12 Ekim 2008 Pazar

GEH BİLİ BİLİ BİLİ


Birkaç zamandır kamuoyunu meşgul eden “Horoz” meselesine bir açıklık getirmek ve siz sayın okuyanları bir nebze de olsa aydınlatabilmek maksadıyla, mevzu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilsin ve aramızda gizli saklı bir şey kalmasın, e azıcık da keyfimiz yerine gelsin babında bu yazıyı yazıyorum meraklı okur kitlesi. Buyrun okuyun bakalım!

Serin ama güneşli bir sonbahar sabahıydı. Bizim İncegül gişisi her sabah olduğu gibi işe gitmek için yola çıkmış, kâh sahilden sahilden denizi koklayarak, kâh kıyıdan kıyıdan çimende otlayarak, lay lay lom lom mutlu bir sevgi pıtırcığı şeklinde hoplayarak arşınlıyordu yolları. Lakin güneşin doğuşuna kadar uyuyamadığından, henüz gözleri tam olarak açılmamıştı o sabah. Uyku ile uyanıklık arası bir yerlerde, yıllardır ezberlediği aynı yolu bir şekilde rölantiye almış, vurmuş gidiyordu.

İşte ne olduysa o anda oldu sayın okur. İncegül gişisi, bacaklarının arka tarafında bir gıdıklanma hissiyle önce yol ortası uykusunu hafifçe bölüp “amaaan mahallenin itidir, afacan, ne zaman görse beni sırnaşır böyle” diye düşünüp oralı olmadıysa da gıdıklanmaların acı vermesi vuku bulunca istemeyerek de olsa gözlerini açıp bin bir zahmet kafasını arkasına çevirmiş ve gördüğü manzara karşısında ağzı bir karış açık kalmıştır. Hani neredeyse bir öküzü yutacak kadar büyümüştür hatunun ağız gısmısı. Ancelina ile Meltem Dumbul arası bi’şey diyeyim; siz anlayın gerisini.

İncegül gişisi, bir beyaz horozun üzerine üzerine atlamaları esnasında tam anlamıyla ayılmış, uykusundan eser bile kalmamıştır. Büyük bir cesaret ve metanetle durur ve horoza “hoşşşt” der. Lakin şaşkın ve de cahil horoz yabancı dil bilmemektedir. İncegül yine de şansını bir “piiissst” le denemeye devam eder. Horoz şaşkınlığını atmış, hatunun üzerine atlayıp hoplamayı sürdürmektedir bu arada. Hatun durarak bir şey halledemeyeceğini anlayınca adımlarını hızlandırır. Bir yandan da peşinden gelen beyaz, şirin, inatçı, manyak horoza “kışşşşttt” demektedir. Sanırdır doğru kovalama yöntemini bulmuştur. “Kışşşt” belki de işe yarayabilirdir. Lakin horozun ne geri kışttlanmaya, ne bu sevdadan vazgeçmeye gönlü yoktur. Niyeti bozmuştur anlaşılan.

Ulen bu yaştan sonra horozların maskarası olduk iyi mi diye geçirir içinden. Bir yandan da etrafı kesmektedir. Malum hatunun yıllardır didinip dişiyle, dırnağıyla oluşturduğu bir karizma vardır. Bunu manyak bir horozun yerle yeksan etmesine izin vermeyecektir. Sportif bir kişilik olan İncegül şahsiyeti, başka çare olmadığını anlayınca koşuya başlar. Kendisi önde, bizim inatçı ibibik arkada sabah sabah maraton koşar ikilimiz. Bir yandan da sahildeki parkta, aletleri mıncırmakta olan teyselere de el sallanır ki, hani bakın biz de spor şettiriyoz, yanlış anlamayın mesajı verilsin, “ayıp ayıp, koskoca kadın, minicik horozdan korkmuş, kaçıyor” şeklinde algı yanılması olmasın. Malumunuz insanların aklına “manyak bir hatunla, ondan daha manyak bir horoz sabah koşusuna çıkmış” tan evvel “hehehehehe… horoz garıyı govalıyo len zabah zabah. Hilmiii gel len sen de bah” gelecektir ki biz buna kendi aramızda ‘algıda sı.çıcılık’ diyoruz. Bir de İncegül gişisinin kırk yılda bir etek giymelerinden birini o sabah gerçekleştirdiğini düşünürsek, durumun vehameti ve de ironik ve hatta traji-komik yanı daha da bir ortaya çıkacaktır.

Hatun artık umudu kesmiş vaziyettedir, yollar bomboş ve tenhadır. Bu horozun gaga darbeleriyle tek başına mücadele etmekten yorulmuş, tam da pes etmek üzereyken, karşıdan ağır çekim koşarak, Bret Pit ilen Riçırd Giir arası bir yaratık gelmeye başlar. Hemen kılıcını çıkarır bu prens ve canavar horozun üzerine atlayarak prensesi, yok la, kart prensesi kurtarır. “Apla iyi misin?” lafıyla kendine gelen hatun, horozun sahibi olduğunu sonradan idrak ettiği, koca göbekli, bol kıllı amcaya döner. Az evvel kurtarıcısı olan kahraman prense ne olmuştur böyle? O yağuşuklu ve de kerizmatik herif, birden Recep İbibk’e dönüvermiştir. Hatun kendine gelir ve adama dönerek “yahu bunları dövüştürüyonuz mu ne yapıyonuz siz? Ahan da gözüm üzerinizde. Yapıyosunuz bu haltı bari sahip çıkın hayvanınıza” şeklinde çemkirir. Koşarken şaftı kayan eteğini düzeltir, sağdan soldan fışkıran saçlarını tokanın içine geri sokar, kaçan çorap için ise yapacak hiçbir şey olmadığının farkına varıp mağrur ve başı dik bir halde yoluna devam eder.

Bu esnada kendisine müstehzi bakışlarla gülümseyen sportif teyselere de “siz kendinize bakın, o kadar tepinip ardından pastaneden aldığınız vıcık yağlı böreklerle eve kahvaltıya gitmenizle ben dalga geçiyo muyum” diye hönkürme isteğini, yaşlarına hürmeten bastırmaktadır. Ne de olsa büyüklerini sayar, küçüklerini sever İncegül şahsiyeti.

Evet sayın okur; işte horoz mevzuunun aslı-astarı böyledir. Aynen anlattığım gibidir. Bir çeşit manyak paratoneri, olayların kadını olan şahsımın bu ne ilk vukuatıdır, ne de son olacaktır. Ben size arife günü metro inşaatının ortasına yüz üstü kapaklandığımı, üzerime inşaat demirlerinin yığıldığını ve yerden kalkıp o halde çocuklar için alışveriş yaptığımı anlatmadım değil mi sayın okur? Anlatmamışımdır muhtemelen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder