26 Şubat 2009 Perşembe

KARA BONCUK GÖZLERİNDEN ÖPERİM


İncecik bir horoz ötüşü çınlıyordu kulaklarımda. Yağmurun sesine karışıp sabahı müjdeliyordu toprak ve sarıçiçek kokularının arasında. Dal, yaprak ve ıhlamurlar teslim olmuştu çoktan ferahlatan dokunuşlara. İçim kıpır kıpırdı. Çocuk yüreğim ıslanmak istiyordu bulutların tatlı ve serin mutluluk gözyaşlarıyla.

“N’olur anne!..” dedim. “Dışarıya çıkmak istiyorum.”
Önce anne oldu, çattı maviş gözlerinin üzerindeki iki hilal gölgesini; sonra bir zamanlar çocuk olduğunu hatırlayıp uzattı ellerime bitmeyecek sandığım sevincimi.
“Git hadi deli kız!” dedi. “Sakın hasta olayım deme ha! Sonra bakmam sana.”
Sağ gözünün ortasına, sol tarafımdan kopan bir kiraz çiçeği bıraktım sevgiyle.
“Öpme gözlerimden demedim mi kaç kere sana? Ayrılık getirir.” dedi.
Uçar adım merdivenleri inerken, “Ben senden hiç ayrılabilir miyim?” dedim, annelerin sultanına.
Bahçenin yağmurla yoğrulmuş toprağında, ayağımdaki tor lastikler nasıl da kayıyordu. Dönüp baktım; ahşap beyaz pencerede hüzünle beni seyrediyordun. El salladım sana. “Gelsene!” diye bağırdım hatta. Küçücük omuzlarını silktin. Belli ki annem izin vermemişti. “Üzülme küçüğüm.” dedim içimden. “Üzülme benim kara boncuğum. Yaz yağmuru bu, nasılsa birazdan diner. Nasılsa birazdan güneş, bulutların ardından hem sana, hem bana, hem de tüm yeşillere gülümser.”

Beyaz horozumuzun yanına gittim sonra. Beni görünce dolanıp durdu etrafımda. Dünden beri görmemişti ya; o da seni özlemişti belli ki. Sanki haber soruyordu.

İşte güneş de açmış ıslak saçlarımı kurutmak için dikilmişti tepeme. Sesini duyup ardıma döndüm, kapının önünden koşarak bana doğru geliyordun. İki kolum iki tarafa olabildiğince açık, seni sarmalamak için bekliyordum. Horoz da bekliyordu. “Sana emanet kardeşin ha!..” dedi annem. Emanetimi kucakladım.

Ne çok seviyordun o beyaz horozu. “Bak abla, saçlarını ne biçim kesmişler…” dediğinde nasıl gülüşüyorduk. Sahi, hangi berberdi onu böylesi ilginç bir hale sokan?.. Köy yerinde bizden başka seveni de yoktu garibin. Vakitsiz öterdi çokça. İhtiyarlamıştı da artık. Anneannem “Size vereceğim onu, götürün giderken!..” dediğinde ne sevinmiştik.

Bavullar düzeltilmiş, yükler yüklenilmiş, yolluklar hazır edilmişti artık. Dönüş vaktiydi bir yandan; bir yandan hüzün vaktiydi hazan… “Okullar açıldı, açılacak yavrum” diyordu annem. Bıraksalar; köyde okul mu yoktu? Ah, bir bıraksalar; burada geçirirdik kalan ömrümüzü. “Anneanne, horozumuzu unutmuyorsun değil mi?” diye sordum. Ocak başının isi eline, teri yüzüne bulaşmış bir halde koşturuverdi merdivenlerden aşağıya.

Vedaları sevemedim hiç. O zaman da sevmezdim. Kavuşmalar uzun, ayrılıklar kısa sürsün isterdim. Bu nedenle dönüp bakamazdım da hiç ardımda kalanlara. Ruhum gözyaşlarıma karışıp geride kalacak sanırdım. Gidenlerin peşine takılıp ayrılacak gibi gelirdi yüreğim bedenimden. O yüzden hep küçük tuttum “hoşçakal”ları. O nedenle hiç uzatmadım vedaları. Bir an olsun ve gelsin geçsindi işte!..

Sevenlerle bir bir gönülleri koparmadan ayrıldık. Herkese bu yaz için, son defa el salladık. Anneannem, yine koşturuyordu köy meydanına doğru. Elinde bir poşet vardı. Belli ki; yol için bir şeyler daha hazırlamıştı. “Yetmedi mi artık, kim yiyecek bunca şeyi?” dedi annem. “Sen karışma bakayım!” diye payladı onu da. “Bu kuzularımın…”

“Anneanne ya” diye mızmızlandın. “Hani amerikan tıraşlı, beyaz horozu verecektin bize?”
Yüzünü yine her zamanki gibi şefkatle okşayarak “Getirdim ya kuzum” dedi.
Elindeki poşeti uzatıp “İşte burda!.. Pişirmeye fırsatım olmadı, gidince anneniz bir güzel kızartır, afiyetle yersiniz emi?”
O an gözlerin kocaman olmuş, fırtına patlatmaya hazır kara bir buluta dönmüştü. Seni mi sakinleştireyim, acıyan yüreğimi mi bilemedim. Neden ağladığımızı hiç kimse bilmiyordu; sadece sen ve ben… Etraftaki bizsiz kalabalık şaşkınlıkla bakınıp söyleniyordu. Sarıldım sonra sana, sıkıca. “Ağlama artık, kadıncağız ne bilsin...” dedim. Gözyaşların yakamdan içeri kalbime akıyordu.

Başka bir hazan vakti annemizi babamızın yanına uğurlarken, genç heyecanlarımıza en büyük acıyı katmıştık hatırlarsın. Giderken yine mavi mavi bakıp seni bana emanet etmişti. “İyi bak ona” demişti. “O narin küçük bir dal daha, sakın kırılmasına izin verme kızım” olmuştu son sözleri. Ben ki; paramparçaydım. İçimde bir yerler kırık dökük olmuştu. Dışarıdan görünen o deli, o güçlü hallerimi onun gözlerinden alıyordum. Anlamıyordu hiç kimse; kendisi bile. Bilmiyordum hiç, onsuz nasıl yaşanır, o olmadan nasıl ayakta kalınır… Ve onun omzu olmadan nasıl ağlanır.

Sen kara boncuğum, sen öğrettin bana nasıl anne olunacağını. Sana ablalık ederken bildim, hayata karşı nasıl durulacağını. Güçlendim, yıkılmaz bir çınar gibi ayakta kalabildim seninle. Liseye yazdırırken, “Veliniz gelsin kızım.” demişti ya müdür. Zor ikna etmiştik öksüz-yetim oluşumuza. “Yok mu bir akrabanız falan?” diye diretmişti. Vardı da sen istememiştin. “Sadece sen gel yanımda.” demiştin. Nereden bilecekti ki? Bizi birbirimizden başkası hiç bilemedi ki!.. Nasıl bakmışsam o gül yüze; askeriyeye ziyaretine geldiğimde komutanın sevgilin zannetmişti beni. Kahkahalarla gülmüştük o gittikten sonra. “Aman abla, terhis olunca çok yanımda dolanıp da kısmetime mani olma ha!..” demiştin.

Ben sevgilerin en büyüğünü de hayatın ta kendisini de senin kara gözlerinde buldum. Ve ne kadar istesem de onları hiç öp(e)medim. Hem de hiç!.. Ayrılığın gölgesi bile aramıza düşsün istemedim. Annemin gidişinden öpüşlerimi sorumlu tuttum diye çok kızardın bana. Uzatırdın dudaklarıma siyah incilerini, “Korkma ablam, ben seni hiç bırakmayacağım.” derdin. “Gözlerimden öp beni…”

Ne işin var şimdi o buzlu camın ardında? Her şey yakışır da benim kardeşime, bunlar yakışmış mı bir baksana. Bu vücudundaki kordonlar ne? Peki ya kıvır kıvır saçlarını kazıyıp kafanın içine soktukları kablolar? Kolundaki şişeden gencecik bedenine zerk edilen damlalar yeşertecek mi seni? Solgun yüzünde yeniden renk bulacak mı kır çiçekleri? Gülüşünle aydınlanacak mı yine iki kişilik kocaman dünyamız? Söyle, açacak mısın bana o kara gözlerini? Yoksa o arabayı aldığım güne lanet ederek, “Keşke ben… Onun yerine ben…” haykırışlarıyla, karanlıklar içinde yaşamaya mahkûm mu edeceksin beni?

Söz veriyorum annemin emaneti, sana söz veriyorum; buradan el ele çıkalım hele bir, evimize gidelim… Amerikan tıraşlı, beyaz bir horoz alacağız. Her sabah onun vakitsiz ötüşü uyandıracak bizi. Senin çocukların olacak sonra boy boy, kızlı erkekli. Onların da arkadaşı olacak çocukluğumuzun en güzel sesi.

İçim gitse de, yüreğim coşup istese de, sırf ayrılık bizi bulmasın diye; ben hiç güzel gözlerinden öpmedim seni. Ablanı bırakıp gitme kara boncuğum... Haydi tut elimi!..

Not: Bu öykü, her ne kadar bir erkek kardeşe olan sevgiyi anlatıyor olsa da sadece siteye girebilmek için koca gün uğraşıp didinen, hiç doğmamış kız kardeşlerimden biri olan Sevgili Suzem'e yürekten sevgimle, nacizane armağanımdır.

25 Şubat 2009 Çarşamba

KORDONA DOLAN DA GEL...


Geçenlerde büyük gazetelerin birine röportaj veriyorum; isim vermeyeyim şimdi, nasılsa okursunuz… Dediler ki: “İncegül Hanımcığım, nereden buluyorsunuz bunca şeyi. İki yıldır yazıktırıp çiziktiriyorsunuz, konu sıkıntısı çektiğiniz zamanlar olmadı mı?” Güldüm!.. “Siz de onca zamandır yakın takiptesiniz, adım adım peşimdesiniz, her yaptığım, her söylediğim manşet… Daha öğrenemediniz mi; ben arayıp bulmuyorum ki… Konu beni buluyor.”
Acele etmeyin, bağlıyciim…

Günlerden bir gün işyerindeyim, yine gömülmüş vatanım, milletim için çalışıyorum, bir telefon geldiği söylentisiyle şirket çalkalanıyor.
“İncegül Hanım’ı kordon bankasından ariyilermiş”
“Aha da İncegüül, koş koş, seni kordon bankasından arıyolaar kızzz.”
“İncegül Hanım, hamile kalacağınızı firmamıza önceden bildirmeniz gerektiğini bilmeliydiniz. Bu yaptığınız hiç şık değil.”
“Aaaaa, hamile miymiiş, ayol bu menapoza girmemiş miydi be? Yüz yaşında vardır anam bu.”
“İncegül aplaaa… anlayalım hee…”
Şekli cümleler havada uçuşuyor.

Bağlayın anasını satayım. Bakalım ne çıkacak altından. Hem ne zamandır, bilim teknik programı yapmayı düşünüyordum, al sana bedava done… Bu görüşme oldukça faydalı ve bir o kadar da verimli geçeceğe benzer. Buyrun buradan bilgilenin efenim.

- Alo buyrun ben İncegül…
- Merhabalar İncegül Hanım, ben deniz gordon bankası veznedarı ve aynı zamanda hemşiresi Batanay. Biz yirmi bir-kırk yaş arası karıları arıyoz ve bilgilendiriyoz da…
- Buyrun hanımefendiciğim, sadede gelin… Nasıl yardımcı olabilirim? Gerçi henüz yirmi buçuk yaşındayım ama, neysee...
- Şey… Kem… Küm… Bebe diyorum… Bebe yapmayı düşünüyonuz mu aceba?
- Hemen şimdi mi?
- Yok be annem… keh keh keh… hani bu aralar… Var mı böyle bir niyet… Eşiniz beyefendiyle de bir görüşüp önce bu konuda bir şettirseniz bizi.
- Koca kişilerine ne oluyor ki be. Onlara düşen görev işin en basit kısmı. Hem öyle ha deyince olmuyor biliyonuz, bunun için belli bir süreç gerekli, aş ermesi var, bulantısı var, habire tuvalete taşınması var, doğumu var, vırtı var zırtı var. Sonrasında gece uykusuzluğu var, işten izin alma telaşı var, büyüdükçe büyüyen sıkıntıları var. Koca kişisine sormama hiiç gerek yok hanımefendi. Böyle bir şeyi düşünmek için aklımı peynir ekmekle yemiş olmam gerekli ki; daha yapmadım çok şükür.
- Hanfendü, ama önyargılı olmayın. Bak bebe çok sevimlidir, agucuktur, gugucuktur, pötürcüktür.
- Senin çocuun var mı bakem?
- Yok…
- E senin için öyledir tabii…
- Ama biz doğacak bebelerinizin gordon ganını saklayacaz… E siz de bize epey yüklü bir miktar yetaale bayılacaksınııız… Böyle geçinip gidecez işte.
- Yok anam, düşünmüyoruz biz. Eşim beyefendi de böyle bir şey düşünürse, uygulama için başka bir hatun bulacak artık kendisine bi zahmet. Hadi size ey günleeer…

İşte ben bu görüşmeyi yaparken çok sevdiğim, benimki gibi tescilli! olmasa da zeka küpü, bir arkadaşla sohbet ediyordum. Kendisi ve onun çok değerli cinleriyle konuyu istişare etmek niyetiyle çok verimli bir konuşma gerçekleştirdik. Şimdi kendisinin yüksek müsaadeleriyle onu da buradan buyrun efenim.

- Ne istiyorlarmış İncegül?
- Bebe yapmayı düşünüyonuz mu diye soruyor?
- Sana ne diyeydin.
- Demedim. Yok anam bizden geçti artık dedim.
- Kordonumun hemşiresi…
- Düşünsene bunların veznedarları ne korkunç tiplidir, tırnakları upuzun, elleri kan içinde, yüzlerinde korkunç bir ifade…
- Beni de sperm bankasından ararlar herhalde
- Aaa bak ordaki veznedarlar hoştur ama, son derece sarışın, uzun boylu, alımlı, mini etekli falan…
- Hesabınıza bişey yatırmak ister miydiniz derler.
- (İncegül kopar)
- Faiz oranlarını öğreneyim de bir…
- Bu ara yastık altında saklamayı yeğliyoruz tasarruflarımızı deriz artık.
- Yok yok gömmek en iyisi. Çocuklarımıza miras kalsın.
- Evet, yoksa yorgan yastık ooo…
- Acaba bu bankalar TMSF güvencesinde midir?
- Ya bizim ülkenin hortumcalarına TMSF ne eder ki?
- Yatırımlarımın yurt dışına kaçırılması tehlikesi de var tabii…
- Aaa… yerli sermayenin yurt dışına çıkarılması beni de üzer bak. Yine ne varsa eski yöntemlerde var. Gömelim gitsin…
Ne demiştik başta, ben konuyu bulmuyorum, konu gelip beni buluyor. Bunları bana sayıyla, parayla değil, sebil sebil veriyorlar. Bir çeşit deli deliyi dakkada mevzuu işte.

Umarım sizler de bizim kadar aydınlanmışsınızdır. Evet bu bilimsel ve de çok teknik programın ardından, sizlere şimdilik veda ediyorum pötürcüklerim, balböcüklerim...

Soru, görüş ve önerileriniz için, yorum yazan kısmı tıhlayabilirsiniz.

20 Şubat 2009 Cuma

MÜBAREK SEVGİLİLER GÜNÜNÜZÜ KUTLARIM...


Pek kıymetli viaypi ve de förüst klas misafirlerim. Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir sen valentayn gününü hep birlikte idrak etmiş, onun yüreğimize doldurmuş olduğu derin hislerle harap ve bitap düşmüş bulunuyoruz. Geçmiş sevgililer gününüz mübarek olsun, hayırlara vesile olsun dilerim.

Efendim, yine yer gök kırmızıya boyandı, yine pırlanta reklamları gözümüze gözümüze sokuldu. Yine her türlü hırdavatın üzerine, kalpler, çiçekler, börtü böcekler kondurulmak suretiyle, kelebek kıvamına getirildi. Hayır, kamyon lastiğinin üzerinde o pembiş kalplerin ne işi var değil mi? Bizim anlamadığımız konu bu. Hangi adam, tutup da sevdiceğine o lastikleri hediye edecek, hangi hatun kişisi o gelen hediyeyi adama yani kafasına geçirmeyecek değil mi? Yoksa, bir muhalefetimiz yoktur bu müstesna güne. Aksine, odun mamülü erkek kişilerini bile romantik bir don juan’a çevirdiğinden mütevellit minnetar bile olabiliriz bu günü icat eden tükettirici kesimine.

Şimdi gelelim benim koca kişisine. Kendisi bildiğiniz üzere son zamanlarda ne kadar romantik etkinlik varsa hepsinin içinde olmak suretiyle hepimizi dumura, şaşkınlığa, heyecana ve hezeyana uğratmaktaydı. Son zamanlarda da bunu abartarak, söylemesi ayıp bir yandan hediyelere boğarken, diğer yandan ilgili sevecen yaklaşımlarla hayretime tavan üzeri karton piyer yaptırıyor. Bu adam kesin bi haltlar karıştırıyor ya; çıkar yakında kokusu.

Bittabi ki bu kutlanası günü de boş geçmedi. İşyerime göndermiş olduğu, elbette ki kırmızı, elbette ki, kalpli ve elbette ki içinde güller olan kutunun içerisine, bir de ayıcık yerleştirmek suretiyle –aklınca- son derece şirin ve de pötürcük bir jest yaptı. Ben ne yaptım. Hemen telefona sarılıp kendisini aradım, son derece sevgi dolu bir sesle “neyin peşindesin oolum sen, ironi mi yapıyon, çağrışım mı gönderiyon, sen bu hayvan fügürüyle bana ne ima etmek isteyyon itülmüüş” şeklinde güzel bir fırça çektim elbette.

Sonrasında bir ara yerimden ayrılmış idim ve geri dönmüş idim ki; bir de ne göreyim beğenirsiniz. Masamın üzerinde bir çiçek daha. Ahan da… “Bu ne leyyn” dedim kendi kendime. Malumunuz bizim güruh genelde kendiyle hasbıhal üzredir ya. Düşündüm… düşündüm… Yine malumunuz üzre düşünmek, kaşınmaktan sonra en fazla yaptığımız eylemlerdendir. Ne olabilirdi, bu çiçeği kim göndermiş olabilirdi, gizli bir hayranım mı var idi, ya da fark etmeden kendi kendime yollamış olabilir miydim? İşte bu karmaşık, bir o kadar da dolaşık olayı çözmek için hemen araştırmacı, soruşturmacı ve bir o kadar da tescilli zeki kişiliğimi ortaya koymalıydım.

Şımartılmışlığın dibine vurmuş vaziyette koca kişisini aradım, deminki kabalığından! ötürü özür babında eylem tekrarı yapmış olabilirdi. Ağız yokladım, açıkça da soramazdım ya! Adam, “elün herüflerü ot mu yolleyya sağa len” diye depmüğü yapıştırabilirdi güzel ve de gül yüzümün orta yerine. Ama yoktu işte. O değildi. Hem o olsa idi, bu sefer içine şöyle bir iki parça mücevher de atması gerekmez miydi? Ne de olsa yıllardır kendisine hayatı zindan etmek suretiyle onca emek vermiş idim.

Sonra şirket içi bir keşif gezisine çıkmaya karar verdim. Ahan daydı. Bu da neyin nesiydi? Gözlerim pörtlemiş, yarım aklım yerinden fırlamıştı. Neler oluyordu? Bu esrarengiz adam neyin peşindeydi böyle? Şirketin bütün hatunlarının masasında aynı çiçeğin farklı renk versiyonları konuşlanmış idi. Olayın gizemi daha da artmıştı şimdi. Soruşturmama erkek zanlılar üzerinde devam etmeliydim. Bulmalıydım bu terbiyesiz suçluyu.

İşte tam karşımda oturuyordu. Muhtemel suçluyu bulmuştum. Yüzündeki gevrek gülümseyiş, ayağının üzerine ayağını pervasızca atıp yüzüme “bahhh ne ormantik ve de düşünceli bir herüfüm” şeklinde bakan çipil gözleri onu ele vermişti. Bu bir suçlunun bakışından başkası olamazdı, nerede olsa tanırdım.

“Len allaan gastımonulusu, o çiçeği almışsın, masaya koymuşsun, bari temizleyeydin be, bütün her yer toprak olmuş” demedim tabii. “Teşekkür ederim hemşom, ne varsa yine torpağımda var” diyerek kendisine bu sevimli jest için teşekkür ettim. Diğer kaba hatunlar ne yaptı bilemem tabi. Benim gibi nezakette sınır tanımayan bir hanımefendiye de bu yakışırdı değil mi ama?

Haydin şimdilik kalın sağlıcakla… He o kalp şeklindeki balonları patlatabilirsiniz anacığım, sevgililer günü geçti. Ben öyle süs olsun diye şettirdiydim.

17 Şubat 2009 Salı

MANDA YUVA YAPMIŞ SÖĞÜT DAAALINAAA...


Aman da… aman da… aman daaa…

Canlarım, ciğerparelerim, şeker şerbet, ballı lokma tatlılarım gelmiş. Hele yerleşin bi annem. Hıhh… Kızlar dağılın şöyle boş koltuklara serbest serbest… Yerimiz müsait. Ahan da salon geniş, koltuklar rahat. Sizin için yeni dekorasyon da yaptıracam anacım. Az bekleyin, şimdi kilidiydi, onca anahtarıydı, çok para harcadım. Hele bütçeyi bir ayarlayım, bakın ne güzel olacak buralar. Beyler siz de serpişin aralara şööle bi, görüntü güzelleşsin. Yok öyle haremlik-selamlık. Ahan da hepimiiiz gardaşııız…

Valla heyecan da yapmadım değil ha. Şimdi biletli, davetli seyirci tabii… Locasıydı, viaypisiydi, klas bir okuyucu kitlesine sesleniyoruz. Bittabi ki kendimize çeki düzen verelim dedik. Sizin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadık, bizim mahallenin en sarı peyniri Haspanaz’la, dünyalar şekeri, kalbi fesat ay pardon ferah Nülgüzar aplayı da transfer ettik buralara. Zaman zaman onlar da size seslenecekler bu sahneden. Şimdi birisi kuliste, kameramanlarla fingirdeşiyor, öteki de yarına dedikodu bülteni hazırlıyor, rahatsız etmeyelim dedik.

Yanısıra yeni karakterlerimiz de var. Bastırdım annem yetaaleyi getirttim hepsini, size feda olsun be…

Yine tv eleştirme ve suyuna çorba pişirme köşemiz, bizim evin çatlakları belgesel programımız sizlerle birlikte olurken, bir çok yenilik de düşünmedik değil. “Film izle, gerekirse izleyemeyen garibana anlat, finalini mutlaka söyle ki; sonra günün birinde seyretmek isterse, hiçbir tat alamasın” adlı bir program hazırlıyorum ki; bayılacaksınız.

Bayılanlar için, limon, tütün her türlü kolonyamız, koltuklarınızın yan tarafında bulunan gözde mevcuttur. Ayrıca, bir adet ıslak mendil, bir top kek, bir küçük meyve suyu, çekme halatı, şamrel, ikişer adet dübel ve vida da yine siz değerli okurlarımız pardon seyircilerimiz için, yan tarafta hazır tutulmaktadır. Fotosunu gördüğünüz, çok yakışıklı yer götürü konuksal herifleriniz Mini ve Maksi kişileri de her türlü ihtiyacınız için hazır ve de nazır beklemektedir.

Helalar, hemen girişte olup, siz değerli förüst klass misafirlerimiz için cillop gibi tertemiz temizletilmiştir. Laf arasında gitmeye kalkan olursa fena yaparım ona göre.

Bak başta aman da aman da deyip durmuşum ya aklıma geldi be. Şimdi bu yıl “manda yılı”ymış, haberiniz var mıydı anam. Benim de yoktu. Penceremin tam karşısına koca bilboardlar koymak suretiyle haberdar ettiler. İstanbul’un en büyük kültür merkezlerinden birinde etkinliklerle kutlanacakmış. Bak gülüyorlar ya… İnanmazsınız şimdi siz bir de… Yahu adımız komiğe, deliye çıktı ya; ciddiye de almıyorlar bizi. Valla bak ya. Bildiğin etkinlik yapıyorlarmış. Bu şahane olaylara katılması için, tüm mandaları, ay ne mandası, tüm halkımızı davet ediyorlar. He gı. Allah canımı alsın ki.

Anlatayım, anlatayım… Ahhh… ne edersin, kültür elçisi olmak da zor şekerim. Bak şimdi; malum kültür merkezi, öyle pazardan on yetaleye aldığın dandik kazakla, çakma kotu giyip gidemezsin. Belli bir kaliteyi gözeterek, şık şıkıdım giyineceksin. Sonra cüzdanını hafifleten bir meblağ yetaaleyi sayıp içeriye giriş yapacaksın. (Bu arada o para diye bize kakaladıkları cipis çıktısı kağıt parçalarına bilahere değinicem elbette. Şimdi konumuz manda.)

Heh girdin mi içeriye. Muhtemelen loş bir ortam, böyle mumlar falan, fenkşuyi öğretisi ya, ona göre de abuk bir dekorasyon. Akvaryumda oynaşan balıklar, tuhaf şekilli alet edevatlar… Sahnede bir abla, üzerinde çok büyük ihtimalle çuvaldan bozma bir entari, altında don da yok tabii, fenkşuyiye aykırı biliyorsunuz. Yoksa siz giderkene giymiş miydiniz? E aşkolsun ya… Çok cahalsınız, çook…

Abla önce iki elini çenesinin altında birleştirip, şu Uzakdoğu kültürünün malum hareketini yaparak ommmlamaya başlıyor, bu esnada içinizden görünmez bir yere elini uzatıp güzel yurdumun meşhur ve de malum hareketini çeken olursa çok kınarım ona göre. Kültürlü olun azıcık caanımm, aaaa…

Sonra abla anlatıyor siz dinliyorsunuz, abla söylüyor siz tekrarlıyorsunuz. Bak uyuyan, hatta esneyen olursa hakkımı helal etmem ona göre. O kadar yetiştiriyoruz sizi yahu…

En sonunda baş kuMANDAn apla, yayılın diyor. “Höööö” diye karşılık vermeyin diye söylüyorum, o sırada entarili ve kel bir takım adamlar o mis gibi yerleri, çamur, kirli su, b.k, püsür bir sürü şeyle etkinliğe hazır etmişlerdir bile. Siz komutu aldığınız anda kendinizi bu pisliğin içine bırakmalısınız. Ya ne olacak kıyafetiniz versaceymiş, vırtmış, zırtmış. Bedenlerinizi ıslah edeceksiniz be. Heee… manda gibin işte. Ruhlarınızın temizlenmesi için bu elzem.

Yok annem size de yaranılmıyor ki… hem üç kuruş pahalı olsun, hem şoför mahalli olsun istiyorsunuz. Manda diyorum mandaaa… ne bekliyordunuz ki? Jakuzide esmer uzunboylu yağuşuklu adamlarla, çekik gözlü kızlar mı? Ben burda gerçekleri anlatıyorum, gerçekleriii… Yemiyorum, içmiyorum, tam techizatlı kameramanım günlükle gündüzümü geceme katıyorum, kültür etkinliklerinden bahsediyorum, şu sizin yaptığınıza bakın bir.

Bak hala domates atıyorlar. Len mevsimi değil bikere be, tadı tuzu yok atmayın. Bari ıspanak, brokoli neyin atsaydınız yahu. Yavrularıma yemek pişirirdim. Tamam be gittim işte.

He gitmeden hepimizin manda yılını kutlar, hayırlı uğurlu olmasını temenni ederim.

Bu ısınma turundan sonra, şimdi siz güzelce yerleşin hele koltuklarınıza, anahtarını paspasın altından almayan tembeller de bi toplaşsın hele… Yayınımız “sevgililer günü” özel programıyla devam edecek.

E HAYDİ HOŞGELDİNİZ BE…

16 Şubat 2009 Pazartesi

DUYURULARA DOYMADIM BEN...


EVEEEET... ANAHTARLARINIZ PASPASLARIN ALTINA BIRAKILMIŞTIR.

BEN ANAHTARIMI ALAMADIM, DAVETİYEM GELMEDİ, MAİL ATTIYDIM AMA CEVAPLANMADI DİYEN VARSA DİYE İKİ ÜÇ GÜN DAHA BURALARI BÖYLE TALAN BIRAKIYORUM...

BU ZAMAN ZARFINDA SİTEM, İNTİZAR, SEVGİ BİLDİRMEK İSTEYEN... BAĞIRIP ÇAĞIRIP "HANİ LEYN BENİM DAVETİYEEEM" DİYEREK SİTİRESİNİ ATMAK İSTEYEN ARKADAŞLARIM MAİL ADRESİM BİR ÖNCEKİ YAZIDA MEVCUTTUR...

SONRA DEKODERLİ, ŞİFRELİ, YEPYENİ BİR YAYINLA HUZURLARINIZDA OLACİİM...

ÇOK BİRİKTİM BE...

TE O KA...

11 Şubat 2009 Çarşamba

AHAN DA BİR BAŞKA DUYURU

BU DAVETİYELİ GİRİŞE GEÇİŞ EN ÇOK NE İŞE YARADI BİLİYOR MUSUNUZ?.. SEVGİYİ SESSİZCE BÖLÜŞENLERİ DE BİLDİM VE BUNDAN DA ÇOK MUTLU OLDUM.

MAİLİME VE YORUMLARA, GEREK "BENİ TANIMAZSIN AMA BEN DE İSTEREM" DİYE, GEREK "YOLLA LEN İŞTE, NE TRİP YAPIYON" ŞEKLİNDE DAVETİYE İSTEĞİYLE GELEN, SEVGİ DOLU YÜREKLERE DİYORUM Kİ; ANAHTARLARINIZ EN KISA SÜREDE PASPASIN ALTINA BIRAKILACAKTIR.


BU TÜKKAN, BENİM DEĞİL Kİ; ONU SEVGİSİYLE, İLGİSİYLE, SICAKLIĞIYLA VAZGEÇİLMEZİM KILAN SİZLERİN.

SEVİYOM BE SİZİ ALLAAN DELİLERİ...


Not: Şu habire bir yıldıza basıp, aklı sıra bu yazı kötü olmuş diyen şahsiyet!.. Bu sözüm de sana; Sen bilmiyor musun ki, iyi niyeti, sevgiyi, dostluğu ne yıldızlarla, ne rakamlarla ölçemezsin. Haydi ver bu yazıya da bir yıldız. Elini çabuk tut yalnız...

10 Şubat 2009 Salı

İHTİYAÇTAN DEVREN DUYURU...


SEVGİLİ ARKADAŞLARIM,

GEREK MAİLLERLE GEREKSE MESAJLARLA SİTEMLER ETMEYİN BANA. NİYE SAYFAYA GİREMİYOM, YOKSA BENİ SEVMİYON MU DİYEN ŞİRİNELERİM.
MAİLİ OLAN ARKADAŞLARIMA DAVETİYE YOLLAYACAĞIM. OLMAYANLAR İÇİN DE AHAN DA MAİL ADRESİMİ AŞAĞIDA YAZIYORUM. BUNDAN SONRA BİZ BİZE YAZALIM, OKUYALIM, EĞLENELİM, GÜLELİM, BELKİ DE AĞLAYALIM.

BİR HAFTA BOYUNCA AÇIK KALACAK TÜKKAN. BU SÜRE ZARFINDA LÜTFEN DAVETİYENİZİ İSTEMEYİ UNUTMAYINIZ.

HEE... AŞAĞIDAKİ ADRES, SADECE ARKADAŞLARIM İÇİNDİR. MSN'SİNE EKLEMEYE FALAN KALKAN ÖKÜZLER OLMASIN. HER SLM DİYENE EYVALLAH DEMİYORUZ. ZATEN CİNLERİM TEPEMDE, OYARIM.

TE BU KA...

3 Şubat 2009 Salı

HOŞÇAKALIN...


SEVGİLİ ARKADAŞLARIM,

UZUNCA BİR SÜREDİR BİRLİKTEYİZ. BİR ÇOK ŞEYİ, BİR ÇOK HALİ BÖLÜŞTÜK. KİMİ HÜZÜNLENDİK, KİMİ GÜLDÜK. AMA HEP HOŞGÖRÜ VE SEVGİ HAKİMDİ PAYLAŞIMLARIMIZDA.

ZAMAN ZAMAN BAZI KÖTÜ YORUMLARI YİNE KENDİ ÜSLUBUMUZLA BERTARAF ETTİK. BUNDA DA BUGÜNE KADAR SIKINTI YAŞAMADIK. KİMSEYE ÜZERİMİZDEN PİRİM YAPTIRMADIK. VE KİMSEYİ DE BURALARDA KIRIP DÖKMEDEN AĞZININ PAYINI VERDİK.

BİR ÖNCEKİ YAZIMA GELEN ALAKASIZ YORUMLAR, BU KEZ ÇOK AMA ÇOK SEVDİĞİM BİR DOSTUMU ÜZMÜŞ, KIRMIŞTIR.

KENDİSİYLE ASLA ALAKALANDIRMADIĞIM, AKLIMIN UCUNA BİR AN BİLE ONUN BUNLARI YAZABİLECEĞİNİ GETİRMEDİĞİM, SEVGİLİ ARKADAŞIM, SARI ŞEKERİM FERHANIMA, TOZUN ZERRESİNİ KONDURAMAM.

YİNE DE ONUN İNCİTİLMESİNE, HELE Kİ BENİM MEKANIMDA, ASLA MÜSAADE ETMEM. VE BUNUN BURADA OLMASINDAN VE BENİM DE BU KONUYU ONA KONDURMADIĞIM İÇİN DE OLSA, GEÇİŞTİRMİŞ KONUMDA OLMAMDAN DOLAYI SEVGİLİ ARKADAŞIMDAN ÖZÜR DİLİYORUM.

ZATEN ZAMANSIZLIKTAN ÇOK İLGİLENEMEDİĞİM SAYFAMI(ZI) BELİRSİZ BİR SÜRELİĞİNE ASKIYA ALMAK İSTİYORUM İZNİNİZLE. HEPİNİZE İLGİNİZDEN VE SEVGİNİZDEN DOLAYI TEŞEKKÜRLERİMİ SUNUYORUM.

VE SON SÖZ; DOSTLARIMIN KIRILMASINDANSA GEMİLERİ YAKMAYI YEĞLERİM...

SEVGİLERİMLE

İNCEGÜL

Dip Sos: Resim ne alaka demeyin yahu! Bakıp bakıp iç geçirirken, beni anar; İncegül delisinin bize son kıyağıydı dersiniz a dostlar!..