2 Ağustos 2010 Pazartesi

Arsız


Arsız derler ona. Arsız! Utanması, sıkılması olmayan yani. Kolayca ürediği, her daim canlı ve çiçekli kaldığı için kimse ona yüz vermez. Yer yarılsa, kıyamet kopsa o bildiğini okur. Her zaman ayakta, her zaman canlı kalmayı başarır. Oysa sadece varlığını ispatlamak istercesine sarar her yanı. Hayat terazisi ona böyle bir rol biçmiştir çünkü. Varolmayan ülkenin fark edilmeyen prensesidir Arsız. Gönül çelen olmak değildir derdi. Yakarışları aynı bahçedeki güzel olanlara benzemek için de değildir. Hemen döllenip daha ilk çiçeklerini açarken, heba olup gitmek de istemez. Sadece ötekilerce görünmek ister.

Korkar! Solup, gitmek istemez. Kimse görmese de onu da bir gören vardır. Kendini görür. Bundan gayri başkasına gerek var mıdır? Her fani gibi sever hayatı. Yediverenlerin arasına saklanmış sürerken hayatı güneşe tutunur. Güneş başka sevdalar aramak için başka coğrafyaların koynuna kaçınca başlar hüsran. Gece arsızı bitirir. Üryan bedenlerin iniltisinde, küçüldükçe küçülür. Eğreti otu gibi hisseder kendini. Başkaca yaşamları parsellemiş, kendine ait olmayan bir dünyayı yaşamaya başlar. Başka hayatların içinde, kendi hayalden evini kurar. Oysa ev üstüne, hayalden bile ev olmaz. Geç de olsa bunu öğrenir Arsız. Kabına sığmayan, fark edilmeyi bekleyen çiçek mevsimin en sıcak günlerinde bir başına balkonu bekler. Herkes evinde kapısını kapatmış keyfini sürerken o 40 derecelik güneşin altında çilesini doldurur.

Arsızlarla dolu bankonda oturuyorum. Ellerimde kırmızı çiçekler. Yaptığım bir şey değildir ama çiçekleri kopartmışım. Ellerim kıpkırmızı. Çiçeğin kanına girdim. “Şimdi gel beni kurtar” dercesine bakıyor bana Arsız. “Görülmeyeni görmek değil ki marifet. Gördün de beni ne oldu? Başın göğe mi erdi? Benim savaşımın sonu yok.” diyor.

Bitmek, tükenmek bilmeyen bozkır sıcağında Arsız’ın dilini anlamaya çalışıyorum. Dizlerimin bağını çözen, aklımın inzibatlarını izne çıkaran sıcağa sesleniyorum: Ben bu Arsızla ne yapacağım! Yargıç olmak istemem. Taşlaşmış yüreğim yumuşamaz nafile. Çok öykü dinledim ben. Bizzat kırılmış aşk masallarının vazgeçilmez oyuncusu oldum. Benden sana hayır gelmez Arsız. Kuramadığın geleceğinin hesabını neden bana  sordurtuyorsun? Bak, mevsim sarı yaza yaklaşıyor. İçime ince ince hayat yürürken, geçmiş solukların hesabını evetler ve hayırlar arasına sıkışarak vermek istemiyorum. Nasıl katlanırsan katlan şimdi benimle yaşamaya.


sürecek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder