22 Ocak 2010 Cuma

KURU SOĞANIN KİTLE PSİKOLOJİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ


Dün akşam bir yandan soğan doğrayıp bir yandan hayatın anlamını düşünüyordum sayın okuyan. Sanmayın ki gözlerimden oluk oluk akan yaşların tuzu, duygusal bir tat bırakıyordu çatlamış dudaklarımda. Tamamen soğanın itliğinden. Lem bir soğan kişisi bu kadar mı acı olurdu be?.. Yine de iyi mi geldi bu soğansal ağlamaklar? Biraz açıldım mı ne?

Zaten uzunca bir zamandan beri üzerimde bir mallık, bir boşvermişlik, bir bana ne kardeşimcilik, bir ben yaptım olduculuk, bir dünya yansın benim samanlarım sağlam dursunculuk ki sormayın gitsin. Sütaşkıyla yanıp tutuşan, hatta üzerime üzerime uçuşan ineklerin altında kalsam sesim çıkmayacak yahu!..

Bitter Düldül’e vermiş (gönlünü). Düldül Nihale’ye takmış (yüzüğü). Umrum değil inanabiliyor musunuz?

Hiçbir şey yapasım gelmiyor, iki satır yazasım olmuyor. Bilen biliyor artık; “depresyon” kelimesi hermime uğramaz benim. Lakin bu ne menem bir durumdur, bu nasıl bir halet-i ruhiyedir çözebilemedim a dostlar. Çözebilen olursa da takdir ederim, en derin saygılarımı sunar, taltif ederim. Hatta ellerinden öperim.

Tahminimce, yoğun çalışan amele güruhunun, hele ki camış kıvamında pasaklı iki evlat sahibiyse, tıpkı ben deniz gibi, işi gücü bitmez sayın okur. “Akşam evde şööyle uzatıp toynaklarımı bi rahat edeyim, aman da alayım elime sıcak bi drink, uzun kış gecelerinin tadını çıkarayım” ve veya benzeri ulaşılmaz hayaller kurmaksa, bahsi geçen kitlenin olmazsa olmaz fantezisidir.

Koşturmaktan şişmiş ayaklarını, sabahın körü kalkmaktan siyaha çalan göz altlarını, kaldırıp kondurmaktan kasılmış sırtını ancak uyumak için sıcacık yatağına uzandığında dinlendirebilecektir. Yine de “belki” diye umutlanır garip. Ne de olsa umut fakirin suşisidir, “ye Ahman Bey ye”sidir.

Durum böyleyken ve ben bu güruhun en önde giden temsilcilerinden biri iken, nasıl olur da böyle tembelleşebilirim? Nasıl olur da önümde gün gün büyüyen çamaşır yığınına, makineye yerleşmeyi bekleyen kokuşmuş tabaklara, ortalığa atılmış donlara, üzerine nameler yazılabilecek kıvama gelmiş mobilyalara, koltuk minderlerinin altına birikmiş çerez kabuklarına öyle bön bön bakmakla yetinebilirim.

Her defasında başa dönmek nasıl bir şeydir? Bu kısırı döngü hiç mi bitmeyecektir? Her hafta sonu krem şanti dök yala kıvamına getirilen bir ev kısmı, birkaç gün içinde bu hale nasıl gelebilir?

O halde bu telaşın anlamı nedir? Şairin dediği gibi “Yaşamak değil de bu telaşlar öldürecek midir bizi?” Telaştan ölmemek için midir bütün bunlar? “O halde dur artık! Dur da soluklan!..” mı demektedir içimde bir yerler? Bundan mıdır bu el çekiş? Bundan mıdır her şeyi bir kenara itiş?

Peki ya nereye kadardır bu kendini dinleyiş?

Ve lakin, buna rağmen, namütenai, bizatihi, filhakika, bilmukabele… ve bilumum hayret nidaları içinde söylüyorum ki; kitaplığımda sırasını bekleyen, asla vakit bulup okunmaya başlanamayan, başlansa da bir şekilde yarım bırakılan onlarca kitap varken; bir dünya yeni kitap siparişi vermiş olmam da nasıl bir manyak ruh halinin neticesidir, bunu anlayabilene “İlahi Komedya” hediye edecem. Söz!..

Haydin dostlar, şimdilik bana müsaade. Hakikaten sıkı bir akşam temizliği yapmalıyım. Kalın sağlıcakla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder