iki tutkumda süregen olmadığı içinde acı çekiyorum.
Bugün kar yağıyor yine. Çocukluğum en güzel anılarını hatırladım. Hiç tamamlayamadığımız kardan adamları gözümün önünde canlandırdım. Kızakla kayışlarımızı. Abimin yaralanmayayım diye beni dolma gibi giydirip, sıkıca sarılışını hatırladım. Ne güzel günlerdi. Yanımda abim vardı. Her zaman yanımda abim vardı. Sonra ilk gençlik yıllarında birlikte çıktığımız kar yürüyüşlerini anımsadım. Uzun sohbetlerimizi, şiir okumalarımızı, anılar anlatıp, gülüp ağlaşmalarımızı anımsadım. Ne çok seviyorum ağabeyimi. Tüm bunları yeniden yapmak istiyorum. Yaşadığımı hissediyorum. Anıların hücumu, benim var olduğumu gösteriyor. Anımsamak istiyorum geçmişi.
Her anımsadığım şeyin illaki keyifli olması gerekmiyor. Dedem'le upuzun bir kış yaşadım ben. Dumanı üzerinde tüten çay içmeyi bana öğreten adamdır kendisi. Bağlama tadında türküler söylerdi, ben dinlerdim. Taş plaktan şimdi adını bile anımsamadığım içli şarkılar dinlerdik. Bana türkü söylemeyi öğretirdi Dede'm. Söylediğim bir türküde gözünden yaş gelmişti. "Bana dönüp en çocuk yanınla işte sen böyle bir şeysin demişti" göz yaşını gösterip. O zaman ne söylediğini hiç anlamamıştım. Ama şimdi gözyaşlarının ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Yüreğin başka temizleyicisi yokmuş be Dede'm!
Kafam karışık bu aralar. Ne olduğumu sorguluyorum. Ben neyim? Çiy tanesi mi, göz yaşı mı, kar tanesi mi yoksa kardelen mi? Hepsinin özünde bir başkaldırı ve yalnızlık var. Tek başıma çıktığım uzun kar yürüyüşlerini hatırladım. Dilencilerin birbirine sokulup uyuyuşu canlandı gözümün önünde. İşte en büyük aşk budur değil mi? Aklıma düşen kar tanelerini topluyorum şimdi. Göz yaşlağım çığ sanki...
Bugün kar yağıyor yine. Çocukluğum en güzel anılarını hatırladım. Hiç tamamlayamadığımız kardan adamları gözümün önünde canlandırdım. Kızakla kayışlarımızı. Abimin yaralanmayayım diye beni dolma gibi giydirip, sıkıca sarılışını hatırladım. Ne güzel günlerdi. Yanımda abim vardı. Her zaman yanımda abim vardı. Sonra ilk gençlik yıllarında birlikte çıktığımız kar yürüyüşlerini anımsadım. Uzun sohbetlerimizi, şiir okumalarımızı, anılar anlatıp, gülüp ağlaşmalarımızı anımsadım. Ne çok seviyorum ağabeyimi. Tüm bunları yeniden yapmak istiyorum. Yaşadığımı hissediyorum. Anıların hücumu, benim var olduğumu gösteriyor. Anımsamak istiyorum geçmişi.
Her anımsadığım şeyin illaki keyifli olması gerekmiyor. Dedem'le upuzun bir kış yaşadım ben. Dumanı üzerinde tüten çay içmeyi bana öğreten adamdır kendisi. Bağlama tadında türküler söylerdi, ben dinlerdim. Taş plaktan şimdi adını bile anımsamadığım içli şarkılar dinlerdik. Bana türkü söylemeyi öğretirdi Dede'm. Söylediğim bir türküde gözünden yaş gelmişti. "Bana dönüp en çocuk yanınla işte sen böyle bir şeysin demişti" göz yaşını gösterip. O zaman ne söylediğini hiç anlamamıştım. Ama şimdi gözyaşlarının ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Yüreğin başka temizleyicisi yokmuş be Dede'm!
Kafam karışık bu aralar. Ne olduğumu sorguluyorum. Ben neyim? Çiy tanesi mi, göz yaşı mı, kar tanesi mi yoksa kardelen mi? Hepsinin özünde bir başkaldırı ve yalnızlık var. Tek başıma çıktığım uzun kar yürüyüşlerini hatırladım. Dilencilerin birbirine sokulup uyuyuşu canlandı gözümün önünde. İşte en büyük aşk budur değil mi? Aklıma düşen kar tanelerini topluyorum şimdi. Göz yaşlağım çığ sanki...
Ey kar! Bilir misin yaşamımın en özel anlamında imzan var? Dedem karlı soğuk bir günde vefat etti. Kabristan soğuğunu ta içimde hissettim şimdi. İş hayatıma karlı bir günde başladım. Karlı bir günde memleketimden gittim okumaya uzaklara. Karlı bir günden döndüm baba ocağına başka bir kıtadan. Karlı bir gün de abim evlendi. Karlı bir günde yedi yıllık zihinsel esaretten teskere aldım. Bu gün kar yağıyor hayatımın şimdisinde.
İşte kar yaşamımın bir özeti gibi. İçinde her türlü yaşantıyı barındırdığı için bu kadar özel.
Görsel: deviantart
*Bu yazı Onat Kutlar' ın anısına kaleme alınmıştır. En sevdiğim kardelen yazısını yazan adama saygılarımla..
*Bu yazı Onat Kutlar' ın anısına kaleme alınmıştır. En sevdiğim kardelen yazısını yazan adama saygılarımla..
22 Aralık 2009 Salı
kesik
tenimin teninle bilendiği zamanlar
kelebek ömrüymüş geceler
bende söndürdüğün solukların izini sürdüm
gündüzler dipsiz kuyu
dudak payı bırakmışız kavuşmaya
ondandır
kalp her kuruttuğunda canımı
dokunmam dudaklarıma
seni seviyorum..................
21 Aralık 2009 Pazartesi
SELAM MİLLET...
Vakti zamanında ben ve mahallemizin diğer sidikli bebeleri, amerikan filmlerindeki veletlere özenmiş, annemizden zılgıtı yediğimizde, ya da o dünyanın bütün yükleri omuzlarımıza çöktüğünde, duvarlar üzerimize üzerimize geldiğinde kaçmak için, bir "gizli yer" arayışına girmiştik.
Kimimiz komşunun kullanmadığı kömürlüğünde, eli yüzü kapkara vaziyette eve dönüp bir posta papara daha yemiş, kimimiz yıkılmak üzere olan mahallenin perili evini mesken tutmuş da korkudan altımıza doldurmuş, kimimiz de otun potun içinde üstümüzü başımızı dikenler parçalamış vaziyette dönmüştük o "gizli yer" den.
Gizli yer bulacam diye kaç kere kaybolup salya sümük ağlayarak, zor zahmet eve vardığımı hatırlamıyorum bile. Hatta bir keresinde şarapçıların mekanında uyuyakalmıştım da korkudan üç buçuk atıp, yusuf yusuf nidalarıyla kaçmıştım oradan.
Lakin hiç vazgeçmez mi bir insan evladı. Hiç mi yorulmaz imkansızın peşinde sürüklenmekten. Yok işte!.. Öyle bir yer, öyle bir sığınak yok. Ulen ömür bitti be. Hala arayıp duruyorsun. O sadece bir holivud hilesiydi. Çocukluğun bile erişemediği bir hayal...
Bir daha asla bir kağıt helva sevinciyle kanatlanmayacak yüreğin. Bir daha hiç o eriğin en tepesini gözüne kestiremeyeceksin. Ya nane şekerlerini, kaymaklı dondurmanın serinini ne versen geri alabileceksin? Gülen salıncaklar, neşeli kaydıraklar arkadaşın olmayacak artık. Ve öyle ortadasın ki şimdi, bir daha asla gizlenemeyeceksin.
Akıllan artık, akıllaann!..
Hele durun!.. Şu üzerimdeki kiri pası bir silkeleyeyim, geliyorum...
20 Aralık 2009 Pazar
Sevişirken Çiçek Kokan Adamlardan Nergis Aldım*
Soğuktu hava. Bilinenin aksine aralık s’eksi değildi. Sımsıcaktı. Yol boyu el ele, sarmaş dolaş olmuş çiftlere baktı Limon (Sarı araba!). Birkaç adım ötede, onlara bakıp iç geçiren yeni yetmelere, maça kızlarına, evde kalmışlara, kocamışlara, tazeyken dul kalmışlara, gösterip de vermeyenlere, kendinin hiç farkında olmayanlara vs., vs., vs. baktı Limon (Sarı araba!).
İnsan olmak nasıl bir şey diye düşündü? Çelikten gövdesine o anda bir damla yağmur çarptı. Derin bir soluk aldı Limon (Sarı araba!). Titredi.
"İnsan olmak" diye inledi, galiba "Dokunmak" dedi. İşte o anda sert bir rüzgar esti.
Tam sarı arabaya binmeye hazırlanıyordu ki etekleri savruldu Uzağa Giden’in. Beresi düştü yere. Bukle, bukle simsiyah saçları döküldü omzuna. Rüzgar, saçlarını taradı. Buna hiç itiraz etmedi kadın. Yüzünü döndü rüzgara. Açtı kollarını iki yana; sanki tutkuyla sevdiğini kucaklar gibiydi. Sanki onu öpecekti hoyrat rüzgar. Yumdu gözlerini kadın. Nasıl güzeldi bu duygu. İliklerine işledi soğuk. “Uzun süredir saçlarım böyle taranmamıştı” dedi kadın.
"Rüzgar! Elleri gibiydi. Özlediğim eller gibi''. İşte o pencerenin perdesini havalandıran rüzgar sendin! Kızların eteklerini uçuran haylaz rüzgar. Kibritçi kızın ellerini donduran zalim rüzgar. Nisanda bedenleri çıplak koyan, sevişmeye hasret rüzgar! İşte o sendin değil mi? Aralıkta geldin. Geldin değil mi rüzgar? Ses veremedi rüzgar. En kuytularında gezdi kadının. İçini titretti. Varlığını hissetti kadının. Oysa kadın, sadece ona sözleriyle dokundu. Rüzgarın soluğu kesildi. Kaçtı... Bir hışımla gitti rüzgar. Duramadı kadının karşısında.
Eğildi beresini aldı Uzağa Giden. Gülümsedi.. "Üşüdüm" dedi titrek bir sesle. Limon (Sarı araba!) sardı kadını. Yol boyu, çiçek satan adamları gördüler. Soğuk havayı, çiçekle ısıtan adamlara baktı ikisi de, tokat tokat yağan yağmurun inlettiği pencerenin ardından. Kara yüzlü, elleri soğuğa yenilmiş adamlar bunlar diye düşündüler. Kendi evlerine, kadınlarına hiç çiçek götürmemişler onlar. Ama çiçek kokan adamlar bunlar. Sevişirken çiçek gibi olan adamlar. Sevişirken nergis kokan adamlardan çiçek aldım.
İşinden dolayı nergis kokan adam baktı yüzüme. “Bu gece karına nergis kokacaksın” dedi ona, içinden, Uzağa Giden. "Kadınına bu kokuyu hissettir be adam. Sev onu işte. Sev! Senin kadının olduğunu hissetsin işte. " diye fısıldadı. KADIN nergis, NERGİS kadın olsun. Sen de buram buram kadın, nergis kok be ADAM!
Ellerime nergis değsin istedim o anda. Çiçek kokmak istedim. Gelmeyeceğini biliyorum. "Bekleme beni artık.'' dedin. "Bekleme bu gece!". Olsun belki gelirsin, bekleyeceğim! Yalandan da olsa "Geleceğim." deseydin keşke. Gelmesen de bekleyeceğim! İşte bu nedenle çiçek kokmak istedim. Sen gelecekmişsin gibi, sana hazırlanmak istedim. Sana uyumak ve sana uyanmak istedim. İşte bu nedenle, bir çiçek gibi kokmak istedim. Nergis kokmak istedim. İki demet nergis aldım. Biri ben, biri sen.
Çiçek çiçek koktu sarı araba. Uzun zaman olmuştu, Uzağa Giden çiçek almayalı. Gülümsüyordu kadın. Elleri dokunuyordu sarı yapraklara. Sonra saçlarına gitti eli. Bir yaprak tutuklu kalmıştı buklelerde. Daha bir gülümsedi kadın. "O sakladı bunu saçlarıma" diye mırıldandı. 'Rüzgar! Rüzgar! Rüzgar!' diye çoştu kadın. Derin bir soluk aldı... Sustu!
Mırıldanmaya başladı o anda.. Tandık geldi şarkı Limon'a (Sarı araba!). Duygu Can (Radyo!) anımsadı melodiyi.. Ah! Keman öğretmeni..
-Hazır mısınız ?
-Evet efendim
-Kemanın akordu tamam mı?
-Evet
-İyi, başlayabiliriz.. 'fa'
-'la, mi'
-'re, mi, fa'
-'mi'ye dikkat et
-Affedersiniz
-'sol'
-'si, fa'
-'sol, la, si'
-'la, si, do, la, fa'
Nedir bu duyduğum heyecan
Bambaşka bir duyguyla coşuyor şu an içim
Nasıl da parlıyor gözlerim
Bir duygu, unuttuğum, kaplıyor her yanımı
Âşık mı oluyorum 20 yaş farka rağmen
Ben sana söylemek istiyorum ki
Ben seni öyle çok seviyorum ki
Seninle birlikte göz göze
Geldiğimiz anlarda, bir garip oluyorum
Bilmem ne olacak sonum
Sana ders vermek için günleri sayıyorum
Âşık mı oluyorum 20 yaş farka rağmen
- İyi, yarından sonra görüşürüz
- Hayır efendim
- Perşembe öyleyse
- Hayır efendim, artık dayanamayacağım ...
- Neden, derslere devam etmek istemiyor musun?
- Hayır efendim.
- Peki ama neden?
-Çünkü ben de, ben de sizi seviyorum
İnsan olmak nasıl bir şey diye düşündü? Çelikten gövdesine o anda bir damla yağmur çarptı. Derin bir soluk aldı Limon (Sarı araba!). Titredi.
"İnsan olmak" diye inledi, galiba "Dokunmak" dedi. İşte o anda sert bir rüzgar esti.
Tam sarı arabaya binmeye hazırlanıyordu ki etekleri savruldu Uzağa Giden’in. Beresi düştü yere. Bukle, bukle simsiyah saçları döküldü omzuna. Rüzgar, saçlarını taradı. Buna hiç itiraz etmedi kadın. Yüzünü döndü rüzgara. Açtı kollarını iki yana; sanki tutkuyla sevdiğini kucaklar gibiydi. Sanki onu öpecekti hoyrat rüzgar. Yumdu gözlerini kadın. Nasıl güzeldi bu duygu. İliklerine işledi soğuk. “Uzun süredir saçlarım böyle taranmamıştı” dedi kadın.
"Rüzgar! Elleri gibiydi. Özlediğim eller gibi''. İşte o pencerenin perdesini havalandıran rüzgar sendin! Kızların eteklerini uçuran haylaz rüzgar. Kibritçi kızın ellerini donduran zalim rüzgar. Nisanda bedenleri çıplak koyan, sevişmeye hasret rüzgar! İşte o sendin değil mi? Aralıkta geldin. Geldin değil mi rüzgar? Ses veremedi rüzgar. En kuytularında gezdi kadının. İçini titretti. Varlığını hissetti kadının. Oysa kadın, sadece ona sözleriyle dokundu. Rüzgarın soluğu kesildi. Kaçtı... Bir hışımla gitti rüzgar. Duramadı kadının karşısında.
Eğildi beresini aldı Uzağa Giden. Gülümsedi.. "Üşüdüm" dedi titrek bir sesle. Limon (Sarı araba!) sardı kadını. Yol boyu, çiçek satan adamları gördüler. Soğuk havayı, çiçekle ısıtan adamlara baktı ikisi de, tokat tokat yağan yağmurun inlettiği pencerenin ardından. Kara yüzlü, elleri soğuğa yenilmiş adamlar bunlar diye düşündüler. Kendi evlerine, kadınlarına hiç çiçek götürmemişler onlar. Ama çiçek kokan adamlar bunlar. Sevişirken çiçek gibi olan adamlar. Sevişirken nergis kokan adamlardan çiçek aldım.
İşinden dolayı nergis kokan adam baktı yüzüme. “Bu gece karına nergis kokacaksın” dedi ona, içinden, Uzağa Giden. "Kadınına bu kokuyu hissettir be adam. Sev onu işte. Sev! Senin kadının olduğunu hissetsin işte. " diye fısıldadı. KADIN nergis, NERGİS kadın olsun. Sen de buram buram kadın, nergis kok be ADAM!
Ellerime nergis değsin istedim o anda. Çiçek kokmak istedim. Gelmeyeceğini biliyorum. "Bekleme beni artık.'' dedin. "Bekleme bu gece!". Olsun belki gelirsin, bekleyeceğim! Yalandan da olsa "Geleceğim." deseydin keşke. Gelmesen de bekleyeceğim! İşte bu nedenle çiçek kokmak istedim. Sen gelecekmişsin gibi, sana hazırlanmak istedim. Sana uyumak ve sana uyanmak istedim. İşte bu nedenle, bir çiçek gibi kokmak istedim. Nergis kokmak istedim. İki demet nergis aldım. Biri ben, biri sen.
Çiçek çiçek koktu sarı araba. Uzun zaman olmuştu, Uzağa Giden çiçek almayalı. Gülümsüyordu kadın. Elleri dokunuyordu sarı yapraklara. Sonra saçlarına gitti eli. Bir yaprak tutuklu kalmıştı buklelerde. Daha bir gülümsedi kadın. "O sakladı bunu saçlarıma" diye mırıldandı. 'Rüzgar! Rüzgar! Rüzgar!' diye çoştu kadın. Derin bir soluk aldı... Sustu!
Mırıldanmaya başladı o anda.. Tandık geldi şarkı Limon'a (Sarı araba!). Duygu Can (Radyo!) anımsadı melodiyi.. Ah! Keman öğretmeni..
-Hazır mısınız ?
-Evet efendim
-Kemanın akordu tamam mı?
-Evet
-İyi, başlayabiliriz.. 'fa'
-'la, mi'
-'re, mi, fa'
-'mi'ye dikkat et
-Affedersiniz
-'sol'
-'si, fa'
-'sol, la, si'
-'la, si, do, la, fa'
Nedir bu duyduğum heyecan
Bambaşka bir duyguyla coşuyor şu an içim
Nasıl da parlıyor gözlerim
Bir duygu, unuttuğum, kaplıyor her yanımı
Âşık mı oluyorum 20 yaş farka rağmen
Ben sana söylemek istiyorum ki
Ben seni öyle çok seviyorum ki
Seninle birlikte göz göze
Geldiğimiz anlarda, bir garip oluyorum
Bilmem ne olacak sonum
Sana ders vermek için günleri sayıyorum
Âşık mı oluyorum 20 yaş farka rağmen
- İyi, yarından sonra görüşürüz
- Hayır efendim
- Perşembe öyleyse
- Hayır efendim, artık dayanamayacağım ...
- Neden, derslere devam etmek istemiyor musun?
- Hayır efendim.
- Peki ama neden?
-Çünkü ben de, ben de sizi seviyorum
17 Aralık 2009 Perşembe
TELLAL
bana "hu çekiyor" diye iftira ediyorlar
sadece adını söyledim ya Rab
gözümü açtım, seni gördüm
aldığım her nefesi tesbih say ya Rab
"haydan geldin, huya gideceksin" diyerek,
beni küçümsüyorlar
adlarını ezberleyip,
cennetine gireceklerini sananlara bakıyorum
gözlerime rengini veren toprak,
çiçek çiçek selam ederken bana
ben sana açmayı bekliyorum ya Rab
yasaklamışsın bana bazı şehirlerini *
biliyorum!
Aksa'nın kapısından geri döndüm
bu yıl da varamadım Kenan iline
ardını döndü Celaleddin ruhuma
şimdilerde itilmişlerin piri çağırır beni
Şems caminde titreyen bir kandil gibi
ya tellal söyle bana
cismimden ötesini?
* Bu yılda kısmet olmadı merek el bahreyn bize. Başka bir Şeb-i Aruz'a niyetimiz olsun...
15 Aralık 2009 Salı
yağmur'a damla olmak
Uyandım
Yok şarkıda dediği gibi değil!
Öyle birden Sen'inle uyanmadım
Mevsimin uzun kollularını giyeceğim bir sabaha uyandım
Yüreğimde "ah bir yağmur yağsa!" şarkısı
Ne vakit yağmur yağsa
Kediler üşümüştür derdin Sen
Üşümüştür kediler
Üşüsünler!
Hem onların kürkü var
Benim, Sen'sizlikle üşüyen kalbimin nesi var?
Ses'Sizliği var sadece
Biliyor musun?
Gökyüzünde rengini arayan bulutları saymazsak
Mevsim sanki Eylül!
Yeşilin sarıyla olan dansında
Galip gelense çıplak kalan dallar olacak yine
Renkleri uçurdum bir bir dercesine,
Sonbahar salınmakta yeryüzünde
Gariptir ki kuşlar henüz bunun farkında değil
Oysa bahar, bu yalanı hep söylemekte
Gökyüzü hala vakur mavi
Hala ufuk çizgisi bana göz kırpmakta
Hala uzaklara yelken açmakta insanlar
Okul yolu hala genç âşıklarla dolu
Hiç kırılmasınlar isterdin Sen
Büyümektir ayrılık derdim ben.
Büyüdüm şimdi ben!
Büyüdüm mü şimdi ben?
Hala Leyla ve Mecnun'a inananlar var
Oysa o sadece bir masal.
Yağmura damla olmak var serde
Dalga dalga salınmak yerde
Bir çocuk gelir belki
Kağıttan gemisini yüzdürür bende
Olmadı tepeden tırnağa yıkanır bir damla yüreğimle
Olmadı bir kuş gagalar beni
Uyan hadi diye diye
Hiçbir can damla olmamış yağmura yine
Sırılsıklam aşıklardan geriye ne kalmış söyle?
Belki bir gün
Bir başka mevsim
Takvimsiz bir sabahta
Yağmur'a damla olmaya var mısın benimle?
Yağmura damla olmakta neyin nesi deme?
Bu masalı 2miz yazmadık mı?
İster yağmur oluruz
İster yağmura damla
Kime ne?
Fotoğraf: Özgür Çakır
14 Aralık 2009 Pazartesi
Bereli Kız'a Veda
Bir şairi yaşatmak onun dizlerinden geçmek demek değil mi?
Ben gidince buralardan üzerime dizeler serpin.
Tüm şairlerden...
AVUNMA
Tutsak duygularda delice zaman!
En içli türkülere yanık.
Karanlık sandık odalarında anılar
Pas lekeli,
Sarı,
Küf kokulu!
İncelmiş yürek tellerinde umarsız acılar
İliklerine dek titreyenleri
Islak bir çarşaf gibi
Sarar da sarar,
Sarar da sarar…
Oysa;
Her şey öylesine boş ki evrende;
Bıçaklar saplansa etlerine yer yer
Acıdan kıvransan, haykırsan
Ve yüz yıl geçse aradan
Ne senden bir iz kalır,
Ne acıdan.
Bir HİÇ’lik ortasında dünya
Döner de döner,
Döner de döner!...
Şaika Günsel TUĞRUL
Dost kalemlerin yüreğindesiniz bilin istedim.
Adıyamanda Bir Çocuğum Var Kampanyası için armağan göndermek isteyen 1MK yazarı DAMAK hediyelerini çocuklara sizin adınıza yolluyor.
1MK sayfası, sizi okuyan dostların dualarıyla dolu.
Belki bir gün oyunlarınız yeniden sahnelenir.
Kitabınız basılır.
Senaryolarınız dizi olarak televizyonlarda yer alır.
Adıyamanda Bir Çocuğum Var Kampanyası için armağan göndermek isteyen 1MK yazarı DAMAK hediyelerini çocuklara sizin adınıza yolluyor.
1MK sayfası, sizi okuyan dostların dualarıyla dolu.
Belki bir gün oyunlarınız yeniden sahnelenir.
Kitabınız basılır.
Senaryolarınız dizi olarak televizyonlarda yer alır.
Yaşamak bu değil mi?
Bir şairi yaşatmak onun dizlerinden geçmek demek değil mi?
Tüm sevdiklerime selam söyleyiniz Bereli Kız!
Ben gelene dek kalın salıcakla...
11 Aralık 2009 Cuma
Unutulmuş bir oyuncak
Gün gelir elini cebine atarsın. Bulmak istediğin yanında taşıdığın çocukluğundur aslında. Çocukluğun yüz vermez. Çünkü, o kendi hüzünleriyle meşguldür. Bazı hüzünler en çok çocukları acıtır. Yüreği çocuk, bedeni büyük olanlarınsa gülüşlerinde bile gizli bir hüzün vardır. Sevişmelerindeki hüzün aslında çocukluklarındandır.
Küçük bir kız çocuğu bilirim ben. En büyük kırgınlıklarını çocukluğunda yaşadı. Bir bayram sabahı Dede’sinin elini öpemedi. Kucağına oturamadı. Her pazar yaptıkları gibi yürüyüşe gidemedi. Fırında makarna ve köfte yiyemedi yedi yaşından beri. Cennet her neresiyse oraya gidenlerin, bir daha geri gelemediğini öğrendi çok erken yaşta. Sonra okullu oldu. Dünyayı, kitap okumak sandı. Dünyayı kendine cep kitabı yaptı. Cebinde dünyayı taşıdı. Fareler ve İnsanlar! İnsanlar ve Çocukluklar! "Hayatı kitap sayfalarında yaşamak gibisi var mı?" diye düşündü yıllarca. Çocukluğu kadın olunca, esas dünyanın kendi kitaplarına benzemediği gördü. Çocukluğu bir cebine sığdırdı. Canı istediğinde elini cebine attı, çıkartı çocukluğuna baktı.
Bugün de cebinde bir çikolata, bir şeker bulmak istedi. Misketlerini aradı, bulmadı. Kurumuş bir kelebek, olmadı bir böcek aradı, durdu. Yoktu! Hiçbiri yoktu. Gazete kâğıtlarından yaptığı, yüreğinde uçurduğu uçurtmasının ipini aradı. Bulamadı. Onun kiraz ağacında hiç gömleği yırtılmadı. Şehrin işlek caddelerinde olan evleri nedeniyle bisiklete uzaktan, kedinin ciğere baktığı gibi baktı. Çocukluktan kalma bir şeyler aradı durdu. Elini cebine attı hiçbir şey bulamadı. Bulduğu soğuk demir paralar ise, ellerinin hissizliğiyle inledi. O anda çocukluğuna gitti. En sevdiği oyuncağını düşündü. Sarı saçlı bebek? Boya kalemleri? Akordeonu? Hiçbiri! En sevdiği oyuncağı kalesdeskoptu.
İçine baktığında türlü düşler kurduğu kaleydeskopu düşündü kadın gün boyu. Dünyanın renkleri gözünü alınca, içine saklandığı bir kaleydi belki kaleydeskop. Kale her zaman dört duvar değil yani. Ruhun kalelerini kim bilebilirdi ki ondan başka? Tutunulan, zihni eğleyen her şey kaleydi.
Dünya bir çerçevedir. Hangi zamanı asarsanız, gelip seni bulur, sonra da size sınır koyan bir çerçeve olur dünya. Bu nedenle,yaşanılan ilk sorunda daçocukluğa dönülüyor. Çünkü beden büyürken, yürek hep çocuklukta kalıyor.
Küçük bir kız çocuğu bilirim ben. En büyük kırgınlıklarını çocukluğunda yaşadı. Bir bayram sabahı Dede’sinin elini öpemedi. Kucağına oturamadı. Her pazar yaptıkları gibi yürüyüşe gidemedi. Fırında makarna ve köfte yiyemedi yedi yaşından beri. Cennet her neresiyse oraya gidenlerin, bir daha geri gelemediğini öğrendi çok erken yaşta. Sonra okullu oldu. Dünyayı, kitap okumak sandı. Dünyayı kendine cep kitabı yaptı. Cebinde dünyayı taşıdı. Fareler ve İnsanlar! İnsanlar ve Çocukluklar! "Hayatı kitap sayfalarında yaşamak gibisi var mı?" diye düşündü yıllarca. Çocukluğu kadın olunca, esas dünyanın kendi kitaplarına benzemediği gördü. Çocukluğu bir cebine sığdırdı. Canı istediğinde elini cebine attı, çıkartı çocukluğuna baktı.
Bugün de cebinde bir çikolata, bir şeker bulmak istedi. Misketlerini aradı, bulmadı. Kurumuş bir kelebek, olmadı bir böcek aradı, durdu. Yoktu! Hiçbiri yoktu. Gazete kâğıtlarından yaptığı, yüreğinde uçurduğu uçurtmasının ipini aradı. Bulamadı. Onun kiraz ağacında hiç gömleği yırtılmadı. Şehrin işlek caddelerinde olan evleri nedeniyle bisiklete uzaktan, kedinin ciğere baktığı gibi baktı. Çocukluktan kalma bir şeyler aradı durdu. Elini cebine attı hiçbir şey bulamadı. Bulduğu soğuk demir paralar ise, ellerinin hissizliğiyle inledi. O anda çocukluğuna gitti. En sevdiği oyuncağını düşündü. Sarı saçlı bebek? Boya kalemleri? Akordeonu? Hiçbiri! En sevdiği oyuncağı kalesdeskoptu.
İçine baktığında türlü düşler kurduğu kaleydeskopu düşündü kadın gün boyu. Dünyanın renkleri gözünü alınca, içine saklandığı bir kaleydi belki kaleydeskop. Kale her zaman dört duvar değil yani. Ruhun kalelerini kim bilebilirdi ki ondan başka? Tutunulan, zihni eğleyen her şey kaleydi.
Dünya bir çerçevedir. Hangi zamanı asarsanız, gelip seni bulur, sonra da size sınır koyan bir çerçeve olur dünya. Bu nedenle,yaşanılan ilk sorunda daçocukluğa dönülüyor. Çünkü beden büyürken, yürek hep çocuklukta kalıyor.
Bugün hissettiğim çerçeve hep aynı kalıyor. Çocukluksa hiç unutulmuyor.
9 Aralık 2009 Çarşamba
ruhunuza yağmur yağsın mı?
Beklenmedik şeyler aslında en hazır olduğumuz zamanlarda başımıza gelir. Sessizleştiğimizde, yeryüzü bize seslenir. Bazen bir kuş omzumuza imzasını atar, biz buna talih deriz. Bazen de bir yürek yüreğimize seslenir. O seslenişle kendimize gelir, varlığımızı hissederiz.
Dün saat 14.00 suları...
Dün saat 14.00 suları...
Bir e-posta araladı zihnimin kapısını. Kan-beyin bariyerimden sızdı duygular. Aktı gitti bir damla yüreş aşı. Bakmayın siz ona ağlamak dediklerine. Göz y'aşı ruhu temizler bilirim. Sizler de bunu hissedin istedim. Sizlerinde ruhuna yağmur yağsın diye diledim ve paylaştım.
"Merhaba ben Ceren Torun Giresun Cumhuriyet İlköğretim Okulu 3. sınıf öğrencisiyim. ADIYAMANDA BİR ÇOCUĞUM VAR isimli kampanyanıza teyzemle birlikte katılıyoruz. Dün akşam küçük bir hediye paketi yaptık. Size de armağanlarımız için bilgi vermek istedik. Ben Adıyaman'daki arkadaşım için 1 adet pofuduk terlik (35 numara) ve bir tişört gönderiyorum (7 yaş için.) Ayrıca onun için bir de oyuncak seçtim. Bugün teyzem onu kargoya verdi. 2 gün sonra elinizde olacak. Aşağıdaki adrese gönderdik. Teşekkür ederim. Duyarlılığınız için teşekkürler."
Kimsesizliğin içinden bir el uzanır
Bir çocuk, bir çocuğa dokunur
Çocuk olmak umuttur.
Umutların kadimleşemsi dileklerimle...
2010 GÜLÜMSEYEN ÇOCUKLARIN YILI OLSUN!
Fotoğraf: Özgür Çakır
8 Aralık 2009 Salı
şimdi ve burada
“her şey,
kendi varlığı içinde
sürekliliğini
korumaya çalışır”
Spinoza'nın bu sözü geçmiş-şimdi-gelecek üçgeninde insanın varlığını sürdürebilmesi için verdiği çabayı özetler niteliktedir. Varlık ve sürekliliğin korunmasındaki temel nokta, zamanda var oluşu ve aynılığı sürdürebilmektir. Bu pencereden bakıldığında, zamanı tanımlama ve kullanma biçimimiz kişiliğimiz hakkındaki belki de en kıymetli ipucudur.
Bu durumu açıklamak için getireceğimiz örneklere baktığımızda, insan ve zamanın, hep bir yarış ve/veya kavga içinde olduğunu görürüz. Örneğin; ya günü doldurmak için birden fazla işle aynı anda meşgul oluruz ya da planlı bir biçimde uygun eylem sergileyemeyiz. Bu durum her zaman bir psikopatoloji ile ilişkili olmayabilir. Örneğin, pazar günü yaşanan karmaşık yaşantılarımızı düşünelim. Çalışma günleri tüm rutinliğine karşın, her an ne yapılacağı bilindiği için güvenli bir limandır. İnsanların zihinlerindeki zaman kurgusu, çeşitli nedenlerle kesintiye uğradığında alternatif çözüm yollarıyla sorunu çözmeye çalışırlar. Ancak, tatil günleri hemen her şeyin eş zamanlı olarak yapılmaya kalkışıldığı bir gün olduğu için, insanı yoran ve hemen hiçbir şeyin tam olarak yapılamadığı bir zaman dilimi olarak kalmaktadır. İşte bu nedenle zamanı kullanma biçimimiz kişiliğimizi ele vermektedir. Sürekli boş vaktimiz olmadığından yakınırız, oysa pek çok an üretkenlikten uzak öylesine akıp geçmektedir.
İnsan ve zaman sanki yan yana duran birbirinden bağımsız iki cep saati gibidir: Kurulumları aynı ama bazı anlarda çakışan iki saat gibi. Bu kurulumu beden ve zihne benzetebiliriz. Bu ikilem, insanın zaman algısında çok açık biçimde görülmektedir. Zaman bu nedenle, çoğu kez yorgunluk ya da yaşlanma olarak karşımıza çıkar. Beş duyumuzla farkında olduğumuz kavramlar üzerine daha çok yoğunlaşırız. Bu nedenle yaşamsal derin çizgiler, zihinsel etkinliklerden daha çabuk dikkati çeker. Beden yorulduğunda zamanın geçtiğini hissederiz. Çoğu zaman zihnin bir yorgunluk saati yoktur. Bu nedenle, yaşamı algılama ve ele alış biçimimiz, hatta kullandığımız savunma düzenekleri bu değerli ipucunun gerisinde yer alan halkalardan sadece bazılarıdır.
“Zaman” kavramını ele alış biçimi yaşamın doğal eğilimi ve kişinin isteği arasında gidip gelen bir tahterevalliye benzetilebilir. Zaman konusunda hayatın akışı ve kişinin farkındalık düzeyi kuşkusuz tahterevallinin yönünü belirleyecektir. Kişi olarak zihnimizde çeşitli kurulumlarla hayata yaklaşırız. Çoğu zaman; ayrıntılara takılır genel çerçeveyi kaçırırız. Yani tuzağa düşeriz. Asıl olandan uzaklaşırız. Gerçek gereksinmeler, sahte ihtiyaçların gölgesinde boğulur. Bu nedenle, çevremizdeki hemen her şeye sahip olmak isteriz. Her şeyi, sürekli bir tanımlama çemberinin içine sokma çabası içerisine gireriz. Bu da, pek çok önemli noktanın kaçırılmasına yol açar.
Yani; zaman “HER AN BİR HALDEDİR”, yani akışkandır.
Fotoğraf: Özgür ÇAKIR
6 Aralık 2009 Pazar
şerafettin ve yavuklusu
kentin boş sokaklarında
bir tek kediler yürümekte yalın ayak
şehir onlara hala çizme giydirememiş
ne tuhaf
dondurma külahını yalar gibi
birbirini dillerine dolamış insanlar
yağmur bile üstten toz alan bir temizlikçi gibi çalışırken
kedi gırlama
sevda artık outlet
sen ister çizmeli ol, ister yalın ayak!
Fotoğraf: Özgür Çakır
3 Aralık 2009 Perşembe
ADIYAMAN’DA BİR ÇOCUĞUM VAR!
Bu yılbaşı siz de çocuk gülücüklerinde yankılanabilirsiniz.
Birmilyonkalem sitesi olarak Adıyaman’daki çocuklarımızla birlikte yeni yılı karşılamak istiyoruz.
Siz de bu kutlamaya katılmak ister misiniz?
Nasıl mı?
Adıyaman 80.Yıl Rehabilitasyon Merkezi'nde kalan yaşları 8 ile 17 arasındaki zihinsel engelli 30 erkek çocuğumuz için giysi* (gömlek, kazak, pantolon, çorap, ayakkabı vb) armağan edebilirsiniz.
Adıyaman Sevgi Çocuk Yuvası’nda yaşayan yavrularımız için oyuncak* (grup oyuncakları, bebek, araba vb) ve giysi* (elbise, gömlek, kazak, pantolon, çorap, ayakkabı vb.) gönderebilirsiniz. Yuvada 7–10 yaş arasında 13 kız, 7 erkek; 11–15 yaşları arasında da 7 kız, 2 erkek çocuğumuz yaşamaktadır.
Yolladığımız armağanların çocuklarımıza ulaşmasını aynı zamanda Adıyaman'da yaşayan Birmilyonkalem yazarımız Gazeteci Sn. Naif Karabatak ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Sn. Murat Demirkol sağlayacaktır.
Bu kampanyada ortak amacımız çocuklarımızı sevindirmek, onların yüzlerindeki tebessümde pay sahibi olabilmektir.
Yuvada kalan çocuklarımızdan birisine armağan gitmezse ya da hediyeler arasında denge olmazsa yavrularımız incinebilir.
Bu yüzden sizlerden ricamız yolladığınız armağanları birmilyonkalem@gmail.com adresine bildirmeniz. Böylece 1MK editörleri (Beenmaya, BiGaripWoman, Efsa, Ateşböceği, Cofee) ilgili güncellemeleri yapar, eksikleri belirler ve ilgili organizasyonları yapabilirler.
Ayrıca dileyenler armağanlarını ISPANAK hediyelik eşya mağazasından seçerek LÖSEV’e de destek verebilirler.
Çok şey yapmak isterim, ama elinden ancak kampanyayı bir blog yazarı olarak desteklemek gelir derseniz: Kampanyamızı daha çok insana duyurmak amacıyla Birmilyonkalem (1MK)yazarlarımızdan PİNO tarafından çizilen logoyu sayfanıza ekleyerek okurlarınızı bu kampanyadan haberdar edebilirsiniz.
Bizim düşümüz, tüm dünyada çocukların daha mutlu olması.
2010 GÜLÜMSEYEN ÇOCUKLARIN YILI OLSUN!
Bu düşü paylaşmaya, var mısınız?
1MilyonKalem Adına
A. Şebnem Soysal – Erkan Bal
ARMAĞANLARINIZI GÖNDERECEĞİNİZ ADRESLER:
ADIYAMANDA BİR ÇOCUĞUM VAR YILBAŞI ARMAĞAN KAMPANYASI
Sosyal Hizmet İl Müdürü Murat Demirkol
Adıyaman Sevgi Çocuk Yuvası
Karapınar Mahallesi
Adıyaman
ADIYAMANDA BİR ÇOCUĞUM VAR YILBAŞI ARMAĞAN KAMPANYASI
Sosyal Hizmet İl Müdürü Murat Demirkol
Adıyaman 80.Yıl Rehabilitasyon Merkezi
Adıyaman
* Kullanılmış giysi ve oyuncaklar bu kampanya dâhilin de değildir.
1 Aralık 2009 Salı
Hastayım Biraz...
Hastayım. İşe sarıldığıma bakmayın. Gerçekten hastayım. Bu sabah canımı sürükleyerek gittim işe. Burnum davulcunun tokmağı gibi. Öksürdükçe ciğerlerim sökülüyor. Sanırım içine biraz bayram kaçırdım. Tenim pul pul dökülüyor. Tuzsuz suya düşmüş denizkızı gibiyim. Ağzımın hiç tadı yok. Çikolata bile ağzımı tatlandırmıyor. Dudağımda bir uçuk. Kolum, kanadım kalkmıyor. Sabah uyandım düşünüyorum sessiz sessiz. Dört koca gün bayram yapmışım, şimdi işe gitmesem olmaz. Ama hastayım.
Hasta olan ne yapar? Yatar. Naz yapar. Çorba içer. Televizyon izler. Uyur. Rüya görür. Bir daha uyur. Terler. Üzerini değiştirir. Geçmiş olsun telefonlarına yanıt verir. Sıkılır, şikayet eder. Eve gelen çiçeklerle mutlu olur. En sonunda iyileşir.
Ben ne yaptım? Uyandım. Yatak battı. Ama araba kullanacak halim olmadığı için yakın bir arkadaşımı aradım geldi beni aldı birlikte işe gittik. Yol boyu gelecek ayın projelerini konuştuk. Yolda bile çalıştık. Kaç kez aksırdım, tıksırdım bilmiyorum. Sesimin bu tonuyla korku filmlerinde seslendirme yapabilirim. İnanın abartmıyorum. Sadece hastayım. Sesimi çıkartmıyorum. Çalışıyorum.
Çalışmak iyi bir savunma. Farkındayım! Yıllardır acılarla, yenilgilerle, yalnızlıklarla baş etmek için çalışırım ben. Bedeni yoracaksın ki zihin acı çekmeyecek. Düşünmeyecek! Yani kendi yaralarını düşünmeyecek. Ancak, hasta bir bedeni çalışmak iyileştirmiyor. Hasta bedeni ne iyileştiriyor? Bilmiyorum. Çünkü. yıllardır hasta olmadım.
Peki şimdi neden hasta oldum? Yoruldum.
Öğleni zor ettim. Canım çekiliyor. Akşamı edemeyeceğim diye düşünürken bir kase domates çorbası içtim. yüzüm, çorbanın içinde erimiş kaşar peyniri gibiydi. Korktum bir an görüntümden. Az yürüdüm sokakta. Üşüdüm. Aralık esintisi şehrimi sarmıştı. Soğuktu şehrim. Kendim yalnız hissediyordum. Sürekli akan burnumu silmekten yorgun düşmüştüm. Her yer yabancı. İnsanlar uzak. Hastayım ya biraz.
Nazlanmak istedim ama çevrede kimse yoktu. Oturdum bu satırları yazdım. Hastalığı yaşamak gerek. Bir şeyin yerini, başka şeylerle doldurmadan hayatı yaşamak lazım. Sadece olanı yaşamak. Çalışmak, sadece çalışma zamanında kalmalı. Başka şeyleri telafi etmek için değil.
Hastayım biraz. Belki ondandır bu sözlerim. Az kendime sitem belki. Hayat söyler son sözü ama benimde kendi kelimelerim var. Kendi kaderim.
Hastayım biraz. Artık çalışmak yetmiyor acıları, yalnızlıkları savuşturmaya. Sarılacak bir omuz istiyorum üşüyünce beni saracak. Çorba falan istemiyorum. Sadece bir sıcaklık bekliyorum. Duru bir söz! Sadece bana kendimi hissettirecek bir yürek istiyorum.
Hastayım biraz. Sadece hayal kuruyorum. Oysa "hayal yok, plan yok, sadece yaşayıp göreceğiz bu hayatı" diyerek başlamıştım yaşam yolculuğuma yıllar önce. Ne oldu şimdi? Nedir bu serzenişim?
Hastayım ya biraz ondandır bu halim. Yarına geçer. Çalışmaya kaçarım. Dünya döner. Mevsim değişir. Ömür biter. Ben çalışırım..
Hasta olan ne yapar? Yatar. Naz yapar. Çorba içer. Televizyon izler. Uyur. Rüya görür. Bir daha uyur. Terler. Üzerini değiştirir. Geçmiş olsun telefonlarına yanıt verir. Sıkılır, şikayet eder. Eve gelen çiçeklerle mutlu olur. En sonunda iyileşir.
Ben ne yaptım? Uyandım. Yatak battı. Ama araba kullanacak halim olmadığı için yakın bir arkadaşımı aradım geldi beni aldı birlikte işe gittik. Yol boyu gelecek ayın projelerini konuştuk. Yolda bile çalıştık. Kaç kez aksırdım, tıksırdım bilmiyorum. Sesimin bu tonuyla korku filmlerinde seslendirme yapabilirim. İnanın abartmıyorum. Sadece hastayım. Sesimi çıkartmıyorum. Çalışıyorum.
Çalışmak iyi bir savunma. Farkındayım! Yıllardır acılarla, yenilgilerle, yalnızlıklarla baş etmek için çalışırım ben. Bedeni yoracaksın ki zihin acı çekmeyecek. Düşünmeyecek! Yani kendi yaralarını düşünmeyecek. Ancak, hasta bir bedeni çalışmak iyileştirmiyor. Hasta bedeni ne iyileştiriyor? Bilmiyorum. Çünkü. yıllardır hasta olmadım.
Peki şimdi neden hasta oldum? Yoruldum.
Öğleni zor ettim. Canım çekiliyor. Akşamı edemeyeceğim diye düşünürken bir kase domates çorbası içtim. yüzüm, çorbanın içinde erimiş kaşar peyniri gibiydi. Korktum bir an görüntümden. Az yürüdüm sokakta. Üşüdüm. Aralık esintisi şehrimi sarmıştı. Soğuktu şehrim. Kendim yalnız hissediyordum. Sürekli akan burnumu silmekten yorgun düşmüştüm. Her yer yabancı. İnsanlar uzak. Hastayım ya biraz.
Nazlanmak istedim ama çevrede kimse yoktu. Oturdum bu satırları yazdım. Hastalığı yaşamak gerek. Bir şeyin yerini, başka şeylerle doldurmadan hayatı yaşamak lazım. Sadece olanı yaşamak. Çalışmak, sadece çalışma zamanında kalmalı. Başka şeyleri telafi etmek için değil.
Hastayım biraz. Belki ondandır bu sözlerim. Az kendime sitem belki. Hayat söyler son sözü ama benimde kendi kelimelerim var. Kendi kaderim.
Hastayım biraz. Artık çalışmak yetmiyor acıları, yalnızlıkları savuşturmaya. Sarılacak bir omuz istiyorum üşüyünce beni saracak. Çorba falan istemiyorum. Sadece bir sıcaklık bekliyorum. Duru bir söz! Sadece bana kendimi hissettirecek bir yürek istiyorum.
Hastayım biraz. Sadece hayal kuruyorum. Oysa "hayal yok, plan yok, sadece yaşayıp göreceğiz bu hayatı" diyerek başlamıştım yaşam yolculuğuma yıllar önce. Ne oldu şimdi? Nedir bu serzenişim?
Hastayım ya biraz ondandır bu halim. Yarına geçer. Çalışmaya kaçarım. Dünya döner. Mevsim değişir. Ömür biter. Ben çalışırım..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)