16 Eylül 2010 Perşembe
YENİ SEZON PART BİİİRRR....
Gönül ister ki; yıl boyu, gün dağların ardına çekilene kadar kızgın kumlardan serin sulara atlansın, öğünlerle ilgili sıkıntı “bugün ne pişirsem” değil; “yemeğe giderken ne giyeyim” olsun, bütün gün yiyip içip malak gibi yayılınsın, gak deyince havyar, guk deyince şuşi servisi gümüş tepside gelsin.
Ama, heyhat, siz de bilirsiniz ki hayat böyle bir yer değil sayın okuyan.
Yaz bitti, tatil bitti, benim kabusum kış; sizin kabusunuz ince kişisi geri döndü. Vatana millete hayırlı olsun.
Bu yıl tatil organizasyonunu koca kişisi sponsorluğunda, zeka küpü, ortam insanı, organizasyon komitelerinin bir numaralı elebaşısı olan bendeniz gerçekleştirdim efendim. Dağların eteğinde, denizin kıyısında, doğa harikası, sevimli mi sevimli, sakin mi sakin bir tatil beldesinde kafa dinleyecek, şehrimin yapış kokuş nemine, tiksinç sıcağına inat, püfür püfür orman havasında serinleyecek, buz gibi sularda, bir göl kuğusu edasında çimecektim. Bir sevinç, bir coşku, bir neşe, hatta pür neşe hazırlıklar yaptım. Lakin, kara bahtım, kem talihim beni oralarda da rahat bırakmayacaktı elbette. Bunu bilecek kadar çok görmüş, çok geçirmiştim ya yine de umut etmekten geri durmayacaktım.
Ne midir, bu güzel tatil etkinliğinde beni bahtsız bedevi gibi çöllerde kutup ayılarının önüne düşüren. Anlatayım efendim. Buyurunuz bir alt paragrafa geçiniz.
Bendeniz ve benim çekirdek çerez ailem, en tatil kıyafetlerimizi, en yarım donlarımızı, en turist şapkalarımızı ve bitter gözlüklerimizi kuşanıp düştük yollara. Otel pek güzel, pek şirin, pek nezih görünüyordu. Sevindim. Zira, benim lüküs düşkünü, kalite aşığı kocam kişisi mızıkçılık edebilir, “nerde len bu otelin, suyu yirmi bir buçuk dereceye ayarlı cakuzisi, helalar altın kaplama değilmiş, hiç beğenmedim, aaa bu yatağın içinde zümrüt-ü anka kuşu tüyü olmalıydı” şeklinde sitemlerini dile getirebilirdi. Getirmedi. Beğendi. Lakin, oteli mi, yoksa içindekileri mi daha çok beğendi, işte onu tam algılayamadım.
Bir dakika yahu yazara çemkirip durmayın sayın okuyanım, anlatıyorum işte.
Daha resepsiyonda, daha misafirliğimiz çıkmadan bomba patladı. Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz, kendilerine mecburen, ne diyeceğimizi bilemediğimizden “hatun” dediğimiz yaratıklarla doluverdi bir anda. Benim koca kişisinin gözleri bi földürse de, yerinde müdahalem sayesinde kendine geldi. “Abooovvv” dedim. “Ben ne halt ettim?” dedim. “Kendi ellerimle, kendimi ateşe atıveedim a dostlaaa.” dedim. Ne desem fark etmeyecekti nasılsa. İstediğim kadar saçmalayabilirdim artık. Eşeğin istemediği ot önünde bitermiş böyle. “Le ben bu süt urus hatunların içinde ne b.k yiyecem şimdi” diye düşünerek odaya çıktım.
Evet sayın izleyici!.. İncegül bundan sonra ne yapacak? Sütlerin topunu tuzlayıp süt kesiğine mi çevirecek? Yoksa kaderine razı olup tatilin tadını mı çıkaracak? Azzz sonraaaa…
To be Contunie bebeeem. Şimdi şu işlerimi bi toparlayayım. Çok bi kısa sürede görüşeceğiz yine.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder