30 Temmuz 2008 Çarşamba

TER TER TERELELLİYİM


Mis gibi sabun kokan tenler, çiçek kokulu bahçeler, iyot ve yosun kokulu sahiller, temizlik kokan evler. Koku, ne kadar da önemlidir insan hayatında. Ruh durumunu tamamen değiştirebilir. Sevgi pötürcüğüne de dönüştürebilir insanı, psikopat bir manyağa da.

Yaz geldi, sezonu açıldı. ‘Ter kokusu’ hepimize hayırlı, uğurlu olsun. Pırıl pırıl güneşin, canlanıp neşelenen doğanın yan etkisidir bu koku. Hayatı insana zindan eder, dünyanızı karartır. Hele kapalı bir mekândaysanız, kâbusunuz olur.

Öncelikle ter kokusunun çeşitlerinden bahsedelim efendim. Bildiğimiz üzere, ter kokusunun çeşitlenme sebeplerinden en önemlisi zıkkımlanılan gıdalarla ilgilidir.

Mesela, for eksampıl; beyefendi akşam içmiş, z.çmış, eğlencenin dibine vurmuş. Geceyi de çorbacıda noktalamış. İşkembe çorbası. Ağzının kokusunu geçtim, onu karısı düşünsün. Lakin o nasıl bir terdir ki, sarımsağa yatırılmış b.k gibi kokar. Şimdi bu adamın bir de ayakta olduğunu, ve tam da sizin oturduğunuz koltuğun dibinde durmuş olduğunu, bir de bu yetmezmiş gibi kolunu kaldırıp yukarıdaki tutaçlardan tutunduğunu düşünün. Düşünün düşünün. Düşüncesi bile yetti değil mi?

Sonra ki grup, fazlaca soğan tüketen şahsiyetlerin oluşturduğu soğanlı ter kokusu grubudur ki, bu kokunun tarif edilmesi imkansızdır, ancak yaşayarak bilinir. Zannederim, hepimizin bunlardan bir-iki tanesiyle bir gün, bir yerlerde karşılaşmışlığı vardır. Karşılaşmamışsak da, yaz bitmeden karşılaşacağızdır ve koklaşacağızdır. Kavrulmuş soğanın, birkaç gün güneş altında demlendirilmiş, kokuşmuş halini hatırlatır bu koku bize.

Bir başka müstesna ter kokumuz da, Kayseri dolaylarından nefasetli bir yiyeceğimiz olan pastırmayı çok sevenler tarafından üretilen kokudur. Pastırmanın lezzetinin yanında bilinen bir başka özelliği de yiyen kişinin, ortama pastırma yediğine dair mutlaka bir iz bırakmasıdır. Özellikle helalarda yoğun bir şekilde kendini hissettiren bu tip arkadaşların teri de aynı ç.işi gibi kesif bir pastırma esintisi taşır.

Sabahları duş alma, deodorant kullanma, suya sabuna dokunma gibi alışkanlıkları gereksiz, vakit kaybı diye nitelendiren bir kesim var ki, gerçekten aynı ortamda bulunmak, hele de koku manyağı biriyseniz çok zor. Ve maalesef bu insanlarla ister istemez bir yerlerde kesişir yolunuz. Burnunuzu kapatmak, yüzüne acı acı bakmak, ağzınızı buruşturmak suretiyle anlatmaya çalışırsınız. Oysa onun umuru bile değildir. Nasıl yani? Kendi kokusunu duymuyor olabilir mi bir insan evladı? E sıfatına karşı da “kokuyorsun hemşerim” denmez ki.

O halde bununla ilgili ne yapılabilir diye çok düşündüm, çok kafa patlattım. Uykularımı haram, gecelerimi ziyan ettim. Sonunda buldum. Evet, ben buldum. E ne edeyim, bünye zekâ küpü.

Diyelim ki, neşe içinde otobüse bindiniz, ya da püfür püfür bir vapur yolculuğu yapmaktasınız, ya da bir kayfede oturmuş soğuk drinkinizi alıyorsunuz. İçeriye son derece kötü kokulu bir şahsiyet giriş yaptı. Anınızı berbat etmesine müsaade etmiyorsunuz. Hemen arıyorsunuz 9999 TEKOMAT’ı (Ter kokusuyla mücadele hattı) derhal ekip geliyor. Ekip üyelerinin en kısası 1.90 boyunda, en zayıfı 120 kilo. Önce şahısı yaka paça tutuyorlar, sonra tazyikli suyla bir güzel dezenfekte ediyorlar ve hava tutarak kurutuyorlar. Daha sonra da basıyorlar güzel kokulu, ozon dostu bir deodorantı. Oluyor da bitiyor işte. Misss misss...

Ne dersiniz, olmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder