4 Aralık 2008 Perşembe

SİZE ANA DİYEBİLİR MİYİM...


Otuz dokuz derece ateşliyken gidip odanda sessiz sedasız uyumak varken, salondaki kanepede zıbarıvermenin yan etkisi nedir biliyor musun sayın okur? Halüsinasyon! Evet, evet, tam da bu işte! Hele acele etme, anlatıcam elbet.

Ben gözlerim yarı açık, yarı kapalı, her türlü kötülüğe karşı tam savunmasız, gariban, öksüz, zavallı, hasta halimle, üzerimde battaniye, ter, her bi yanımdan ağır ağır süzülmekteyken, Nurü Yalço, en şehvani bakışlarını kuşanmış, elindeki taylot kadehini uzatıyor bana. “Nal” diyor, “senin için kaynattım, nihohahahaaaa…” Yanıma doğru iyice yaklaşırken, ropdöşambrının cebinden çıkardığı hapı üzerinden dumanlar tüten kadehin içine bırakıveriyor. O anda, “o elindeki zıkkım insanı zaten yarı baygın bir hale getiriyor, daha niye içine ilaç atıyon salak” diye düşünsem de bunu söyleyecek takatim yok. Çaresiz alıp içiyorum.

Tam da bu sırada, ne zaman aldığımızı hatırlayamadığım piyanonun başında, koca g.tüne zorla tıkıştırılarak giyildiği belli olan, pilili mini eteğini çekiştirerek “demiyciiim işte, vursan da öldürsen de ona anne demiyciiim” diye çemkiriyor kırmızı rujlu esmer küçük kız. Demezsen deme beee! Manyağa bak! Çok meraklıydım sanki… Ukalaa… Ne bağırıyon dimi? Peki bu mutfaktan gelen sesler de ne? Birileri höykürüp duruyor. Bir tanesi “bu yengeç çorbası hiç başarılı olmamış Suzidil, üstelik ahtapotun kıllarını da iyice tıraşlayamamışsın güzelim, sana bu yüzden bir puan vericim” diye yırtınırken, ötekisi “ay bu sofrada Nepal mor hindibasıylan, Papuayenigine mısır koçanı yok, o yüzden puanını kırdım şekeriim” diye bas bas bağırıyor.

Gözlerim beni yanıltmıyorsa, şu başımda terimi silen herif Murro… Ulen saçını başını uzatmış, bir de küpe takmış ki pırlanta… İçindeki gotik sevgisine lanet okuyor. Ortalıkta bir sürü mavi gömlek, krem rengi pantolonlu hatun oradan oraya koşturarak neşe içinde temizlik yapıyor, güççümen emrayh “hımmmm… benim anamın hiç kosla oksi ekşın meni olmadı ki amca” diye ağlıyor. Acur, kitaplığımı boşaltıp yerine mavi, kırmızı, yeşil, sarı renk renk kutular yerleştiriyor, bu sırada Hasbi Bey, koca kişisine son teklifini yapıyor. “Verelim sana Keristinayı, daha uğraşma bu pisikopat hatunlan. Yarışmaya katıldığı gün rehin aldıydık kendisini. Elimizi öpene beş milyona veririz ama sen yabancı değilsin, sana bi tekliğe olur.” Diyor. Benimkisi pişmiş kelle… Hiç düşünmüyor o kadar parayı nerden bulacam…

Ah işte! Geldi cesur erökooo! Şimdi atacak beni atının terkisine, kurtaracak bu viral cehennemden. Sana da keristinayla mutluluklar dilerim koca kişisi. Ama heyhat, tam elimi uzatıp tutacakken, kış, kıyamet, belinden şambreli, k.çından mayoyu çıkarmayan embesil kız, “tatilden vazgeçmiyciiim, cesur erökooo, sigortala beniii, hemen bu kış günü denize atliyim de bi taraflarım buz kessiiin” diye böğürüyor. Çok sıcak… Perdeyi aralayıp sokağa bakıyorum. Rıza baba, Adanalıyı evlat edinmiş, kendi ekibine almış, bizim evin önünde havaya ateş ediyorlar. Beni parmaklıklar ardına atacaklar, sonra da ipsiz recepe ip eğirme işi yaptıracaklar. Çok korkuyorum. Ağlamaya başlıyorum.

Birden karanlıklar içinden bir ışık peydah oluyor. Evet, işte yolun sonu. Şu meşhur ışık göründü. Şimdi b.ku yedin kızım. Gitmez misin doktora, olacağı buydu işte. Hadi bakalım son duanı et. Sonra birden yanağıma tatlı bir öpücük konuyor. Kocaman kara gözlerinde alışık olmadığım bir hüzünle kuzum bana bakıyor. Yanaklarımdaki teri silip saçlarımı okşuyor. “Korkma bebeğim” diyorum. “Annen hiç sizi bırakıp bir yere gider mi?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder