13 Aralık 2008 Cumartesi

NAZLA BENİ AZICIK







Hiç nazlı bir hatun olamadım ben.

Oysa anneciğimin biricik kızı, kara kuzusu, kimselere yakıştıramadığı nadide çiçeğiydim.

İt gibi koşturup yorulsam da yorgunum diye ayağıma kadar hizmet beklemedim. Üst raflara yetişemiyorum diye uzun boylu erkek vatandaş aramadım. Zira bu minik halimle mutfak tezgahının üzerine bir şempanze misali tırmanıp sonra oradan düşüp çanağı çömleği kırdığımda, belimden aşağısı mosmor aylarca gezdiğimde bile şikayet etmedim.

Hastayken de kendi işimi kendim gördüm, kimseden yatağıma kahvaltı beklemedim. Azıcık burnu aksa yatak döşek yatan narin hatunlar gibi, kocayı maymun etmedim etrafımda.

İki çocuk doğurdum, hamile kaprisi yapmadım. Son günüme kadar evimin işini kendim yaptım. Karnım burnumun dibinde cam silerken, pencere ile burnum arasına sıkışan bebemin tekmeleri ve o sırada bana gelmekte olan arkadaşımın beni o halde görüp aşağıdan doğru “manyak karııı, allaaan geri zekalısııı, madem cam silinecekti, niye alo demiyon da tırmanıyon oralaraaa? Düş, geber. Sana acırsam namerdim. O yavrucağa üzülürüm” şeklindeki dostça ve nazik yaklaşımlarıyla kendime gelip bir daha çıkmayacağıma yemin ettirilmek suretiyle bundan vazgeçtim.

Aş erme neymiş, insanın canı gece bir şey ister de milleti sokaklara döker miymiş bilmedim.

Bir kış günü, rüyamda çilek gördüğümü anneme söyleme gafletinde bulunduğum ilk hamileliğimde, babacığım gidip bulmuş, bembeyaz çilekleri getirip bana vermişti. Sabahın kör saati işe gitmeden aç karnına hepsini lüpletince yollara pempe pempe kusturuvermiştim. Bir onu bilirim.

Bir de yine o dönemlerde, annemlerde yemekteyken, şöyle serin serin bir karpuz olaydı ne güzel giderdi demiştim de yine babacığım kabak bir karpuz bulup buluşturmuştu. O buz gibi kış günü serin karpuzu ne edecektim? Neden böyle bir şey söylemiştim? Ve bundan on altı yıl evvel, insanlar kış günü yaz meyvelerini nereden bulacaklardı bunları bilemiyordum. Sadece o an öyle ağzımdan çıkıvermişti.

Sonrasında hep dikkat ettim ki canım bişey çekmesin. Çekse de ağzımdan kaçmasın. Aş erdiğimi zannedip benim için bulmaya çalışmasınlar. Zira insanın canının bir şey çekmesi için illa da hamile olmasına gerek yoktur.

Kapris yapmayı hiç bilemedim. Mağazada, kuaförde, orda burda kendileri yerde, burunları gökte olan insanlara da anlam veremedim. Manasız geldiler bana. Onlar gibi manasız olmak istemedim.
Hep nazladım karşımdakini, asla nazlatmadım, pohpohlatmadım benliğimi. Oysa ben annemin vadideki zambağı, siyah lalesi, erişilmez kardeleniydim..

Poşetimi, çantamı tek başıma taşıdım hep. Ellerim acıdı, omzum çöktü kimi zaman, yine de yükümü kimseye yükletmedim. Kendim, kendime bile ağır gelirken bazen, kimseyi yüksündürmek istemedim.

Yapmayacaklarından değil, kıyamadığımdan. Karşımdakine değil kendime kıymak daha kolaydı çünkü. Ben bana küsüp, darılmazdım. Ben beni anlardım. Ben beni, onları sevdiğim kadar sevememiştim çünkü.

Oysa ben annemin nazlı ceylanı, koklamaya kıyamadığı gül goncasıydım. Ona sorsan ben tahtımda oturup, başımdaki tacı düşürmeden taşımaktan başka hiçbir şey yapmadan yaşamalı, sarayımdaki hizmetkarlara emirler yağdırmalıydım. Çünkü ben annemin güzel gözlü, minik prensesiydim.

Oysa rollerimizi annemiz değil, hayat belirliyordu.

Sitemim, serzenişim yok kimselere. Şikayet de değil. Belki bir iç döküş. Bu gün nedense içim darlandı biraz. Yorulduğumu hissettim sanki. Yüküm sanki biraz daha ağır geldi bugün. Sanki omuzlarımda dünyanın tasası, hayat çok üzerime geldi bu gün.

Bu gün nedense nazlanmak istedim biraz. Biraz pohpohlanmak, biraz kapris yapmak. Onu yemem, bundan pişir demek istedim. Çocuk muzurluğuyla şakalar yapmak, sonra kahkahalarla ağlamak istedim. Biraz da şımartılmak.

Yargılamadan, yorumlamadan en önemlisi yanlış anlamadan dinlemesini istedim birilerinin beni. Yaslanacak bir omuz, saçlarımı okşayacak bir el istedim. Bu gün hiç hesapsız, çıkarsız, olduğum gibi, sonsuz ve sonsuz ve sonsuz ve sonsuz sevilmek istedim.

Anneee, babaaaa dönün artık yaa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder