6 Haziran 2008 Cuma

SİYAH ÇANTADAN KARA Bİ'ŞEY ÇIKTI


Tam otuz üç yıl evvel bu gündü. Tek kişilik saltanatımın, lale devrimin sona ereceğinden bihaber, mutlu-mesut oyunlar oynuyor, çocukça hayallerimin peşinden koşturuyordum.

Sonra bana, “siyah çantalı bir hatun geçti buradan” dediler. Ben de “bana ne” dedim. “E ama sizin eve gitti” dediler. Ben bu sefer de “size ne” dedim. O sırada göle maya çalıyor, dünyanın merkezinin tam da benim durduğum yer olduğunu düşünerek keyif çatıyordum. Nereden çıkmıştı bu ‘siyah çantalı kadın’ şimdi? Kimdi? Ne işi vardı bizim evde?

Sanki bir telaş da vardı evimizde. Ben anlayamıyordum ama bir şeyler oluyordu belli ki? Tuhaf, sıra dışı bir hareketlilik… Neler oluyordu? Hayırdır inşallahtı!

Hem, neden beni içeri almıyorlardı artık? Sair zamanlarda eve girmem için yalvar yakar olan, bazı bazı da sert yapan anneciğim, bunca saat olmasına karşın neden hala çağırmamıştı sokaktan beni. Üstelik her afacan çocuğun olduğu gibi, diz kapaklarımın daimi misafirleri olan yaralarıma bir yenisini daha eklemiştim ve ilk yardım yapılmalıydı acilen!

Ne kadar zaman sonraydı hatırlamıyorum, sonunda kapı açıldı. Ben, yüzüm ellerimin arasında, dirseklerim dizlerime dayalı, oturuyordum o mermer merdivende. Üstelik yaram da kanıyordu.

‘Siyah çantalı kadın’ büyük bir gururla çıkıyordu kapıdan. “Az kenara çekiliver yavrucuğum” dedi babaannem. Ellerimi yüzümden çekip, mavi korkuluklu pencereden yüzünü yarım yamalak gördüğüm anneme doğru uzattım. Neden bu kadar solgundu?

Kadın gitti, ben içeriye girdim. Annem pencerenin önündeki divanda yatıyordu. Çarşaflar, yastıklar, annemin yüzü bembeyazdı. İyi de o yanında yatan küçük, kara, sevimsiz şey de neydi öyle?

Sinirlenmiştim. Annem, benim gibi güzel bir kız çocuğu dururken, bu minicik, çirkin bebeği neden koynuna almıştı?

Babaannem gülümseyerek, “bak bu bebek, o siyah çantadan çıktı” dedi.

Daha da sinirlendim. Kadın çantasında bebekle mi geziyordu? Hayır, çantadan cüzdan, tarak, bilemedin kalem falan çıkardı. Bebeğin ne işi vardı? Benim bildiğim; komşuya kazan verirdin, o da “doğurdu” deyip, sana tencere getirirdi. Çanta hiç doğurur muydu?

Ondan da vazgeçtim, diyelim seninki doğuran cinsten, taşı o zaman çantanda yavrusunu, niye bizim eve bırakıyorsun be kadın!
Üstelik de babaannem, artık hep birlikte olacağımızı, ömür boyu ayrılmayacağımızı, birbirimize destek olacağımızı, çünkü 'kardeş' olmanın bunu gerektirdiğini, gereklilikten de öte hissiyatın insanları böyle yönlendireceğini anlatmıştı kendi dilince.
Oysa ben istememiştim. Hazırlıksızdım. Kardeş olmanın ne demek olduğunu anlamak da istemiyordum açıkçası. O benim için sadece bir misafirdi. Bir süre kalıp, gidecekti nasılsa hayatım(ız)dan.

Zaman içinde, bu istenmeyen(!) misafire epeyce eziyet ettim. Çeşit çeşit oyunlarla, tehdit ve şantajlarla psikolojik işkencelerim, yatarken boğazına düğme, boncuk, para gibi bilumum ıvır zıvırı bırakıvermek suretiyle boğmaya çalışmalarım, hatta başarısızlıkla sonuçlanan balkondan atma girişimim bile oldu. Gece uyanıp, süt içtiğini, içmezse uyuyamayıp sabaha kadar ağladığını bildiğim halde, son kalan bir bardak sütünü lavaboya boşaltmam ise en masum sayılabilecek sabotajlarımdandı!

Var mıydı öyle ‘dağdan gelip, bağdakini kovmak’, bütün ilgiye, övgüye, saltanata, o güne kadar dişimle, tırnağımla kazıyarak edindiğim her şeye bir anda ortak olmak. Var mıydı ‘ablanın pabucunu dama atmak’.

Yaptım evet! Pişman değilim!

Ama onu hep sevdim. O bembeyaz yatakta ilk gördüğüm an, içime hiç bilmediğim, ılık bir yağmur yağdı sanki. Bir koku duydum cennetten rüzgarın peşine takılıp gelen. O gün, o minicik ellerini, fındık burnunu, kara gözlerini gördüğüm o ilk gün sevdim onu, hem de hiç kimseleri sevmediğim kadar...

Öyle küçücük, öyle masum ve öyle kara bi’şey…

Sevdim; tırnağına kıymık batsa, kalbimde bir yara kanadı sanki, dizlerimdeki yaralardan beter. Birisi fiske vurmaya kalksa, boyuma-posuma bakmadan üstüne saldırdım. Dayak da yedim bazı bazı, ama ona dokundurtmadım. Kendim dövdüm de, kimselere dövdürmedim.

Sevdim ki ne sevdim. Kardeş sevgisinin ne demek olduğunu da ilk onda bildim.

Ablasının kara kuzusu! Koca adam oldun biliyorum. Geçmişi unutalım! Yok yok... Bence unutmayalım! Geçmişimiz ki; bizim servetimiz. Bizi biz yapan, bu gün hala birbirimize sımsıkı kenetlenmemizi sağlayan… Sevgimizi katlayan...

Seni hep sevdim, çok sevdim ve bu can bu bedende oldukça sevmeye devam edeceğim.

Nice nice yıllara canımın parçası, gözümün bebeği, yakışıklı kardeşim
Doğum günün kutlu olsun.
  • Not:Ne kadar da sanatsal bir aileyiz! İşte kardeşceyizim ve onun saygı değer eşisi gmemuzin kişisi, son çektikleri filmin afişinde, nasıl da güzel çıkmışlar. Tü tü maşallah! Yeni filmlerinin çekimleri sürüyor, zannımca önümüzdeki yıl, bütüüün uluslararası festivallere katılacaklar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder