23 Aralık 2011 Cuma

TOYNAĞINA GURBAN


Kavruk bir yaz öğleden sonrasıydı. Çaylarımızı elimize almış, stresli bir işgününün ortasında, güzel bahçemizde dinlenme seansı yapıyorduk. Gölgesinde oturduğumuz asmalar, güneşin hüzünlü ışıklarıyla altın rengine bürünmüş üzümlerini bir hediye gibi avuçlarımıza bırakıyor, binanın tepesine tünemiş olan kargalar ise, acep hangisinin kafasına z.çsak da onu günün talihlisi ilan etsek diye kara kara düşünüyordu.

Birden demir bahçe kapısı gıcırdayarak açıldı. Minicik haliyle o koca kapıyı nasıl kaydırdığına şaştığımız Guzu kişisi içeriye girdi.

“İncegül Hanım’la görüşmek istiyorum.” Dedi.
Başına geleceklerden bihaber, masum bir bebek, narin bir kelebek gibiydim. Ben bu dünyanın kirinden pasından arınmış bir melek gibiydim.
“Buyrun hanfendi benim…”
Dedim sayın okuyan. Demiş bulundum sayın okuyan.

Bıttırızırt firmasının satış temsilcisiymiş. Son derece bakımlı, hoş… Son derece hanımefendi. Son derece falan filan bir şahsiyet... Firmamı değiştirmem, dedim. Olgunlukla karşıladı. Ümüğüme çökmedi. Ötekiler gibi bak bizim şirket şöyleyken böyledir, çok kalitelidir, çok fenadır diye baskı yapmadı. Bakarız bir aralık, bi deneriz belkilerle konuyu kapatıp hayattan muhabbete başladık.

Önce Guzu Hanımlar, İncegül Hanımlar havalarda uçuştu, sonra kahkahalar… Önce yaz sıcağı gibi yakıyordu yabancılık , sonra tanışlık duygusu getiren rüzgarlar esti ılık ılık.

İkinci görüşmemizde yeni bir deli deliyi dakkada vak’ası ile karşı karşıya olduğumu hissetmiştim sayın okuyan. Hatta bundan emindim. Keza üçüncü görüşmemiz yanılmadığımı anlamama yetti de arttı bile. Şöyle sandalyelerinize, koltuklarınıza kurulun, soğuk-sıcak drinkinizi alın elinize de anlatayım.

Ofisimde oturmuş sakin sakin nesgayfelerimizi yudumluyor, bir yandan da aynı kitabı okuyor olmamızın ne mene bir tesadüfün eseri olduğu konusunu tartışıyorduk. Olabildiğimizce entelektüel, olabildiğimizce ciddiydik.

Neden sonra Guzu gişisinin gözlerinde korkutucu, ürkünç bir ifade belirdi. Birden ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Benim şaşkın bakışlarıma aldırmadan kapıyı kilitleyiverdi. Ne yaptığına anlam vermeye çalışıyordum ve fekat öyle hızlı hareket ediyordu ki… Kendisine soru sormama bile fırsat vermeden çantasının fermuarına asıldı.

Been… İncegül gişisi… Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Tırsmıştım. Ahan da öyle mal gibi kalakalmıştım. Şimdi çantasından silahını çıkarıp beni önce topuklarımdan vuracak. Arkasından satırıyla parçalara bölecek, parçalarımı poşetlere koyup fakir fukaraya dağıtacaktı. Ve bunları yaparken kimsenin ruhu bile duymayacaktı. Zira üçbin metrekarelik şirkette şimdilik sadece üç beş kişiydik ve birbirimizi arayıp bulmamız bile üç saat alıyordu.

Ama nedendi? Bu küçük, tatlı kadını gözü dönmüş bir canavara döndürecek ne yapmış olabilirdim? Düşünüyordum. Böyle uzun uzun yazıp millete eziyet ediyorum diye sinir yapmış bir okuyan kişisi olabilir miydi? Pekala da olabilirdi. Belki sorup soruşturmuş, ipuçlarını değerlendirmiş, izimi bulmuştu ve beni öldürmeye azmetmişti. Belki de okuyanlar, aralarında para toplayıp bunu tetikçi olarak tutmuşlardı kim bilir?

Belki de çantasından silah değil de bir sidi çıkartacak, ve yüksek dozda YK şarkısı dinletmek suretiyle bana işkence edecekti. Aman allaamdı. Lütfen, lütfen, lütfen silah çıkartsındı. Bu narin bedenim bas gaza aşkıımmm bas gazaaaa’larla örseleneceğine öleyim daha iyiydi. Hassas ruhum bunu kaldırabilemezdi.

Ama, fekat, velakin o da neyin nesiydi? Guzu gişisi, gözü dönmüş bir halde, çantasından bir cımbız ve bir tutam ip çıkarıverdi. “Kızım kaşın gelmiş. Valla hiç dayanamam, alacam.” diyerek üzerime yürüyordu. Ben biçare, nazlı gelincik, “Ya Guzu manyak mısın? Şimdi biri gelecek rezil olacaz. Ya bi dur amaaa…” diye çırpınırken, o çoktan yüzümü gözümü yolmaya başlamıştı bile.

Bir yandan da “Kızım, manikürünü, pedikürünü de yaparız haftasonu. Bak saçlarını da boyayacam taam mı?” diyerek tehditlerine devam ediyordu. “Toynaklarıma dokundurtmaaammm…” haykırışlarımı duymuyordu bile. Oysa o el tırnakları en dibinden kesilmeye alışmıştı bir kere. Ve toynaklarım… Onlara insan eli değmeyeli bin yıl olmuştu. “Hadi leyyyn! Debelenmeeee!” diyerek susturdu bu duygusal insanı.

Örselenmiş, hırpalanmış, pempe bir gonca gibi açamadan solmuştum.

İşte bir çatlak insan daha hayatımın içine dalmış, İncegül gişisinin normalleşme çabalarına bir sekte daha vurulmuştu bile. Eski kuaför, yeni satışçı Guzu şahsiyeti bir dahaki sefere şirkete elinde siriyle, beziyle gelirse hiç şaşırılmayacaktı. Her şey beklenirdi bu dünya tatlısı, balböcüü, dili şekerli, sözü şerbetli deliden.

Haydin akla mukayyet sayın okuyan. Benliğinize iyi davranın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder