11 Mart 2010 Perşembe
TALİHSİZ TALİHLİ
“İnsanın bir kere ters gitmeye işi, muhallebi yerkene kırılır dişi.” diyen atalarımızın gözünü seveyim. Hatta gözünün yağına yımırta kırıp çavdar ekmeemi banıp banıp yiyeyim. Ya bir ata kişisi hiç mi yanılmaz; hiç mi şaşmaz? Yok baba, bizim atalarımız ne demişse doğru demiş. Şu meşhur bahtsız bedevinin başına neler geldiği ise biz faniler tarafından çok iyi bilinmekte olduğundan, tekrar tekrar anlatıp da Blog Zörtletme Kurulu’nun tepkisini çekmenin alemi yok.
Bu kara bahtım, kem talihim yüzünden bazı bazı infiale gelip aşırı dozda İsmail YK dinlemek suretiyle intihara teşebbüs etmeyi düşünsem de; çoğu zaman her zorlukta iyi bir yan bulma konusunda Polyanna’ya nal toplatmışımdır.
Yolumda hanım hanım giderken, horoz kovalar. Ormantik bir şekilde denizi seyrederken kafama martı zıçar; ki dikkat buyurunuz bunca kuş b.ku emiklemişken, daha bir kere amorti bile vurmuşluğu yoktur bu garibe. Sabahınan güneş açtı diye koca bir hafta sonunu evin devasa camlarını silmeyle geçiririm. Tam “Ahan da bitti. Misler gibi oldu.” diye yayılacakken, yağmur başlar. Bankada üç saat kuyruk beklerim, tam sıra gelir, o bir türlü düzelemeyen sistemler çöker. Acil işim olur, araba bozulur, bozulmazsa teker patlar, en iyi ihtimal arabanın önüne öküz sürüsü çıkar da üç saat beklemek zorunda kalırım.
“Ağustosta suya girsem, balta kesmez buz olur.” diyeyim de atalarımızı yeterince şad etmiş olayım ve de mevzuya bir de tüy kondurayım.
Bilen bilir, bizim çocukluğumuzda sanayağı’nın da –her şeyin olduğu gibi- bir kıymeti vardı. O zamanlar böyle; önce “Aman da yirseniz damarlarınız dıkanır alimallah, soora g.tünüz, gobeeniz mişlen bebeği gibi şişik şişik olur . Siz ondan vazgeçin.” deyip sonra; “Yok gurban, biz yanılmışık, aslında sanayavı da gayet sağlıklı bir gıda çeşidimiz imiş. Siz iyisi mi bizim tavsiyelerimizi dinlemekten vazgeçin. Baksanıza, bir dediğimiz diğerini tutmuyor. Bilgi manyaana çevirdik hepinizi şebekler.” şeklinde düzeltme yaparak ona orta malı bir s.rtük muamelesi yapılmıyordu. Pilavımızın, makarnamızın lezzeti, kahvaltı sofralarımızın baş tacı, sütümüzün yoldaşı, ekmeğimizin lüküs katığıydı. Tavada cozurdarken üzerine kırdık mıydı iki tane çift sarılı köy yumurtasını, yeme de yanında yatımızdı.
Yine bilen bilir, o zamanlar sanayağına ulaşmak bu kadar da kolay değildi. Belki de bu yüzden onca değerliydi bilemiyorum. Gak deyince ekmeğe, guk deyince suya ulaşılabilen çağa henüz ulaşmamıştık. Bebelerimiz gibi her şeyimiz varken doyumsuz, bunca ilgiyle besleniyorken mutsuz değildik. Bir köylü bebek, bir tekeri kopmuş arabayla saatlerce oynayabilir, koşup coşup, sokakların tozunu attırabilirdik. Gerçi sokaklar da bugünkü gibi değildi o vakit. İnsanlar güleç, komşu teyzeler sevecen, bakkal amcalar cömertti. Bu gün olduğu gibi, beş kuruşu eksik diye boynu bükük, eli boş çıkarmazlardı çocukları dükkanlarından.
Hazır çocukluğuma dönmüşken, dünya tatlısı Kaptan Amca’dan, Alamancı ailelerin bebelerinin, gelen hediyelerle nasıl nispet yaptıklarından da bahsederdim ya, mevzumuz o değil. Zaten mevzumuz sanayavı da değil. Tamamen benim kara bahtım, kem talihim. Bağlıyciim efenim sabırsızlanmayınız.
O zamanlar biricik analarımızın bize nefis yemekler, çıtır çıtır börekler yapabilmesi için, uzunca kuyruklarda, keyifli (!) saatler geçirmesi şart idi. Lakin kardeşlerim henüz küçümen bebe olduğundan, bu kuyrukların tadını çıkarmak bana kalırdı. Önümdeki teyzelerin, amcaların birer birer eridiğini görür, o uzunca sürede kendimce hayaller kurardım.
İlk kuyruğumu dün gibi hatırlarım. Ne kadar da heyecanlanmıştım. Önemli bir insandım ben artık. Evimin sanayağı ihtiyacını görecektim. Çocukluğun sebepsiz neşeleriyle yüklenip saatlerce bekledim orada. Biliyordum, her tünelin sonunda bir ışık vardı ve her kışın ardı ilkbahardı. Sabırla bekledim. Üf bile demedim. Ben bir sevgi pötürcüğü, harbiden çakma Polyannaydım.
O ilk uzun bekleyişin ardından işte beklenen olmuştu. Sıra bana gelmişti. Bende bir sevinç ki sormayın. O tapınılası küçük camın önündeydim artık. Elimi uzatsam ona kavuşacaktım. Sanayağımı alacak, mutlu yuvama geri dönecektim. Lakin, heyhat, hayat hep mi bana acımasızdı? Kaşlarımı güççük eyvah gibi kaldırıp “Bizim hiç sanayağımız olmadı ki amca. Bize de versene amca.” muadili bir cümle kurdum. Eyvah’ın anasını kandırıp kötü yollara düşüren Nöri Yalço bakışlarıyla bana döndü ve “Kalmadı canım.” dedi. Dilleri eşek arısı kolonisi tarafından tek tek sokulası görevliye veda etmek hiç içimden gelmedi. Burnumu çeke çeke eve döndüm. Ve bu durum üç-beş-yedi… her sanayağı günü böyle tekrarlandı gitti. Annem her seferinde, “Nesibe’nin yarım akıllı kızıyla, Dürdane’nin sümüklü oğlu bile almış gelmiş, sen bir de uyanık geçinirsin.” diyerek, yediğim darbelerin üzerine cila çekerdi.
Kah.pe kaderin bu bana ettiklerine artık dayanamayacaktım. Heyhat annemin de dediği gibi akıllı bir insan evladıydım ben. Lakin kuzguna yavrusu kartal görünürmüş ya. Annem yanılıyordu muhtemelen. Yine de bu, benim haince planlar yapmama engel olamazdı.
O gün de kuyruktan eli boş döndüğüm sayısız günden biriydi. Benden bir iki yaş büyük olan Sidikli Aysel’i yolda sıkıştırdım. Eli kolu sanayağından görülmüyordu. Öncelikle gasp etmeyi düşündüm ama olay duyulursa annemin beni terlik marifetiyle parça pinçik edeceğini hatırlayıp vazgeçtim. Sonralıkla, tatlı dilimin de yardımıyla kendisine rica edip onları bana vermesi konusunda kendisini ikna etmek akıllıca geldiydi fakat bu da yemeyecek gibi görünüyordu. Hayvan epeyce terliydi zira.
Ben de tilki hayvanı şeklinde bir kurnazlıkla, hem Sidikli Aysel’i ürkütmeden, hem de anneme duyurmadan sanayağlarına kavuşabileceğim bir planın hesaplarını yapmaya başladım. Lakin ben kimdim, kurnazlık kimdi? Heyhat bunu ilerleyen vakitlerde çok iyi anlayacaktım.
Usulca yanaştım kıza. “Kız Aysel, dedim. Bu Hoptirik Ömer Amca’nın oğlu, Zottirik Kadir var ya, senden çok hoşlaşıyomuş, şimdi de okulun bahçesinde seni bekliyomuş. Benden haber göndertti.” deyiverdim. Kızın sarıdan bozma yeşile çalan sümükleri neredeyse ağzının içine girmek üzereydi ki diliyle bir hüüp yapıverdi. Ağzının şapırdatarak “Yapma be!” dedi. Üzerime doğru kusma sayın okur. Tamam ben de istemezdim bu uzun hikayenin üzerine sana bu şekilde bir tablo çizmeyi. Neylersin ki gerçekler bazen acı olduğu gibi; bazen de böyle iyrenç olabilirdir.
Neyse efenim, bizimki bir heyecanla okul yoluna doğru sapmaya hazırlanırken, bendeniz tilki kardeş, şen sesimle “Ya canım, o elindekilerle mi gideceksin çocuun yanına. Sen onları bana sat, sonra tekrar kuyruğa girip alırsın nasılsa.” dedim. Birden bire, az önce büyük bir iştahla sümüklerini yiyen o şapşal insan gitti ve yerine nasa uzay üssünde baş astronot olan ameerikalı siyahi bir zeka küpü geldi. Öyle de çark etti hatun. “Yaaa, verim de sonra bulamayım de mi sanayağı? Sona da annem bana baarsın? Pışşşıık…” dedi.
Pışşşığına turp sıktığımın karısı, seninki sana bağıracak sadece, benimse kuyruklardaki karanlık ve de başarısız geçmişim yine yüzüme vurulacak. Dört yaşında okumayı sökmüş bir insan yavrusunun, nasıl olup da iki parça k.çı kırık yağı alıp eve gelemediği aile toplantımızın ana gündem maddesini oluşturacak tekrar ve tekrar. Parmak kadar bebelerin maskarası olacam. O ne olacak peki?
Evet değerli okur kitlesim, bunun üzerine bu hem sidikli, hem oldukça sümüklü Aysel’in, Kadir’i bulamayınca olanları mahallemizin kadrolu dedikoducusu olan annesine anlattığını, onun da gelip olayı ballandıra ballandıra sevgili anneciğime aktardığını, annemin de bir köşeye sinmiş olacakları beklemekte olan bana, uzun menzilli terliklerinin ikisini birlikte fırlattığını, “Senin bu afacanlığından illallah be çocuk! Yeter artık, mahallenin bütün çocuklarını hırpaladığın yetmiyormuş gibi bir de aklınca uyanıklık mı yapıyon?” benzeri roketatarlarını hedefe kilitleyip üzerime saldığını anlatmama gerek var mıdır bilmiyorum?
Neyse ki artık sanayağı ve bilumum margarin marketlerde dizim dizim dizilmiş bizi bekliyor. Üstelik zararlı mı faydalı mı tam emin değiliz. Ve ailem benim sayemde son derece sağlıklı kaldı. Değerimi bilsinler değil mi?
Haydin dostlar, talih kuşu her daim, hepimizin kafasına z.çsın inşallah…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder