10 Aralık 2015 Perşembe

12 Tane Tarımsal Girişim Fırsatı



Bu hafta ülkemiz gerçeklerine uygun tarımsal girişim fırsatlarından bahsedeceğiz. Önerilerimizin çoğu henüz denenmemiş orijinal işler.Amacımız meraklı girişimcilerimize bir kapı aralamak, yaratıcı düşüncelerini harekete geçirmektir.
Eğer uygun bir araziniz varsa ve kent yaşamının sıkıcı havasından bunaldıysanız önce hobi niyetine başlayacağınız bu işler hem sizi daha dingin hale getirecek, hem de yakın bir gelecekte girişiminizi daha özgür bir çizgiye oturtacaktır.

Genellikle yüksek sermayeye ihtiyaç göstermeyen bu girişim önerilerini kendi çabalarınızla araştırdığınızda size daha geniş ufuklar açılacağından emin olabilirsiniz.

İlk kez Para Dergisi’nin duyurduğu bu projelerle ilgili hem elektronik ortamda hem de akademik arşivlerde çok sayıda bilgi var.

Bu konuda yazılmış birçok yabancı kitabı internet üzerinden indirebilir, akademik makaleleri okuyarak yaratıcılığınızı daha da geliştirebilirsiniz.

Öncelikli önerimiz, yapacağınız işle ilgili pazar imkânlarını araştırmak, gelecekteki talep tahminlerini doğru yapmaktır.

Bu aşamada mantıklı miktarda hata yapmaktan çekinmemelisiniz.

Dozunda gerçekleşmiş her yanılgı ve affedilebilir yanlış uygulama sizin ufkunuzu daha da genişletecek, başarma azminizi kamçılayacaktır.

Burada çağımızın ünlü kalite gurularından Japon asıllı Masaaki Imai’nin bir sözünü hatırlatarak size iyi şanslar dilemek isteriz:

“Evrende geliştirebileceğiniz tek şey bizzat kendi kişiliğinizdir. Kişiliğinize uygun bir işe odaklanırsanız başarınız sorunsuz olacaktır!’

————-

Mavi yengecin lezzeti sizi de zengin edebilir
Mavi yengeç, Atlantik orijinli omurgasız bir deniz canlısı. Sonradan Akdeniz’e uyum sağlamış ekonomik değeri yüksek lezzetli bir su ürünü.
Yaklaşık 4 yıllık bir ömre sahip bu yengecin ilginç bir görüntüsü var.
Kabuklarından çok, kol ve kıskaçları flüoresan nitelikte mavi menevişli renk tonlarından oluşuyor.
Literatürdeki adı ‘callinectes sapidus’ olan yengecin eti protein ve mineral değeri açısından oldukça zengin.
Yüksek et kalitesi onu son zamanlarda batının gurme mutfakları için vazgeçilmez lezzetlerin en başına yerleştirmiş.
Ülkemizde pek tüketilmeyen mavi yengeç her şeyden önce tipik bir ihraç ürünü…
Canlı ya da işlenmiş olarak her mevsim alıcı buluyor, yüksek fiyatlarla satılıyor.
Özellikle ABD, Fransa, Japonya ve İspanya önemli tüketim pazarları arasında…
Mavi yengecin en değerli bölümü ana gövdesi. Kıskaç ve bacak bölümlerinin de oldukça lezzetli bir içeriği var.
Yengecin işlendikten sonra kalan atık kısmı ise çok değerli bir kalsiyum ve protein kaynağı…
Kabuk ve kitinden oluşan bu bölüm balık yemi endüstrisinde katkı maddesi olarak kullanılıyor.
Yılda 300 ton civarında avlanan mavi yengecin Anadolu’daki kaynağı Saros Körfezi ve buradan Akdeniz’e doğru yayıldığı rivayet ediliyor.
Japonya’da yapılan çalışmalar mavi yengecin kültüre alınıp kolayca yetiştirilmesinin mümkün olabileceği yönünde.
Bu konuda bizim Akdeniz ve Ege kıyılarımız oldukça müsait…
Denize dik inen kayalık girintilerin altındaki durgun sular ve delta bölgeleri yetiştiricilik için en çok tercih edilebilecek doğal alanlar.
Yetiştiriciliğin yalnız deniz ve akarsu ağızlarında yapılması şart değil. Dip örtüsü çamurlu yayvan toprakla hazırlanmış yapay havuzlar da kültür yetiştiriciliği için oldukça ideal.
Toprak havuzların deniz ortamına göre daha korunaklı olması bir avantaj.
Yengecin doğal düşmanı olan müren, levrek, vatoz gibi yırtıcı balıkları barındırmaması ise yetiştirme koşullarını kolaylaştırıyor.
ABD’de halen 120 milyon dolarlık bir talep var. Aşırı avlanma nedeniyle soyu koruma altına alınmış. Aynı durum Avrupa için de söz konusu.
Mavi yengecin her geçen gün değeri artıyor, fiyatı devamlı yukarı tırmanıyor. Ön işlemden geçirilmiş mavi yengeç etinin kilosu bugünkü üretici fiyatlarıyla ortalama 70 doların üzerinde.
Dış pazarlarda ‘blue crab’ tanımıyla aranan yengeç afrodizyak niteliğiyle de ünlü!
Dahası bazı hastalıklarda tavsiye ediliyor, sağlık amaçlı birçok diyet programının içine giriyor.
Akarsuların karıştığı az tuzlu sularda yetişen yengeçler daha sonra doğal ortamlara nakledilerek yaklaşık 28 ay sonra ekonomik boya gelip hasat ediliyor.
Suyun dip çamurundan zengin, sıcaklığının ise 30 dereceyi geçmemesi şart.
Her türden et, sakatat, mezbaha artıklarıyla beslenebilen yengeçlerin yumurtlama ve çoğalma yetenekleri oldukça fazla.
Akarsuların ağızlarındaki çamurlu tabaklar onlar için ideal üreme ve çoğalma ortamı. Kültür amaçlı toprak havuzların buna göre hazırlanması gerekiyor.
Yetiştiricilik konusunda Japonya’da birçok üreticiyle işbirliği yapılarak makul sermayeyle küçük bir entegre tesis kurmak mümkün.
Girişimci adaylarının Japon su ürünleri literatürünü izlemesi ve üreticilerle temasa geçmesi ilk aşamada yararlı olabilir.
Güney Asya ülkelerinde bilgi birikimi olmasına rağmen Japonlar bu işi çok daha bilimsel ve hakkını vererek yapıyor.
Bu ilginç yengecin Anadolu varyetesini tanımak isteyenler Antalya’nın Kale İlçesi yakınlarındaki Beymelek Lagünü’nü ziyaret edebilirler.
Gölün kenarında konuşlanmış devlete ait tesislerden çok daha geniş bilgi almak mümkün.

——-

Kırmızı et pazarı için Boer keçisi yetiştirmenin tam zamanı
Bilindiği üzere yurdumuz kıl keçisi yetiştiren bir ülke. Et ve süt verimi çok düşük olan kıl keçileri entansif yetiştiriciliğe uygun bir tür değil.
Yeterli arazisi olan girişimciler modern ünitelerde artık ‘Boer keçisi’ yetiştirebilirler.
Tarım Bakanlığı’ndan gerekli izinler alınarak damızlık sertifikalı keçi ithal etmek şimdi daha serbest.
Ancak ithalatçı olmanın bazı koşulları var. Bunlar damızlık çiftliği kurulmasıyla ilgili kuralları içeriyor.
Gerekli bilgileri tarım il müdürlüklerinden veya doğrudan Tarım Bakanlığı’ndan almak mümkün.
Şu anda damızlıklar için en iyi ve hesaplı kaynak Avustralya’da. Ayrıca Yeni Zelanda’da da ihracatçı firmalar var.
İthalat genellikle özel kargo uçaklarıyla yapılıyor. Bu konuda gerekli bilgileri ve fiyat düzeylerini “australianboergoat.com.au” adresinden inceleyebilirsiniz. Kurumsal sitede konuyla ilgili tüm bilgiler mevcut.
Boer keçileri, ‘Saanen’ ırkı gibi süt üretimi amacıyla yetiştirilmiyor. Geliştirilmiş bir et ırkı. Kısa zamanda ağırlıkları 100 kiloyu geçiyor. Süt verimleri ise yerli ırklarla aynı…
Modern bir çiftlikte Boer yetiştiriciliği verimlilik açısından büyükbaş hayvanlara göre daha cazip. Bunu uzmanlar yüzde 35-45 aralığında ifade ediyor.
Boer keçilerinin beslenmesi daha kolay, kısa zamanda et tutuyor ve karkas niteliği dana hiç etini aratmıyor.
Tüm yetiştiricilik faaliyetlerine devlet büyük destek veriyor. Yatırım yapacak girişimcilerin 18 Mart 2010 tarihinde yayınlanan 27525 sayılı Resmi Gazete’yi incelemesinde yarar var.
Resmi Gazete’de tarımsal üretime yönelik düşük faizli yatırım ve işletme kredisi kullandırılmasına ilişkin tebliğin geniş açıklaması da bulunuyor.
Boer keçisine yatırım yapmayı planlamak kaçırılmayacak bir girişimin başlangıcı olabilir.

———-

Sadece etinden sütünden değil, yününden de yararlanılan keçi ırkları
Malum, keçi her türden zor koşula uyum sağlayan dayanıklı bir hayvan.
Boer gibi et ırkları yanında son yıllarda giderek popüler olmaya başlayan Saanen ırkı keçiler süt veriminin yüksekliği nedeniyle yetiştiriliyor.
Ancak ‘Angora’ gibi uluslararası bir tanıma isim olmuş ‘Ankara keçisi’ nedense girişim alanında eskisi kadar rağbette değil.
Oysa ‘tiftik’ olarak anılan Ankara keçisinin yünü çok değerli…
Görece ilgi azalmasının nedeni ise son yıllarda dünya ölçüsünde ‘kaşmir’e olan yoğun talep…
Keşmir keçisi adından da anlaşılacağı üzere Hint Yarımadası’nın kuzeyindeki Keşmir bölgesine uyum sağlamış geleneksel bir keçi ırkı. Yünü çok değerli!
Bu ırk Anadolu yaylarına uyum sağlayacak nadir türlerin arasında.
Fransızların “haute couture” olarak adlandırdığı yüksek düzey tekstil endüstrisinin ana girdilerinden birini teşkil eden ‘kaşmir yünü’ bugün ipekten bile değerli!
Kaşmir aynı zamanda dünyanın sayılı jenerik markalarından.
Halen Ankara keçisinden elde edilen angoraya karşı 20 kez daha pahalı olan kaşmir yünü bu keçi ırkını yetiştiricilik alanında cazip kılıyor.
Şimdi yetiştirmek üzere canlı olarak ithalatını yapmak mümkün…
Ayrıca dünyanın gelişmiş ülkelerinde bulunan kimi ‘kaşmir enstitüleri’ yoluyla damızlık hayvan getirerek burada seri üretim de yapılabilir.
Kısacası Anadolu coğrafyasında da kaşmir yetiştiriciliği oldukça ilginç ve getirisi yüksek bir iş…

——

Karides yetiştirin ya da EFTA ülkelerinden ithal edin
Türkiye artık ayağı yere basan turizm ülkelerinden biri. Tesislerde bulunması gerekli hemen her gıda maddesi ya üretiliyor ya da ithal ediliyor.
Özelikle turizmde tüketilen çoğu gıda maddesinin ithalatında çeşitli kolaylıklar var…
Turist, bir şeyleri görmek, denemek, tatmak istiyor. Yerel tatlar cazip. Lakin kimisi kendi geleneklerine, yerel mutfağına ve ulusal lezzetlerine bağlı…
Kimisi alışkanlıklarından ve damağından kolay vazgeçemiyor. Ve bugün Türkiye mutfak sanatında iddialı bir yere gelmişse ‘gastronomi turizmi’ diye bir kavram giriyor işin içine. Bu nedenle dünyanın ünlü spesiyalitelerini turiste sunmak gerekiyor.
En çok ilgi gören ise lezzeti ve görüntüsüyle jumbo karides!
Karidesin diğer boyları da hayli rağbette. Türk mutfağına tam yerleşmemiş olsa da balıkçı tezgâhlarında önemli bir yer işgal etmesi Türk mutfağı için ümit vaat ediyor.
Güneydoğu Asya ülkelerinde sudan ucuza satılan karides bizde yeterince avlanamadığı için epey pahalı.
Yetiştiricilik ise birkaç denemeyi içeren başlangıç safhasında…
Karidesi şu anda sıfır gümrükle ithal etmek mümkün.
Bu işe yatırım yapacak girişimciler karides yetiştiriciliğine soyunmadan önce ithalat yaparak bu pazarı tanıyabilir hatta kendi markalarıyla donmuş ve taze karidesi piyasaya rahatlıkla sürebilirler.
Gümrük tarife pozisyon cetvelinde ve mevzuatın diğer fasıllarında ‘küçük karides’, ‘büyük karides’ diye bir ayırım yok.
Karides tek bir tanım içeriyor: 0306.13.50 gümrük tarife pozisyonuyla her türden karidesi aynı fasıldan ithal etmek mümkün.
Gümrük vergisi şöyle uygulanıyor: Eğer Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden karides ithal ederseniz gümrük vergisi ödemek zorundasınız.
Keza diğer ülkelerden, örneğin karidesin bol olduğu Körfez’den ya da Uzakdoğu’dan karides getirtirseniz gümrük vergisi çok daha yüksek. Neredeyse maliyetin yüzde 50’si kadar!
İthalatı AB’den ya da üçüncü dünyadan değil de EFTA ülkelerinden, örneğin Norveç’ten yaparsanız gümrük vergisi problemi pek yok. Aynı kolaylık karşılıklılık amacıyla ikili ticaret anlaşması yapılan kimi ülkeler için de geçerli.
Bu noktada karar bu işe yatırım yapacak girişimcilere düşüyor. Önerimiz şu: Önce uygun koşullarda ithalat yapın piyasayı tanıyıp, markanızı yerleştirdikten sonra karides yetiştiriciliğini etüt edin.
Karides yetiştiriciliği zor ama bir o kadar da kazançlı bir iş. İthalatla başlayıp bu işin gelecekte nasıl bir pazara dönüştüğünü gördükten sonra yatırım kararı vermek en doğru yol.
Bu arada yetiştiricilikle ilgili ülkemizde çok sayıda yayın ve zengin bir arşiv bulunduğunu da hatırlatalım.

—————

Manda yetiştiriciliği yeni bir fırsat kapısı aralayabilir
Çok değil 40 yıl kadar önce sulak alanlar ‘sıtma eradikasyonu’ bahanesiyle kurutulmasaydı Anadolu topraklarının simgelerinden olan manda bu denli azalmayacaktı.
Sultan Sazlığı, Amik Ovası, Ereğli, Hotamış, Eşmekaya gibi yüzlerce sulak alanı bir düşünün!
Bilindiği gibi manda, sulak yerleri seven; eti, sütü ve derisiyle çoğumuzun günlük yaşamında yer etmiş bereket sembolü bir hayvandır.
Eskiden manda eti satan kasaplar, manda yoğurdunu bir iksir gibi pazarlayan köşe başı yerler vardı.
Mandanın kaymağı bir başka olur, beyaz renkli tereyağının nefasetine doyulmazdı.
Karadeniz dâhil her yörenin manda yetiştirme tekniği o yöredeki bitki örtüsüne uygun yapılırdı.
Manda, ne bulursa yiyen kanaatkâr bir hayvan olarak koşum işinde bile çalıştırılırdı. Şimdi hepsi kaybolup gitti.
Örneğin, manda sayısının çok yüksek olduğu illerimizden Afyon’da bile haşhaş küspesiyle manda beslenmesi zamanında pek ünlenmişti.
Bugün manda kaymağı ve yoğurduyla ününü hala koruyan Afyonkarahisar’da 10 yıl önce 150 bin olan manda sayısı şimdi 9 bine inmiş durumda.
Türkiye’de 1960’larda 1 milyona yaklaşan manda popülasyonu günümüzde 70 bin adede kadar gerilemiş.
Velhasıl süt ve et için bir büyük tehlike daha!
Buna karşın bu tablo, kırmızı et krizinin konuşulduğu şu ortamda girişimciler için bir fırsat kapısı olabilir.
Anavatanı Hindistan ve Güney Asya olan mandanın ömrü 30 yıl kadar. Gebe kalması ve doğurması sığıra göre daha kolay.
Özel yapılmış beslenme üniteleri ve sulak bir alan manda besiciliği için yeterli.
Manda kalitesiz yemleri bile değerlendiriyor ve kaliteli ete dönüştürüyor. Sütü ise yüzde 10’a varan yağ oranı ve lezzetiyle her yerde aranabilecek özelliklere sahip.
Yetiştiriciliğin ön şartı ise şu: Derisinin kalın olması nedeniyle serinleme ihtiyacı için derinliği uygun bir göletin besleme ünitelerinin önünde inşası gerekiyor.
Manda yetiştiriciliği, başta Tarım Bakanlığı olmak üzere çoğu kurum ve üniversite tarafından destekleniyor.
İşin inceliklerini öğrenmek ve uygun bir yerde yatırım yapmak şimdi çok kolay. Düşük faizli uzun vadeli krediler ise devlet bankalarında bu işin girişimcilerini bekliyor.
Henüz ülkemizde modern koşullarda örnek bir manda çiftliği yok. Bu işin öncülüğünü yapabilir, kırmızı et piyasasına daha kolay bir yoldan girebilirsiniz.
Kapıyı aralamak bizden araştırmak sizden…

————

Mersinbalıkları suya salındı!
Tarım Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Su ürünleri Dairesi Başkanlığı’nın yakın takibinde önemli bir proje daha gerçekleşti.
Samsun Çarşamba’daki Yedikır tesislerinde yetiştirilip markalanan mersinbalıkları Yeşilırmak ağzından suya bırakıldı.
Bu amaçla tertiplenen törene iki hafta önce Çarşamba Belediye Başkanı, Samsun Valisi, Çevre ve Orman Bakanı, Tarım ve Köy İşleri Bakanı katıldılar. Amaç, Türkiye’deki mersinbalığı popülasyonunun iyileştirilip çoğaltılması…
Mersinbalığı ‘pelajik’ türden dinozorların hüküm sürdüğü zamanlardan günümüze ulaşmış kemikli bir balık türü.
Bilindiği üzere en önemli özelliği dünyaca ünlü pek lezzetli siyah havyarının altın gibi değerli olması…
Bu törenle birlikte Türkiye’de yeni bir girişim sayfası daha açıldı. Henüz tam etüt edilmemiş olsa da mersinbalığını kültür ortamında yetiştirmek artık pekâlâ mümkün.
Esasen yetiştiriciliğin dünyada birçok örneği var. Mersinbalığı havyarının ana üretim merkezi Rusya. Halen Hazar Denizi’ne kıyısı olan ülkelerin akarsularında bu balığın hem ticareti yapılıyor, hem de havyar üretimi gerçekleştiriliyor.
Dünyadaki havyar üretimi 70 bin tonu geçmiş durumda. Endüstriyel boyutta bu işe yaklaşan yetiştirici ülke ise İsrail.
Halen İsrail’de 10’dan fazla mersinbalığı havyarı işleyen tesis var. ‘Sturgeon caviar’ tanımıyla sadece 200 gramlık kutusunu dış dünyaya 600 dolardan satıyorlar.
Mersin balığının kültür ortamında yumurtaları alınıp işlenebiliyor. Dünyada en çok aranan lüks sofra ürünlerinden biri olması bu işi bir endüstri dalı haline getirmiş.
Mersinbalığı havyarının ticareti sipariş esasına göre peşin parayla yapılıyor.
Ülkemizde yetiştiriciliğin bu özellikler dikkate alınarak yapılması şart. Fakat işin biraz zamana ihtiyacı var. Çünkü mersinbalıklarının cinsel olgunluğa erişip yumurtlama aşamasına gelmesi uzunca bir zamana ihtiyaç gösteriyor.
Rusya’dan Türkiye’ye getirilen 2 bin 500 mersinbalığı yavrusundan sonra Kızılırmak ve Sakarya nehirlerinde de salma işlemi devam edecek.
Uzun vadeli yatırımı göze alanlar için -İsrail örneğinde olduğu gibi- büyük fırsatlar olduğu kesin.
Daha fazla bilgi için meraklı girişimciler ‘sturgeonaquafarms.com’ adresinden ilginç bilgilere ulaşabilirler.

—-

Tatlı patates için fırsat sürüyor
Batıda çok tanınan ‘tatlı patates’ konusunu geçmişte birkaç kez ele aldık. Buna rağmen bugüne kadar tatlı patatese nedense gereken ilgi gösterilmedi.
Bilindiği kadarıyla çok az yetiştiriliyor ve ithal ediliyor. Eğer bulunabilirse manav tezgâhında kilosu an az 20 lira.
Oysa yetiştiriciliği bildiğimiz patates tarımı kadar kolay ve zahmetsiz. Tek farkı, tatlı patatesin daha sıcak bir iklimde yetiştiriliyor olması.
Tekrar etmemizde yarar var: 2050 yılında 10 milyarı aşacak nüfus nedeniyle gezegenimizde ciddi bir kıtlık baş gösterebilir. Değişen iklimin etkisiyle büyük oranda açlık da başlayabilir.
İnsanların beslenme değeri yüksek ürünlere olan talebi giderek artıyor. Çevre kirliliği ve su problemleri ise bu süreci tetiklemeye devam ediyor.
Şimdiden kolay yetiştirilen bitkiler için çoğu ülkede ciddi hazırlıklar var.
Az miktarda suya ihtiyaç duyan bitkilerin başında ise ‘tatlı patates’ geliyor.
Tatlı patates (ipomoea batatas) en çok Çin’de yetiştiriliyor. Dünya üretimi 170 milyon ton civarında. Çin bu miktarın yarısını üretiyor.
Haşlandığında lezzeti aynen kestane tadında olan bu ürün hemen her yerde kullanılabiliyor. Örneğin ekmeklerin formülüne girmesi en yeni eğilimlerden biri…
Tatlı patatesin nişasta içeriği çok zengin. Vitamin ve mineral yönünden de ilginç özelliklere sahip.
Tatlı patates iyi nem tutuyor. Bu özelliği kuraklık riski olan alanlar için çok önemli. Uygulamalar Çin’in bazı bölgelerinde olağanüstü sonuçlar vermiş.
Şeker içeriğinin yüksek olması ise şimdiden pancar muadili olarak şeker fabrikalarının ilgisini çekiyor…
Dahası, mısır, pirinç ve buğdaya alternatif olabilecek bitkilerin başında geliyor.
Kabuk ve kalibrasyon artıkları besleyici değeri yüksek hayvan yemi olarak tüketiliyor ya da alkol yapımında kullanılıyor.
Tatlı patatesten elde edilen alkol içeriği yakıt hücreleri için de mükemmel bir kaynak. 2020′den itibaren çoğu ülkede hibrit araçlar bu yakıtla çalışacak. Örneğin Brezilya bu işin öncülerinden…
Zahmetsizce yetiştirilen tatlı patatesin ilginç özelliklerinden bir diğeri ise plastik üretiminde devrim yaratması!
Tatlı patatesten elde edilen çevreci plastikler yeni bir dönemi başlatmak üzere.
Bizde Çukurova ve GAP bölgeleri için oldukça ilginç bir bitki.
Girişimciler ürünün yaygın adı olan ‘yam’ tanımıyla internette arama yapıp tarımsal özelliklerini öğrenebilirler.

——–

Ambalajlı kalamata zeytini farklılığın sembolü olabilir
Şimdi Amerika’da moda olmaya başlayan gurme bir tat var. Yüzde 70 ‘makadamya cevizi’ ve yüzde 30 ‘kalamata zeytini’…
Bu basit formülü içeren sürülebilir lezzetler kahvaltı sofralarında çok popüler.
Bazı firmalar bu formüle bir miktar biber ekliyor.
Şimdiden sandviç ve kanepelerin vazgeçilmezleri arasına girmiş. Aynı reçeteyi bildiğimiz cevizden üretenler de var.
İşin sırrı kalamata zeytininde. Kalamata zeytini özellikle ABD’de başlı başına bir marka. Avrupa’da da çok tutuluyor.
Bizim bazı yörelerimizde iriliğinden ötürü ‘eşek zeytini’ adı verilen bu tür, normal zeytinden en az iki misli büyük. Ödemiş, Tire ve Akhisar yörelerinde rahatça yetiştirilebiliyor.
Aslında kalamata zeytini adını Yunanistan’daki bir yöreden almış. Burada zeytin değişik bir salamura teknikleriyle terbiye ediliyor ve mayalanıyor.
Kalamata’nın diğer zeytinlerden ayrılan özelliği onun turşuya benzeyen ilginç tadı. Bir bakıma buna zeytin turşusu demek de mümkün.
Genellikle patlıcan moru rengiyle bu zeytinlerin birçok tiryakisi var. Aynı zamanda çok iyi bir ihraç ürünü…
Yeşil ve siyah türleri daha değişik çeşni ve lezzete sahipler.
Genellikle şarap sirkesi içinde olgunlaştırılan kalamataların besin değeri de hayli yüksek.
Son yıllarda ülkemizde de tanınmaya başlayan bu zeytinin kendine özgü bir pazarlama mecrasının bulunması şart.
Konu tam bir uzmanlık alanı olduğundan özel bir segmentte kalamatanın değişik türlerinin yeni ambalaj formlarıyla tüketiciye sunulmasında yarar var.
Bu konuya ilgi duyan girişimciler klasik zeytin ticaretinden tamamen farklı olarak bu işi ana uğraşı alanı haline getirebilirler.
Şimdiden ilgi göreceğini, değişik lezzetiyle yeni bir mecra yaratacağını söylemek mümkün…
Fiyatı diğer zeytin türlerinden daha yüksek, hem de ayrı bir sınıfı temsil ettiğinden raflarda daha prestijli bir yere sahip olması çok mümkün.
Kısacası değişik ambalaj dizaynıyla farklı kulvarda önemli fırsatları vadeden bu ilginç ürünü girişimcilerin daha yakından incelemesinde yarar var.

————

Uzmanlık alanınız dev fasulyeler olsun
Konu iri kalamata zeytininden açılmışken onun kadar ilginç ama halk arasında yaygın olmayan bir fasulye türüne değinmeden olmaz. En az kalamata kadar gösterişli ve iri!
Bugün başta Yunanistan ve İtalya olmak üzere Akdeniz mutfağının vazgeçilmezleri arasında yer alan ‘pilaki’nin ana maddesi bizim ‘Bombay fasulyesi’ dediğimiz azman kuru fasulyenin ta kendisi!
Bu cinsi özel ambalajında haşlanmış olarak ya da ‘ön pişirimli pilaki’ olarak pazara sunmak mümkün.
Tüm mesele Bombay fasulyesi üzerinde uzmanlaşarak yeni mutfak reçeteleri oluşturmak ve bunu tüketici için olabildiğince hazır spesiyaliteler halinde getirmek.
Bombay fasulyesinin bir başka özelliğini de unutmamak lazım. Bazı araştırmalarda -ki bunların çoğu bilimsel olmaktan çok gözleme dayanıyor- protein içeriğiyle insanları devamlı tok tuttuğu ve zayıflamaya yardımcı olduğu söyleniyor.
Bir bakıma besleyici nitelikleri yanında mükemmel bir diyet ürünü!
Bombay fasulyesinin şık ambalajlarda kalibre edilmiş dev cinslerini tüketiciye hazır lezzetler halinde sunmak işin cazibesini artırabilir.
Eğer bu ilginç fasulye türünü kimyasal bulaşmamış topraklarda organik sertifikalı olarak bizzat kendiniz üretir ve onu bilinçli bir şekilde işlerseniz, şansınızın çok daha büyük olacağını söyleyebiliriz.
Gurme mutfaklardan pratik yemek menülerine değin her yere girecek böyle bir ürünü ünlü bir marka haline getirmek sizin elinizde.
Sadece iç piyasa için değil, tıpkı İtalya ve Yunanistan’da olduğu gibi önemli bir ihraç ürününü şimdi Türkiye’ye kazandırmanın tam zamanı!

———

Deniz yosunu artık tarım ve çiçekçilikte de kullanılıyor
Son yıllarda dikkat çeken mikroskobik alg türleri insan sağlığı yanında bitkiler için de mucize sonuçlar yaratıyor.
Yosundan bitkisel beslenme preperatları üretimi şu sıralar çok popüler.
Özel havuzlarda yetiştirilen yosunların çok az miktarı dahi karasal bitkileri coşturmaya yeterli!
Yeni bir endüstri olmasına rağmen yüzyıllardır Japonya ve Uzakdoğu’da iyi bilinen bir teknik bu.
Pratikte her türlü deniz alg ve yosunu tuzlu sudan arındırılıp kurutulduğunda içerdiği mineral madde kompozisyonu ve proteinler mükemmel nitelikte bir süper gübreye dönüşüyor.
Yosunların kurutma tekniğini ve karışım reçetelerini iyi bilmek şart. Bu sırlara aşina Uzakdoğulu girişimciler işin tipik bir endüstri haline gelmesine yol açmış durumdalar.
Şimdi Amerika ve Avrupa’daki bazı girişimciler yosunlardan yalnız vitamin, protein ya da pektin benzeri maddeler elde etmekle kalmıyor, özel reçetelerle süper bitki besinleri de imal ediyor.
Bu türden yosunlar bazı işlemlere tabi tutularak başta çiçekçilik endüstrisi olmak üzere organik tarımda da kullanılıyor.
En fazla tercih edilen yöntem ise yosun ve alglerden elde edilen ‘jelöz’ (jel kıvamında) konsantre özütün doğrudan bitki yapraklarına püskürtülmesi.
Bu sayede bitki doğal yoldan hormon niteliğine sahip uyarıcıları algılıyor, sağlıklı biçimde gelişiyor.
Oysa bu maddeler hormon olmadığı gibi, bildiğimiz klasik gübre sınıfına da girmiyor.
Yosun ve alglerin tarımda kullanılması sadece bitkilerle sınırlı değil. Geniş yapraklı yosunlardan elde edilen ekstraktlar (özütler) mükemmel bir yem takviye maddesi olarak büyükbaş, küçükbaş hayvanlara da veriliyor. Ayrıca hidroponik yetiştiricilikte (topraksız tarımda) yosun ve alglerin yine büyük bir yeri var.
Kısacası, ister havuzlarda kültür amaçlı yetiştirilsin, ister doğal olarak denizlerden hasat edilsin yosun ve algler yeni bir kazanç kapısı.
Ancak denizel ortamda yapılacak hasadın değeri daha fazla. Bu amaçla bazı ülkelerden sıfır gümrükle alg ve yosun ithal etmek mümkün.
Yapılacak fiziki yatırım ise onları işleyecek KOBİ tarzında bir işletmenin kurulmasından ibaret.
Daha fazla bilgi için üniversitelerimizin botanik bölümlerine başvurarak derinlemesine bilgi alınabilir.

———

İstiridye yetiştiriciliğine ilk başlayanlar çok kazanacak
Daha önce de bu konuya kısmen değinmiştik. Lakin bugüne kadar pek ses çıkmadı.
İstiridye yetiştiriciliği hem kolay hem da kazançlı bir iş! Yeniden hatırlatmamızda yarar var.
İstiridyeye piyasa dilinde genellikle ‘tarak’ adı veriliyor. Gurme restoranlarda ve balıkçı tezgâhlarında aranan bir deniz ürünü… Midyeden değerli ve çok daha lezzetli!
Alışkanlığa göre çiğ ya da pişmiş olarak yeniyor. İstiridyenin biyolojik anlamda birçok çeşidi var. Büyüklüklerine ve cinslerine göre sınıflandırılıyor.
Genellikle ‘lüks gıda’ olarak değerlendirilen istiridyenin besleyici özelliklerinin yanı sıra afrodizyak niteliklerinin bulunması onu daha da değerli kılıyor.
Doğal avcılığı yapılmakla birlikte her yerde rastlanmaması, onu zengin sofralarının lezzeti haline getirmiş durumda.
İstiridye temiz su isteyen bir ürün. Kirli sularda ağır metalleri bünyesinde topluyor. Bu açıdan endüstriyel yetiştiricilik halen en sağlıklı yöntem!
Yetiştiricilikte hastalıklara karşı dayanıklı türler tercih ediliyor. En tanınmışı ‘crassostrea gigas’ adlı okyanus istiridyesi. Hem kolay ürüyor, hem de eti çok kıymetli.
İstiridyeler ‘fitoplankton’ denilen mikroskobik canlılarla besleniyor. Ortamın oluşturulması ise yapay havuzlarda yapılıyor. Çoğaltılan mikroskobik canlılar yetiştirme sahasına periyodik olarak veriliyor.
İri boy bir istiridye, yaklaşık 18 ayda ticari ağırlığa erişiyor.
Avrupa’da başta Fransa olmak üzere, kapalı sistemlerde yetiştiricilik epey gelişmiş. İstiridyeler özel havuzlar içine monte edilmiş raflarda, kontrollü olarak besleniyor.
Geleneksel teknikler ise Avustralya ve Japonya’da var. Burada sepetler içinde yetiştiricilik yaygın. En lezzetli istiridyelerin yetiştirildiği Pasifik Okyanusu’nda, bu amaçla modern istiridye çiftlikleri kurulmuş.
Dünya ticaretinde önemli bir yere sahip olan istiridye ticaretinde fiyatlar, dünya borsalarına göre oluşuyor. Yetiştiricilerin çoğu, ürünlerini yüksek fiyatlarla gelişmiş ülkelere ihraç ediyor.
Türkiye’de henüz bu konuda yoğunlaşmış bir endüstri yok. İtalya, Yunanistan ve İspanya’da ise örnek çiftlikler kurulmuş durumda. Buralarda yetiştirilen istiridyelerin yalnız etinden değil, kabuğundan da yararlanılıyor. Yüzde 97’si ‘saf kalsiyum karbonat’ olan kabuklar öğütülerek, doğal kalsiyum içeren ilaçlara konuyor.
Güneydoğu Asya’da ise bazı istiridye tarlalarında ‘inci’ üretimi yaygın. Ancak bu iş çok zahmetli ve zaman isteyen bir faaliyet!
Türkiye’deki bazı denizel alanlar, istiridye yetiştiriciliği için oldukça uygun.
Ancak sistem konusunda bilgi sahibi olmakta ve bu konudaki tüm uygulamaları yerinde görmekte yarar var.

——–

Susam tarımına kozmetik amaçlı yatırımlar yapın
Susamyağı başta E vitamini olmak üzere esansiyel yağ asitleri için iyi bir kaynak. Oldukça homojen bir yağ.
Çoğu zaman egzama, sedef hastalığı tedavisinde yardımcı olarak tavsiye ediliyor.
Alternatif tıpta stresli ciltler için onarıcı ve nemlendirici özellikleri var.
Halk ilacı olarak ise cilt lekelerini gidermekte kullanılıyor.
Susam yağı ‘ayurvedik tıp’ta da önemli bir yere sahip. Binlerce yıldır şifa olarak kullanılmış. Stafilokok, streptokok gibi yaygın cilt patojenlerini önlüyor, mantarlar için doğal bir bariyer oluşturuyor.
Aynı zamanda anti-enflamatuar (iltihap giderici) ve anti-viral (virüslerle savaşıcı) özellikleri var.
Son bilimsel araştırmalar onun ‘malign melanom’u (cilt kanseri) önlemede yardımcı olduğunu ortaya koymuş.
Susamyağı cilt tarafından hızla emilen ve dokuya iyi nüfuz eden ender yağlardan biri.
Bu özelliğiyle sıyrık, kesik gibi vakalarda kullanılan antiseptik maddelerin sık sık formülüne giriyor.
Fakat en önemli özelliği gözenekleri genişlemiş ve kırışmış yüz cildinin kontrolünde kullanılması.
Bu özelliği susam yağını iyi bir ‘kozmetik sıvağı’ (dolgu maddesi) haline getiriyor. Serbest radikalleri önlüyor, güçlü bir antioksidan etki yaratıyor.
Kozmetikteki başlıca rolü ise serbest oksijen radikallerini nötralize etmesi ve aynı anda doğal ve sağlıklı hücre büyümesine verdiği destek.
İçeriğindeki ‘fitik asit’ ve ‘sesamin’ anti-oksidan etkisini arttırıyor.
Doğrudan susam yağını kullanmak hızla okside olduğundan etkisini çabuk yitiriyor. Bu nedenle susam yağını birtakım proseslerden geçirilerek krem, pomat, güneş yağı, gibi onlarca kozmetik forma dönüştürmek gerekiyor.
Halk sağlığında ve beslenmede tanınması nedeniyle susamyağı üzerine yatırım yaparak ilginç kozmetik ürünlerinin geliştirilmesi düşünülebilir.
Üretimin organik susamdan yapılması ise bu pazarın en önemli ayrıcalıklardan biri!
Eğer ürünü organik olarak yetiştirir ve yağını doğal yollardan rafine edebilirseniz büyük kozmetik firmalarına rahatlıkla ihraç edebilirsiniz.

Sabah 2011

İlgili Aramalar:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder