25 Ağustos 2010 Çarşamba

sobe


ellerin çıplak
farkında mısın?

yumma gözlerini
yok omzunda kanatların
uçamazsın!

nafile çaba
kendini unutmak için güne karışmaların

bir anda avucunun içine alıverir seni mazi
hiç konuşmasalar da
bugün ve dün
gardiyanların

uyan azizim uyan
önün
arkan
zaman
sobe…


Fotoğraf: Özgür Çakır

24 Ağustos 2010 Salı

düş işleri bakanı - talebe



keşkelerin ülkesinde
tebdili kıyafet dolaşırken
buyur edilir bir sofraya
düş işleri bakanı

duraksız
dümensiz
olmak isterken
lokma
lokma
engellenir

boğaz kırk düğüm der
diz kırar
çöker
oturur
yer kubbeye

yer altını düşünür
örtülecek ne çok şey var diye iç geçirir

sağa bakar
sola bakar
nefeslenir

geldiği yer
yasaklı kelimelerin bölüşülüp
ruha katık edildiği
sofradır

bir “ah” sohbetinin
içindedir artık
düş işleri bakanı

a’dan
h’ye
yürümeye başlar

ah!

kimi vah der
kimi eyvah

yönünü yola çevirir
gel
diye çağırınca uzaklar

eyvallah!
der
bir kelimenin bile tadına bakmadan

o vakit
saçlarında bir dokunuş hisseder

dilsiz haberini kulaksız dinleyesi
dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası
dinlemeden anladık anlamadan eyledik
gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi

düşler içinde gide gide
Yunus’a kadar gelmiştir…


Düş İşleri Günlüğü

düş işleri bakanı-turkuaz
düş işleri bakanı-kaçamak
düş işleri bakanı- a'raf
düş işleri bakanı- zebani günlükleri "kabus"
düş işleri bakanı- faşist
düş işleri bakanı - tuz

19 Ağustos 2010 Perşembe

Umut Çocukları Okulda!





24 Ağustos 1999 Günlerden Salı
Marmara depreminden 7 gün sonra...

Enkazın altından iki kişi sağ çıkartıldı. Bunlardan birisi 155 saat sonra Yalova /Çınarcık'ta kurtarıldı. Kurtarılan erkek çocuk 5 kilo kaybetmiş, susuzluktan dili kurumuştu. Ailecek altı katlı bir binanın giriş katında oturuyorlardı. Babası ve üç ablası depremde öldü.

O çocuk, yani İsmail ÇİMEN bugün nerede ne yapıyor dersiniz? İsmail gibi depremin yıkıntıları arasına doğan pek çok çocuğumuz bugün ne yapıyor? Nerede hangi imkanlarla yaşıyorlar, Okula gidiyorlar mı? Bir ihtiyaçları var mı? Deprem yaralarını ne kadar sarabildiler?

DEPREM ÇİÇEKLERİ UMUDA AÇSIN!

1 Milyon Kalem'de yeni bir kampanyaya daha başlıyor.
Bir milyonkalem olarak, Yeşilovacık, Dursunbey, Tokat, Ulupamir, Adıyaman derken bu sonbaharda Yalova Çınarcık'taki çocuklarımızın tuttuğu kalem, yazdığı defter olmak için hazırlanıyoruz.

Onlar bizden okul çantası istiyorlar. Çizgili ve kareli defterler. Kırmızı ve kurşun kalem. Kalemkutusu. Düş dünyalarını resimlemek için renk renk boyalar istiyorlar. Bu sese kulak verin, bir milyonkalem kampanyasına siz de destekte bulunun. Bloglarınızda banner ve kampanya linklerimizi vererek katkıda bulunun.

Göndermek istediğiniz kalem, defter, silgi, boya kalemi, kalem kutusu vb. hediyelerinizi.

Çınarcık İlköğretim Okulu
Halit Kılıç (Okul Müdür Yardımcısı)
Hasan Baba Yolu - Çınarcık - Yalova

adresine yollayabilirsiniz. Gönderilerinizi takip edebilmemiz için, lütfen birmilyonkalem@gmail.com adresine e-posta ile bilgi veriniz. Lütfen gönderilerinizin üzerine "Birmilyonkalem Umut Çiçekleri Okulda" kampanyası notunu eklemeyi unutmayınız. Çocuk gülücüklerinde yer bulmak umuduyla.

1MK
1milyonkalem sitesi editörleri

Not: Gönderiler doğrudan okul müdürlüğüne yapılmalıdır. Bir milyonkalem sitesi bütün kampanyalarında olduğu gibi asla yardımları kendisi kabul etmez. Bu konuda okul müdürlüğü dışında herhangi bir yere gönderimde bulunmayınız.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

46. SANİYE




Kolu, bacağı kopan çocukları gördük
Evladının üzerine kalkan olup, can veren anaları
Dirisinden geçip, ölüsünü bulmaya razı olanları
Bir toz bulutu arasında......... Günlerce, gecelerce hayatı aradık.
"Sesimi duyan yok mu?" diye avaz avaz bağırdık
Nidamıza dokunan olmadı.
Sonunda, yıkıntılar arasından
Tıpkı uzuvları kopmuş bedenler gibi
Sahibini anımsatan fotoğları topladık

46. saniyede bir nesli kaybettik
Kiminin bedeninden bir parça gömüldü toprağa
Kiminin yüreği.
Ucuz can pazarıydı bu coğrafya
Yerkabuğu her daim alacaklı ağaydı.
Peki biz ne yaptık ?

Kolu, bacağı kopanlara beden olduk
Yüreği dağlananlara dokunamadık
Protez kalp henüz icat edilmemişti
Geride kalanları prefabrike olarak yaşattık
Zamanı gelince çok oldunuz deyip
Evlerini başlarına yıktık

Ondan ötesi...................

Deprem profesörüne "Dede" dedik
Olmadı bir de onu yılın en seksi adamı seçtik!
Televizyonda "bugün, yarın" deprem olacak diye adeta tespih çeken
Civciv çıkıcak, kuş çıkacak şeklinde birbirlerini yiyen
Sözde bilim insanlarını gördük

Biz de insanız canım, dayanamadık.
Duyarlılaştık!
Önlem aldık.
Zorunlusundan deprem sigortası yaptık
Çantamızı da hazırladık!

Sorunumuz çözüldü mü?
"Sesimi duyan yok mu?"

Göç hala sürmekte, iç ülkeden asıl ülkeye
Hala fakirlik en ciddi sorunumuz
Sözde korsanla mücade ediyoruz
Kendimiz kendimizi yağmalıyoruz
Gecekonduyu şehrin merkezine taşıyoruz
Balkonları içeri alıp evimizi genişletiyoruz
Kendimizden bir eksik, bir fazla
Hiç önemsemiyoruz
Öylesine yaşıyıp gidiyoruz

! Bu ülke 17 Ağustos'ta evlatlarını yitirdi. Onları anmak, sadece sözde kalmasın. İnsan olarak ederimizi sorguladığımız şu günlerde, değerimizi bilelim. Ölçümüz para olmadan.
Ölenleri rahmetle anıyorum...





Okura not: Birmilyonkalem.com ailesi olarak bu yıl deprem bölgesindeki bir okulumuzda okuyan çocuklarımızın tutan kalemi olmaya hazırlanıyoruz. Yakında kampanya duyurusuyla karşınızda olacağız. 

Kırmızı Saçlı Leylak



Sessiz sessiz yürüyoruz ikimiz el ele. Tüm sessizliğimize rağmen bu duyguyu çok seviyorum. Kendimi yalnız hissetmiyorum o anlarda. Cevat Ilgaz’ın yüzündeki tatlı gülücüklere bakıyorum. Bu dünya sadece insanların değil diye birbiri ardına kulağımda çınlıyor kahkahaları. Karıncaları seven eline dokunuyorum onun. Heyecanla sımsıkı tutuyor parmaklarımı. Sanki elimi değil dünyamı tutuyor. Yüzüne bakıyorum bazen gözlerim dolu dolu. Biliyor içlendiğimi uzaklara bakıyor, belli belirsiz sıkıyor elimi. Yürüyoruz…

Bu duygularla yürürken, leylak ağacının yanında kırmızı saçlı kadını görüyoruz. Kıpkırmızı saçlar sanki bir kara delik; dünya üzerinde ne kadar renk varsa hepsini yutuyor. Saçların gölgesinde, yer gök bir anda kırmızı oluyor. İkimizin de gözlerini kamaştırıyor saçların al rengi. Leylakların gölgesinde duran kadına bakıyoruz ikimizde. Kırmızı saçlı kadın ve leylaklar birbirlerine tezat iki dünyayı simgeliyor. Biri içimizi huzurla doldururken, diğeri tenimizi yakıyor. Ondan gözümüzü alamıyoruz, ritmi bizi çekim alanına alıyor. Kırmızı saçlı kadının dünyasında ilerliyoruz.

Birden kırmızı saçlı kadın harekete geçiyor. Dünyanın tüm güzelliklerine hakim olma arzusuyla tam önünde durduğu leylak ağacının dallarını kuvvetle çekiştirip, eline gelen çiçekleri kopartmaya başlıyor. O anda bırakıverdi elimi Ilgaz. Emin adımlarla yürüyor kırmızı saçlı kadına doğru. Öylesine kuvvetle yere basıyor ki “nereye gidiyorsun?” diyemedim. O anda kırmızı saçlı kadınla göz göze geldik. Bana öyle bir baktı ki içim ürperdi. Ben Ilgaz’ın elini bırakmıştım, o daha bir kuvvetle yapışmıştı ağaca. Bak işte böyle tutacaksın der gibiydi sanki bana.

Birden bu düşüncelerden sıyrıldım. Gözlerimle Ilgaz’ı takip ediyorum. Onun emin adımlarının ritmine uydurdum yürüyüşümü. Ne yapacak diye bakıyorum. Birden durdu. Kırmızı saçlı kadının yanına yaklaştı kararlı bir şekilde. Elini kaldırdı kadının bedenine dokunmak için sonra birden vazgeçti. Ilık bir ses yankılandı o anda “Saçlarınızın rengi çok güzel.” dedi. Kırmızı saçlı kadın gülümsedi, yapay bir sesle “Teşekkür ederim canım” dedi. Birbirlerine bakmaya başladılar. Ilık ses birden katılaştı, dolu gibi hızla çarptı kadının yüzüne. “Şimdi bu güzel saçlarınızı çekiştirsem, hatta kökünden kopartsam ne hissedersiniz? Bırakın ağaçların leylaktan saçlarını. Elinizdekiler artık ölü çiçek biliyor musunuz? Ölüler gömülüyor.” deyip, yürüdü. Dinlemedi bile kadını. Verecek cevabı olmadığını biliyordu belki de. Kırmızı saçlı kadının elinden yere düştü leylaklar.

Ben ise altı yaşındaki kocaman yürekli çocuğun ardından yürümeye devam ettim.



Görsel

9 Ağustos 2010 Pazartesi

düş işleri bakanı - tuz


hazır elinde
henüz bitmemiş
bir deniz de varken
derinlere dalıp kaderini tuttu
düş işleri bakanı

yüreğindeki renklerle yüzleşti

sudan çıktığında
teninin tadını değiştiren tuza seslendi

bilirim
bu tuz
denizden
bana tutunan
sendir




Fotoğraf: Özgür Çakır

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Arsız


Arsız derler ona. Arsız! Utanması, sıkılması olmayan yani. Kolayca ürediği, her daim canlı ve çiçekli kaldığı için kimse ona yüz vermez. Yer yarılsa, kıyamet kopsa o bildiğini okur. Her zaman ayakta, her zaman canlı kalmayı başarır. Oysa sadece varlığını ispatlamak istercesine sarar her yanı. Hayat terazisi ona böyle bir rol biçmiştir çünkü. Varolmayan ülkenin fark edilmeyen prensesidir Arsız. Gönül çelen olmak değildir derdi. Yakarışları aynı bahçedeki güzel olanlara benzemek için de değildir. Hemen döllenip daha ilk çiçeklerini açarken, heba olup gitmek de istemez. Sadece ötekilerce görünmek ister.

Korkar! Solup, gitmek istemez. Kimse görmese de onu da bir gören vardır. Kendini görür. Bundan gayri başkasına gerek var mıdır? Her fani gibi sever hayatı. Yediverenlerin arasına saklanmış sürerken hayatı güneşe tutunur. Güneş başka sevdalar aramak için başka coğrafyaların koynuna kaçınca başlar hüsran. Gece arsızı bitirir. Üryan bedenlerin iniltisinde, küçüldükçe küçülür. Eğreti otu gibi hisseder kendini. Başkaca yaşamları parsellemiş, kendine ait olmayan bir dünyayı yaşamaya başlar. Başka hayatların içinde, kendi hayalden evini kurar. Oysa ev üstüne, hayalden bile ev olmaz. Geç de olsa bunu öğrenir Arsız. Kabına sığmayan, fark edilmeyi bekleyen çiçek mevsimin en sıcak günlerinde bir başına balkonu bekler. Herkes evinde kapısını kapatmış keyfini sürerken o 40 derecelik güneşin altında çilesini doldurur.

Arsızlarla dolu bankonda oturuyorum. Ellerimde kırmızı çiçekler. Yaptığım bir şey değildir ama çiçekleri kopartmışım. Ellerim kıpkırmızı. Çiçeğin kanına girdim. “Şimdi gel beni kurtar” dercesine bakıyor bana Arsız. “Görülmeyeni görmek değil ki marifet. Gördün de beni ne oldu? Başın göğe mi erdi? Benim savaşımın sonu yok.” diyor.

Bitmek, tükenmek bilmeyen bozkır sıcağında Arsız’ın dilini anlamaya çalışıyorum. Dizlerimin bağını çözen, aklımın inzibatlarını izne çıkaran sıcağa sesleniyorum: Ben bu Arsızla ne yapacağım! Yargıç olmak istemem. Taşlaşmış yüreğim yumuşamaz nafile. Çok öykü dinledim ben. Bizzat kırılmış aşk masallarının vazgeçilmez oyuncusu oldum. Benden sana hayır gelmez Arsız. Kuramadığın geleceğinin hesabını neden bana  sordurtuyorsun? Bak, mevsim sarı yaza yaklaşıyor. İçime ince ince hayat yürürken, geçmiş solukların hesabını evetler ve hayırlar arasına sıkışarak vermek istemiyorum. Nasıl katlanırsan katlan şimdi benimle yaşamaya.


sürecek…