10 Ocak 2010 Pazar

Ya Seni Hiç Yazmasaydım?

Bugün senin için özel bir şeyler yazmak istedim. Günlerdir hep aklımdasın. Hayat terazisi işlerden yana çektiği için, geçen hafta hiç kalem tutamadım. Seni yazamadım.

Yeni bir alışkanlık edindim ben. Kalem tutamadığım anlarda, yadigâr bir müzik kutusu var ona anlatıyorum hikâyelerimi. Seni de ona anlattım Uzağa Giden. Bir eli göğü, diğer eli yeri göstererek dönen balerin kıza bakıyorum seni anlatırken. Kutu bir dünya, o da sahnede dönüp duruyor. O döndükçe müzik çalıyor. Belki de müzik çaldıkça o dönüyor. Ona baktıkça seni görüyorum sanki. Hilal zamanların bittiğini biliyorum artık. Sen etekleri rüzgârda uçan, ciğerine gökyüzü kaçmış, saçları kıvrım kıvrım, gözleri alabildiğine toprak olan, yalın ayak bir kadın değilsin artık. Çıraklık diplomamı aldığım bugün seninde değiştiğini biliyorum.

11 Ocak 2008’de kendi nefesimden alıp seni üfledim kelime kelime ben. Senle birlikte yürüdük cümlelerce. Bazen yazı olduk, bazen taslak. Üçüncü yaşını kutlarken sen çok yol kat ettik biliyorum.

Başlangıçta her yazan gibi kelimeleri aşk sandım ben de. Tam bir yıl boyunca sadece kalem tuttum, yazmaya çalıştım. Seni yazdım Uzağa Giden. Çoğu zaman hayalleri anlattım, insanlar gerçek sandı. Aşklar anlattım senin bedeninde. Bir gece kalktım saçlarını kestim, ertesi sabah sevdiğin gittiği için güneş kolları sana kısa gelen bir hırka oluverdi narin bedeninde. Yok, olanların yokluğuyla yaşattım seni. Aşkla oyaladım yürekleri.

An geldi Limon’un (sarı araba!) direksiyonuna geçip Duygucan (radyo!) ile maceralara atıldın. Sevişirken çiçek kokan adamlardan nergis aldın, bazen şehrin ücra yerlerinde dolandın.

Kelimeler yetmedi bana. Gün içinde üç, dört kez seni anlattım önce kendime, sonra okura. İçimde ikna edilmesi gereken bir ben vardı. Sahibini bildiğim kelimelerin anlamlarını zihnimde değişimledikçe büyülendim. Simyaydı bu. Bir dünya kurup, içinde kaderler yazdım. Ama yetmedi. Tüm bu serüven içinde bir devinim şarttı. Kendi için de devrimdi belki fotoğraf şerhleri. Yazmak kendini anlatmaksa beş duyunu bir yapmak geçti aklımdan. Baktım ve yazdım.

İçim titredi sonra Uzağa Giden. Dünya olmadan aşk neye yarardı. Bozkırın çocuğuydun sende. Akdeniz'din sen! Bir yanın çöl, bir yanın deniz. Kenger ve gelinciklerin gölgesinde önce ezberleri bozduk, sonra ezber olduk. Şimdi yine mecnun misali düştük yollara Leyla'dan geçme faslındayız.

Bugün düşünüyorum da Uzağa Giden ya seni yazmasaydım ne olurdu?
Bu soruyu sormam boşa değildir, gidiş türküleri söylemeye başladığım şu günlerde. Şimdi sorarım sana kalfalık hikâyelerimin başkahramanı olacak mısın? Yüreği Anadolu olan memleketimin çocuklarına yarenlik edecek misin? Nice yüreklerin kapısını çalmaya var mısın benimle?

Nice kelimelerin olsun. Cahil cesareti ama kitapların! Nefesimsin bunu bil em’i? Sen kendime düştüğüm notlarsın. Gün gelir sayfalarından gezinirken dudağımda bir gülücük, gözümde bir damla yaş olacaksa düşüncelerim kırma kalemimi, yazdır kendini.

Fotoğraf: Özgür Çakır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder