10 Mayıs 2008 Cumartesi

PAPATYA BAHARI


Sevgli Yıldız Yağmurları ve Geveze Kalem önderliğinde, amatör yazı gönüllülerinin bu günlere taşıdığı kelime oyunumuz da tüm hızıyla Öykü Atölyesi'nde sürmekte. YALIN demiş Sardunya Bakalım ne çağrıştırmış bu yürekte...
--------------------------------------------------------------------------------------


Uğultulu bir sessizlik, kalabalık bir yalnızlık ve derin bir huzursuzlukla seyrediyordu yeşili. Karmakarışıktı… Bir o kadar da bulanık… Bahçenin orta yerindeki pembe gül, narin ve ince yapraklarıyla, bulutların arasından ara sıra göz kırpan güneşi selamlamaktaydı. Nergislerle sardunyalar en parlak renklerini bahara katıp birbirleriyle yarışıyorlardı sanki. Papatyalar her zamanki sadelikleriyle donatmıştı toprağı. İddiasız, zarif ve bembeyaz.

Gözü yolda, eli telefonda bekliyordu… Bahçeyi evle kavuşturan kapının dibinde öylece, sadece bekleyebiliyordu. Ne çaresiz bir sözcüktü beklemek. Sonra bir acı sesle irkildi. Telefon çalıyordu nihayet işte. Bu beklediği, özlediği haber olmalıydı. Evet evet… Günlerdir ses alamadığı 'askeri' arıyordu muhakkak. Bir merhabasına hasret kaldığı biriciği sonunda arıyordu işte.

Kaç gündür her aradığında birliğinden ‘operasyonda’ yanıtını alıyordu. Dağlarda. Oysa daha ne kadar olmuştu bu bahçede yalınayak ilk adımlarını atalı. Bulabildiği kadar salyangozu eve taşıyıp salondaki sehpanın üzerinde yarıştırdığı gün daha dün değil miydi? Zaman bu kadar da hızlı geçiyor olabilir miydi!

Yüreği o kadar yüksek bir tempoda atıyordu ki, artık telefonun sesi bile duyulmaz olmuştu. O tek tuşa dokunmakla, dokunmamak arasında epeyce bocaladı. Sanki bir ömür geçti o süre içinde. Ya bu beklediği telefon değilse. Ya o sesi duyamazsa telefonu açtığında. Ya başka biri ondan haber vermek için arıyorduysa. Yok yok… bunu düşünmemiş farz etmeliydi kendisini. Böyle şeyler getirmeyecekti hiç aklına. Söz vermişti 'kalbine'.

İlkokula başladığı yıl gelip ona ‘anneciğim, bana hep, sen benim kalbimsin diyorsun ya… öğretmenimiz, insanların kalpleri göğsünün içinde olur dedi… o zaman ben niye dışarıdayım… göğsünün içine alsana beni’ demişti bütün saflığıyla. Çocuktu… İçi-dışı, özü-sözü birdi. Bir tek çocuklar bu kadar dosdoğru ve yalın olabilirdi. Bilmiyordu ki o, anneciği zaten hiç çıkarmamıştı yavrusunu oradan. Kalbi onunla birlikte, sadece onun için atıyordu. Bilemezdi… Yalnızca anneler bilirdi.

Sonunda açtı telefonu. Karşıdan gelen ses, çağıldıyordu kulaklarında şimdi. Bütün sesleri ve sessizlikleri bastıran o güzel ses… Evlat sesi… Hiç konuşmadan dinledi evlat kokusunu genizlerinde hissettiren o büyülü sesi.

"Bana hep, sen benim kalbimsin derdin ya annem, sen de benim kalbimsin. Meraklanma kalbim! Sağ salim döneceğim o sıcak kucağına. Yine birlikte uzanıp yeşile, sonsuz maviyi seyredeceğiz doyasıya. Yine yalınayak yürüyeceğim toprağımızda. Papatya falları bakacağım ikimiz için, hep seviyor çıkan. Ağlama sakın! Ağlarsan kalbini de ağlatırsın. Öperim annem güzel ellerinden. Anneler Günün kutlu olsun."

Bir iki kelime sıkıştırabildi hıçkırıklarının arasına. Sonra telefonu kapattı. Terliklerini eşikte bırakıp bastı toprağa. Yağmur da başlamıştı usuldan, inceden. Karmaşa yerini tatlı ama hüzünlü bir huzura bırakmıştı. O şimdi bahçedeki en gösterişsiz ama en güzel ve yavrusunun en sevdiği köşede, papatyaların yanı başında, onlar kadar sade ve sadece o kavuşma anının düşüyle ıslanıyordu.

  • Günün Notu: Tüm anne olanların, anne olmayanların, anne olacak olanların, anne olamayacak olanların, geleceğin annelerinin anneler gününü kutlar, ebediyete intikal etmiş annelerimize de rahmet dilerim. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden, yaşıtlarımın da yanaklarından öperim. Sevgiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder