Gözlerinin bebeğinde hüznün karasını taşırmış.
Kadın her sabah gün doğumunda, güneşi kucaklarmış.
Balıkçılar ‘vira bismillah’ derken kadını görür, şaşarmış.
Kadın hiç aksatmadan, o sahilde yeni günü karşılarmış.
Kadın, balıkçıları görür, ağlarmış.
Gözyaşlarını suya, hıçkırıklarını martı çığlıklarına katarmış.
Bir avuç kahırmış onunki, bir avuç mutluluk ararken bulmuş… Bırakmamış.
Kadın her sabah, avuçlarındaki yangını söndürmek için güneşi tutarmış.
Uzakta bir sahil, sahilde bir kadın, kadının yüreğinde bir yara…
Kanar babam kanarmış.
Kadın avuçlarmış yüreğini her sabah, denize salarmış.
Kadının bedeni sahilde, yüreği denizde kalmış.
Kadın acıya eş, kalbinde bir ateş, ellerinde güneş…
Yanarmış da yanarmış.
Yıllar evvel Nazım’ın Benerci’sine ağlarken, “bir gün ben de böyle ‘yalın’ kelimelerle, ‘derin’ bir şeyler yazabilir miyim” diye düşünmüştüm. Binlerce fırın ekmek yesem, böyle bir şeyin mümkün olmayacağını bilecek kadar kendinden haberdar bir insan olarak, buna cesaret edemem doğrusu. Lakin, yine de ucundan, kıyısından bir şeylere bulaşabilme kaygılarımın çabasıdır bu satırlar... Yukarıdaki fotoğraf ve Öykü Atölyesi vesilesiyle!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder