Yine kamuoyunun merak ve heyecan içinde beklediği(!) bir konuyu aydınlatmak, bilgi vermek amacıyla burada toplaşmış bulunuyoruz efenim. Hani şu arife günü kendini sakatlayan hatun var idi ya; ondan ve olayın gelişiminden bahsedelim dilerseniz. Haydi bahsedelim…
Her bayram olduğu gibi o bayram da tam Türk işi bir hatun, arife gününe sıkıştırmıştı ne var ne yoksa. Malum o hem çalışan kariyer sahibisi bir iş kadını, hem tertipli, temiz, titiz bir ev kadını, hem de aynı zamanda fedakar cefakar bir anne olmaya çalışan, bu esnada da hayırlı bir evlat olmak için yırtınan ve bunların hiçbirini tam teşekküllü yapabilemeyen bir nevi dolap beygiriydi. Öncelikle sabahtan temizliğini yapmış, sonra anneciğine gidip ona yardım etmiş, sonra bir iki kap bir şey pişirmiş, en son da kardeşleriyle buluşup çocuklar için alışveriş yapmaya karar vermişti. Bütün bunları hallettiğinde saat henüz öğleden sonra on dört sularıydı meraklanmayınız. Hatun –tatil bile olsa- kargalardan evvel yataktan çıkmazsa, asla işlerini yetiştiremeyeceğini bilecek kadar da zeki bir insan evladıydı.
Sonunda iki güzel, melek yüzlü, iyi kalpli yavrusunu yanına katıp yollara döküldü kahramanımız. Tam da yıllardır inşaatı devam etmekte olan, güzel yurdum klasiği metronun oradan karşıya geçip caanım İstanbul’un, caanım alışveriş ve gezi merkezlerinden biri olan İstiklal Caddesi’ne gitmek için hazırlanırken olanlar oldu. Burada ne olduğuna geçmeden evvel, kahramanımızın bu husustaki meşhur geçmişine şöyle bir göz atalım isterseniz. Bu hem olaya daha iyi konsantre olmanızı, hem de hiç şaşırmadan yolunuza devam etmenizi sağlayacaktır kanaatindeyim.
Uzunca süredir tanıdığınız ve artık hipermanyak olduğundan şüphe duymadığınız kahramanımız, ayrıca da minicik tefecik bir hatun olduğundan, mutfak tezgahına tırmanmayı pek sever. Yine böyle bir tırmanış esnasında o zamanlar seramik olan lavaboya ayağının bir adedini gömmek suretiyle –lavabonun- parçalanmasını sağlamış, tek bacağı tezgahın üzerinde, tek bacağı alt mutfak dolabının içinde öylece kalakalmıştır. (Ver ekrana uğurcuum. Vatandaş böyle pozisyon görmemiştir) Evde kimsenin olmaması hasebiyle kendisini bu güç durumdan kurtarması, üstelik bacağının da yaralı olmasından dolayı epeyce bir süre almış, parçalanmaya ramak kalmış bacağına kendi kendine pansuman yapmış, sonra lavaboyu yeniletmiş ve hiçbir şey olmamış gibi akşam koca kişisine olayı anlatmıştır.
Yine günlerden bir gün buzdolabı örtüsünün azıcık eğri durmasından rahatsız olan ve kendisi tam bir pisikosomatik hasta olan kahramanımız, mutfak tezgahına atlayıvermiş ve aynı hızla mermere çarparak mutfağın orta yerine, neticenin üzerine düşüvermiştir. Bu düşüşün hemen ardından morarmaya başlayan netice ve sol bacak, iki gün içerisinde dize kadar hiç beyaz yer kalmayacak şekilde çiğ et görünümü almış, gittiği doktor amcanın “kızım, helal olsun sana, nasıl becerdin bu hale gelmeyi” şeklinde takdirini kazanmayı da başarmıştır.
Bir başka gün, iş çıkışı mutlu yuvasına ilerlerken, pencereden doğru sohbet açan komşusuyla konuşmaya başlamış, birden bire ne olduğunu anlamamış, sonra komşusunun “iyi misin” feryatlarıyla kendine gelmiştir. Halbuki o, o sırada yerde sırt üstü yatmış, “ulen az evvel camda duran ve benimle konuşan hatun nereye gitti” diye sorgulama halindedir ve düşmüş olduğunun farkında bile değildir.
Pazarcıların şu koca demir direklerine toslamak, merdivenlerden yuvarlanmak, park etmiş arabalara, yaya olduğu halde çarpmak, hatta kucağında bebesiyle yokuştan kaymak suretiyle geçirdiği minik tefek kazaları hiç saymaya gerek bile duymadan çok yıllar evvel olan küçük kazadan da söz etmeden geçmeyelim. Yıllardan gençlik. Yaşlardan kavak yelleri. Bir yılbaşı gecesi, iş çıkışı iki arkadaş yolda hararetli bir tartışma içindedirler. Bu insanlardan en sakar olanı konuşmasına devam eder, eder, eder… Lakin birden ortalık çok karanlık olur. Sağına soluna bakar, kimseleri göremez. Sanki başka bir boyuta geçmiştir. Arkadaşı, kalabalık caddedeki cıvıl cıvıl insanlar yerini derin bir sessizliğe ve karanlığa bırakmıştır birden. Başını yukarıya kaldırdığında bir sürü insanın kendisine seslendiğini duyar. “Ben nerdeyim, siz kimsiniz” gibi sorular beynini kemirirken, arkadaşı yanına atlar. Sonra hatunu düştüğü çukurdan el birliğiyle çıkarırlar ve kahramanımız konuşmasına kaldığı yerden devam ederek yürüür, gider. (Konuşurken yüze zum yapalım, sonra görüntüden aniden kayboluşunu tekrar verelim uğurcuum)
İşte size geçmişinden kesitler verdiğimiz bu arkadaş arife günü, alışveriş yapmak için çıktığı yolda, tam da inşaatın orta yerinde, karşıdan karşıya geçmeye hazırlanırken, birden bire ne olduğunu anlamadan havada uçuşmuş (burayı ağır çekim oynatalım uğurcuum) sonrasında kendini yüz üstü yerde bulmuştur. Bu esnada sağ yanında bulunan küçük sıpasına dönmüş, sanki onun yerde yattığını, üzerinde demirler olduğunu ve ağladığını görmüş, ana yüreğinin tüm isyanı ve acısıyla “Oğuuuz, iyi misin oğlum” diye feryat etmiştir. Sonra sol yanına dönmüş ve sevgili delikanlı oğlusunun, üzerinden demirleri almakta olduğunu görüp “evladım kurtarıyo işte anasını” diye duygulanmıştır.
Ayağa kalktığında ise gördüklerine inanmak istememiştir. Belinin ve bacaklarının korkunç ağrısını, yüreğinde duyduğu acı bastırmıştır. Büyük danasının tam bir öküz kıvamında böğürerek güldüğünü fark etmiş, öteki küçük sıpasının da kendisiyle dalga geçmekte olduğunu, “Oğuuuz iyi misiiin” şeklinde taklit yaptığını hayret ve üzüntüyle anlamıştır. “Ahhh keşke oracıkta kalaydım da sizin bu namkör tavırlarınızı görmeyeydim” diye içinden geçirmiş, yine de acısını içine gömüp biricik yavrularına o kalabalık alışveriş ortamında bayram için bir şeyler almaktan vazgeçmemiştir. Sevgili kardeşciği ve onun biricik eşinin de topal topal yürümesi sırasında kendisine bıyık altından gülmesine bile göğüs germiş güçlü bir kadındır kahramanımız.
Dediğim gibi sayın okur; kahramanımızın vukuatları bitmez. Yeni bir ‘Bir Kadın Bin Sakarlık’ hikayesinde birlikte olana dek, şen kalın, esen kalın. Kendinize iyi davranın.
Tamam tamam böyle ciddi yazdım diye kasmayın. Gülmek serbest…
Her bayram olduğu gibi o bayram da tam Türk işi bir hatun, arife gününe sıkıştırmıştı ne var ne yoksa. Malum o hem çalışan kariyer sahibisi bir iş kadını, hem tertipli, temiz, titiz bir ev kadını, hem de aynı zamanda fedakar cefakar bir anne olmaya çalışan, bu esnada da hayırlı bir evlat olmak için yırtınan ve bunların hiçbirini tam teşekküllü yapabilemeyen bir nevi dolap beygiriydi. Öncelikle sabahtan temizliğini yapmış, sonra anneciğine gidip ona yardım etmiş, sonra bir iki kap bir şey pişirmiş, en son da kardeşleriyle buluşup çocuklar için alışveriş yapmaya karar vermişti. Bütün bunları hallettiğinde saat henüz öğleden sonra on dört sularıydı meraklanmayınız. Hatun –tatil bile olsa- kargalardan evvel yataktan çıkmazsa, asla işlerini yetiştiremeyeceğini bilecek kadar da zeki bir insan evladıydı.
Sonunda iki güzel, melek yüzlü, iyi kalpli yavrusunu yanına katıp yollara döküldü kahramanımız. Tam da yıllardır inşaatı devam etmekte olan, güzel yurdum klasiği metronun oradan karşıya geçip caanım İstanbul’un, caanım alışveriş ve gezi merkezlerinden biri olan İstiklal Caddesi’ne gitmek için hazırlanırken olanlar oldu. Burada ne olduğuna geçmeden evvel, kahramanımızın bu husustaki meşhur geçmişine şöyle bir göz atalım isterseniz. Bu hem olaya daha iyi konsantre olmanızı, hem de hiç şaşırmadan yolunuza devam etmenizi sağlayacaktır kanaatindeyim.
Uzunca süredir tanıdığınız ve artık hipermanyak olduğundan şüphe duymadığınız kahramanımız, ayrıca da minicik tefecik bir hatun olduğundan, mutfak tezgahına tırmanmayı pek sever. Yine böyle bir tırmanış esnasında o zamanlar seramik olan lavaboya ayağının bir adedini gömmek suretiyle –lavabonun- parçalanmasını sağlamış, tek bacağı tezgahın üzerinde, tek bacağı alt mutfak dolabının içinde öylece kalakalmıştır. (Ver ekrana uğurcuum. Vatandaş böyle pozisyon görmemiştir) Evde kimsenin olmaması hasebiyle kendisini bu güç durumdan kurtarması, üstelik bacağının da yaralı olmasından dolayı epeyce bir süre almış, parçalanmaya ramak kalmış bacağına kendi kendine pansuman yapmış, sonra lavaboyu yeniletmiş ve hiçbir şey olmamış gibi akşam koca kişisine olayı anlatmıştır.
Yine günlerden bir gün buzdolabı örtüsünün azıcık eğri durmasından rahatsız olan ve kendisi tam bir pisikosomatik hasta olan kahramanımız, mutfak tezgahına atlayıvermiş ve aynı hızla mermere çarparak mutfağın orta yerine, neticenin üzerine düşüvermiştir. Bu düşüşün hemen ardından morarmaya başlayan netice ve sol bacak, iki gün içerisinde dize kadar hiç beyaz yer kalmayacak şekilde çiğ et görünümü almış, gittiği doktor amcanın “kızım, helal olsun sana, nasıl becerdin bu hale gelmeyi” şeklinde takdirini kazanmayı da başarmıştır.
Bir başka gün, iş çıkışı mutlu yuvasına ilerlerken, pencereden doğru sohbet açan komşusuyla konuşmaya başlamış, birden bire ne olduğunu anlamamış, sonra komşusunun “iyi misin” feryatlarıyla kendine gelmiştir. Halbuki o, o sırada yerde sırt üstü yatmış, “ulen az evvel camda duran ve benimle konuşan hatun nereye gitti” diye sorgulama halindedir ve düşmüş olduğunun farkında bile değildir.
Pazarcıların şu koca demir direklerine toslamak, merdivenlerden yuvarlanmak, park etmiş arabalara, yaya olduğu halde çarpmak, hatta kucağında bebesiyle yokuştan kaymak suretiyle geçirdiği minik tefek kazaları hiç saymaya gerek bile duymadan çok yıllar evvel olan küçük kazadan da söz etmeden geçmeyelim. Yıllardan gençlik. Yaşlardan kavak yelleri. Bir yılbaşı gecesi, iş çıkışı iki arkadaş yolda hararetli bir tartışma içindedirler. Bu insanlardan en sakar olanı konuşmasına devam eder, eder, eder… Lakin birden ortalık çok karanlık olur. Sağına soluna bakar, kimseleri göremez. Sanki başka bir boyuta geçmiştir. Arkadaşı, kalabalık caddedeki cıvıl cıvıl insanlar yerini derin bir sessizliğe ve karanlığa bırakmıştır birden. Başını yukarıya kaldırdığında bir sürü insanın kendisine seslendiğini duyar. “Ben nerdeyim, siz kimsiniz” gibi sorular beynini kemirirken, arkadaşı yanına atlar. Sonra hatunu düştüğü çukurdan el birliğiyle çıkarırlar ve kahramanımız konuşmasına kaldığı yerden devam ederek yürüür, gider. (Konuşurken yüze zum yapalım, sonra görüntüden aniden kayboluşunu tekrar verelim uğurcuum)
İşte size geçmişinden kesitler verdiğimiz bu arkadaş arife günü, alışveriş yapmak için çıktığı yolda, tam da inşaatın orta yerinde, karşıdan karşıya geçmeye hazırlanırken, birden bire ne olduğunu anlamadan havada uçuşmuş (burayı ağır çekim oynatalım uğurcuum) sonrasında kendini yüz üstü yerde bulmuştur. Bu esnada sağ yanında bulunan küçük sıpasına dönmüş, sanki onun yerde yattığını, üzerinde demirler olduğunu ve ağladığını görmüş, ana yüreğinin tüm isyanı ve acısıyla “Oğuuuz, iyi misin oğlum” diye feryat etmiştir. Sonra sol yanına dönmüş ve sevgili delikanlı oğlusunun, üzerinden demirleri almakta olduğunu görüp “evladım kurtarıyo işte anasını” diye duygulanmıştır.
Ayağa kalktığında ise gördüklerine inanmak istememiştir. Belinin ve bacaklarının korkunç ağrısını, yüreğinde duyduğu acı bastırmıştır. Büyük danasının tam bir öküz kıvamında böğürerek güldüğünü fark etmiş, öteki küçük sıpasının da kendisiyle dalga geçmekte olduğunu, “Oğuuuz iyi misiiin” şeklinde taklit yaptığını hayret ve üzüntüyle anlamıştır. “Ahhh keşke oracıkta kalaydım da sizin bu namkör tavırlarınızı görmeyeydim” diye içinden geçirmiş, yine de acısını içine gömüp biricik yavrularına o kalabalık alışveriş ortamında bayram için bir şeyler almaktan vazgeçmemiştir. Sevgili kardeşciği ve onun biricik eşinin de topal topal yürümesi sırasında kendisine bıyık altından gülmesine bile göğüs germiş güçlü bir kadındır kahramanımız.
Dediğim gibi sayın okur; kahramanımızın vukuatları bitmez. Yeni bir ‘Bir Kadın Bin Sakarlık’ hikayesinde birlikte olana dek, şen kalın, esen kalın. Kendinize iyi davranın.
Tamam tamam böyle ciddi yazdım diye kasmayın. Gülmek serbest…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder