23 Temmuz 2009 Perşembe

SİGARASI YALDIZLI GELİYOR NAZLI NAZLI


Geri sayım bitti, sigara yasağı başladı güzel yurdumda. Vatana, millete hayırlı olsun. Öncelikle belirteyim ki tiryaki olmama ve yasaklara karşı alerjim olmasına rağmen, dumansızlaşma çabalarını desteklenesi bir hareket, hiç değilse iyi niyetli bir çaba olarak görmek istiyorum. Ne kadar manyak bir bünyeye sahip olursam olayım, oturup “tütüne övgü” düzecek değilim. Belli ki zararlı bir şey bu... Bunca doktor, bilim insanı yanılıyor olamaz ya.

Lakin, kimse kusura bakmasın, bunun dakka başı gözüme sokulması, burnuma dürtülmesi hiç hoşuma gitmiyor doğrusu. Her aklı başında(!) insan evladı gibi ben de içtiğim zıkkımın nelere mal olabileceğinin farkındayım. Salak da olmadığıma göre “Sigara içiyorsun sen. Gebereceksin!” denilip durmasının bir anlamı da yok. “Ulen at kafası, ben geberecem de sen kazık mı çakacaksın?” diyerek bir tane daha yakmama neden olmaktan başka da bir işe yaramıyor.

İlköğretimden itibaren Fen kitaplarında gösterimine başlanan ve vizyondan asla indirilmeyen, kararmış ciğer fotoğraflarının bile bizi yıldıramadığını düşünürsek; her yerde karşımıza çıkan kuru kafalı afişlerin caydırıcılığı da tartışılır değil mi?

Her şeye rağmen bırakmayacağım bu mereti. Zaten “Yapçaksın!” dendi miydi yapabilitemin bittiğini düşünürsek iyice zora giriyor bu iş. Biliyorum; yüzüncü yaş günümde rap yapamadan gebereceğim. Bir gökdelenin otuz sekizinci katına asansörsüz tırmanırken tıkanacağım yine. Kırklı yaşların ortalarına geldiğimde kaz ayağı kırışıklarım belirmeye başlayacak. Hatta saçlarımı boyamam gerekecek ellilerde. Belki altmışlara geldiğimde ağrı kesici bile kullanmaya başlayacağım kim bilir? Yine de ayrılmayacağım ondan, üzgünüm. Dönen dönsün ben dönmem yolumdan.

Yaşamak dediğin şeyin amacı ne ki? Nedir nefes almanın en büyük ereği? Haz ise ruhun besleyeni; nadir hazlarımdan vaz mı geçeyim? Yavrumla sarmaş dolaş olmak, denizde dalgalarla boğuşmak, çok sevdiğim bir kitabı yudum yudum okumak… Kahvenin yanına iliştirilivermiş bir balkon keyfinde bulutlara biraz duman yollamak… Çok mu yani?

Bırakın siz beni… Elleşmeyin… İyiyim ben böyle… Tamam, evlatlarımızı koruyun bu meretten. Ona laf edenin ağzı burnu yamulur.

Önümüz kış… Mekânların müşteri kaybettiği için düşeceği durumu, kulağında fasılla buz gibi rakısını yudumlarken bir cıgara tellendiremeyecek akşamcının çilesini, balığının ardından iki nefes dumanı Boğaz’a savuramayacak deniz aşığının mutsuzluğunu, kahvesinin yanında yoldaşı olmayan ehl-i keyfin keyifsizliğini hiç dile getirmeyeceğim. Sigara içmeyenlerin hakları, içenlerin haksızlıkları mevzuuna da elimi sürmeyeceğim. Eminim bunlar tartışılmış ve bitirilmiştir bunca zaman.

Benim derdim, zaten olması gerekenleri, bilinçli bir toplum yaratmak yerine, “yassah hemşerim” mantığıyla oldurmaya çalışanlarla.

Aslına bakarsanız, bir vapurun güvertesinde, martılar tepemde uçuşurken, mavi derinliklere dalıp püfürdettirmedikleri gün, benim için sigara yasağı çoktan başlamıştı. O gün, açık alandaki sigara dumanından rahatsız olunabileceğini düşünecek duyarlılıktaki, vur deyince öldüren zihniyetin, pisikomanyak bir bünyenin sigarasını elinden alırsan neler yapabileceğini hesap edememesi çok şaşırtmıştı beni. Elimde yakamadığım sigaram, dilimde sayıp dökemediğim küfürlerle kala kalmıştım öylece. Ve yemin ettim; piyangodan para çıksın, sırf bunun için bir vapur almayan ne olsun diye.

Zaten çocuklarımla gittiğim yerlerde, onların duman altı olmasına asla müsaade etmemek babında sigara içilmeyen bölümü tercih ettiğimden, “çocuklarım olmadan asla”cıların başında geldiğimden dolayı benim için çok şey değiştirmeyecek bu yasak. “Ulen çabuk yiyin de dışarı çıkalım, boğazınıza dökecem şimdi he!” diyerek yediklerini zıkkım ediyordum yavrucaklara, yine etmeye devam edeceğim.

He yalnız mı çıktım? Kendi çocuğum olmasa da çocukların olduğu hiçbir mekânda zaten sigara içmem. Hızlı hızlı tıkınırım, sonra atıveririm kendimi denizin kıyıcığında bir sandalye olur, bank olur, hatta bir taş olur, açık bir yere. Elimde çayım ya da kahvem. Buyur işte; bana her yer Paris. Kış geldi mi de; ne işim var soğukta sokaklarda kardeşim. Otururum mis gibi evimde. Balkonumda sıcak çayımla, kitabım eşliğinde tüttürürüm. Senin yassağın bana söker mi be?

Tabii ki “Bana dokanmayan yılan bin yaşasın!” sözünü düstur edinmiş bir insan değilim, bilen bilir. Bu yasağın ne kadar işe yarayacağını merak etmekle birlikte, türlü şekillerde delineceğinden de emin olarak, nasıl uygulanacağı konusunda ciddi endişelerim var(dı) doğrusu. Lakin hepsi geçti gitti çok şükür.

Dün akşam haberlerde gördüğüm kadarıyla denetimler süper. Kuş uçurtulmuyor. Neredeyse sigara yakanın üzerine tazyikli su sıkacaklar, o kadar yani. Güzel yurdumda katiller, hırsızlar, tecavüzcüler sokaklarda çok da rahat gezerken, neredeyse tiryaki başına bir emniyet mensubu tahsis etmeleri, sigara içiyor diye insanları kollarından tuttukları gibi karakola götürmeleri içimi rahatlattı diyebilirim. Denetleyiciler yeni gelin hevesiyle sıkı sıkı yapışmışlar işlerine. Ellerinde kalmamasını umut etmekten başka yapacağımız bir şey de yok.

Sigara içilebilen açık alanı, kapalı bölmeden ayırmaya yarayan camı tam örtmediği için ceza yiyen işletme sahibinin, kara gözlüklü, iri yarı denetleyiciye söylediği “Abi içeride oturan müşteri sıcaktan bunalıyor, kapattırmıyor camı.” sözüne karşılık ağır abi “Şu yanları aç da cereyan yapsın.” dedi sinirli bir şekilde. “Bırak gebersinler sıcaktan, ya da aç iki tarafı cereyanda kalıp zatürre olsunlar. Madem sigara içmiyorlar, müstahak bunlara her şey.” Demesini de bekledim, ne yalan söyleyeyim.

Hele sigara içerken yakaladığı iki zavallı kafe çalışanına yaptıkları takdire şayandı doğrusu. “Gelin bakayım buraya, nerde sigaralar? Nereye attınızsa çabuk getirin onları!” diye bir çemkirmesi vardı ki gözlerim yaşardı. “Bastır be! Kim tutar seni be!” diye bağırmamak için zor tuttum kendimi. Yalnız o sigaraları attıkları yerden aldırmamasını çok kınadım. Ne olacaktı canım. Klozete elini sokup alabilirlerdi pekâlâ. Çok mu zordu?

Sonra onları kamera önüne getirip öyle bir edayla teşhir etti ki, sanırsın kırmızı bültenle aranan, uzunca süredir kendisine ulaşılmaya çalışılan çetenin elebaşlarını bulmuş da ulusal kahraman ilan edilmeyi bekliyor. Yıllardır işlenen faili meçhullerin failini yakalamış da tüm karanlıkları aydınlatmış sanki. Ya da çocuk katili, tecavüzcü, üstelik de hırsız olan azılı bir suçluyu yakalamış gibi kasım kasım kasılıyor. Sağa sola da höt zöt nidalarıyla gözdağı veriyor.

Zanlıların(!) yüzlerinde ise “Eyvah, şimdi b.ku yedik olum. Kesin asacak bizi bunlar.” ifadesiyle, “Ulen sigara içerken yakalandık. Toplumdan dışlanacaz lan. Nasıl çıkacaz insan içine?” salaklaşması arası bir şey.

Alın işte size, paranoyak, ruh hastası, pisikosomatik manyak olmak için bir neden daha… Her an ensene yapışmaya hazır, besili camış kıvamında sigara denetçileri, üstelik de bu adamlar öyle sıradan vatandaş da değil, polis be, polis… Geceyi nezarette geçirmek var işin ucunda. Sonra potansiyel ispiyoncu, ihbarcı gözüyle bakılacak komşular, arkadaşlar, dost bilinenler… En kötüsü de “Haydi bakalım kameralara el salla!” modunda peşinde dolanan haberciler…

Bir tek, sigara yüzünden televizyonlarda cümle aleme rezil olmadığımız kalmıştı, o da olacak yakında. Haydi hayırlısı…

Televizyon demişken; uzun zamandır uygulanan sigara buğulandırma uygulamalarına siz de benim gibi bayılmıyor musunuz?

Mesela ekranda hırtlar vadisi… Kan gövdeyi götürüyor. Silahların her çeşidi resmi geçit yapar gibi salınıyor. “Hadi Hayati, çok daraldım, gel bi kaç adam vuralım, olmadı başını kesip Salla dayıya götürelim.” diyen adamın elindeki sigaraya prizma…

Adam hatuna yapmadığını bırakmamış. Tec.a.vüzün, sap.kın.lığın her çeşidini uygulamış. Kadın kanlar içinde yerde yatıyor. Adamın yaktığı sigaraya prizma…

Testereyi çoluk çocuğun ayakta olduğu bir saatte yayınlamakta hiçbir sakınca görmeyen, moderen yayıncılık anlayışımıza tek kelime etmiyorum dikkat ederseniz. Yaptıkları uygulamayadır vurgum. İçeride oğlu can çekişen polisin yaktığı sigaraya prizma…

Motosiklet savaşlarına seksenli yıllardan itibaren birçok gençlik filminde rastlamışsınızdır. Lakin bu seferki öyle böyle değil. Tekerlekler cesetlerin üzerinde geziniyor. Köşede durmuş olaya ağlayan amcanın yaktığı sigaraya prizma…

Öyle bir fettan hatun düşünün ki, entrikanın bini bir para. Her yol var bunda. Adamlardan kiminin işini batırmış, kiminin ailesini yıkmış, kimini de intihar ettirmiş. Öyle cadı. Ama onun elindeki sigaraya prizma…

Sen çok yaşa emi rütük amca. Sen olmasan nice olurdu halimiz? Haydi karart bütün sigaraları da dünya tertemiz olsun. Sevgi, barış, dostluk alsın yürüsün. Prizmanın altında dumanı tütenin ne olduğunu anlamayalım ki, ırzımız, namusumuz korunsun. Töre cinayetleri, kapkaç, terör, tec.a.v.üz, hırsızlık … Hepsi bir bir son bulsun. Karart hadi sigaraları rütük amca. Karart ki, sevgi kelebeği olalım hep birlikte. İnsanlar el ele tutuşsun, hayat bayram olsun. Hem sen o sigaraları karartmasan, halkımız sigaranın dünyanın en kötü şeysi; tiryakilerin de iyrenç, uzak durulası, nefret edilesi, tiksinilesi varlıklar olduğunu nereden anlayacak değil mi?

Sen çok yaşa emi rütük amca. Sen beni güldürdün ya, Allah da seni güldürsün.

“Bu yazının üzerine bir sigara yakılır.” diyorsanız; (1) yazıp mesaj atın, sizi tükkanımızın yan tarafındaki açık bölümde ağırlayıp bir de kahve ikram edelim. (Malum beşbin altıyüz bilmem kaç telaa cezası var. )

“Yok ya bu nasıl yazı, duman altı oldum.” diyorsanız; (2) yazıp mesaj atın, gaz maskeleriniz adresinize gelsin.

“Ulen tütünü övmeyecem dedi, iki saattir bıdı bıdı ediyor.” diyorsanız; (3) yazıp mesaj atın, İncegül’e canlı yayında çemkirme şansını yakalayın.

“Yahu bu yazalak hatunu bi daha okumayacam diyorum ama, dayanamıyorum işte. Gözlerim bozulacak bunun yüzünden be!” diyorsanız; (4) yazıp mesaj atın, ücretsiz göz muayenesi ve İncegül’ün sınırlı sayıda bulunan kısa yazısından bir adet kazanın.

Haydin dostlar sağlıkla, sağlıcakla ve hep mutlu kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder