25 Şubat 2010 Perşembe

Dursunbey'de sahiden kim öldü?

Gelin ata binmiş ya nasip, ya kısmet demiş...

Hayatın sırrı atasözlerinde gizli, artık buna daha çok inanıyorum.



Haziran’da kendi evi olacaktı. Çocukluğundan beri kurduğu düşleri evine sahi kılacaktı. Yok öyle pembe panjur falan doldurmadı onun yüreğini. İşlediği kaneviçeleri, oyaladığı dantelleri serse sevdiğiyle nefes aldığı tahtadan eve, samanlık seyran olurdu. İğneyi her sapladığında kumaşa, sanki oyaladığı kaderiydi. Bazen dalıp giderdi hayalden gelecek yolculuğuna. Onu bir iş uyandırırdı tatlı düşünden. Düşerdi tarla yoluna, olmadı hayvan sağmaya.



Günler günleri kovaladı. Hayalden ev kuruldu önce. Gerçeğin tuğlalarını ise üst üste koymak zordu. Önce asker yolu bekledi. Sonra, düğün için gerekli olan paranın denkleştirilmesini. Şunun şurasında kavuşmaya ne kalmıştı! Bu bahar, gönül gözünü açacaktı. Lale, sümbül, menekşe hep birlikte yaşama haykıracaktı. Olmadı.



Kır düğününün çiçeği olacaktı.

Nihayetinde gelindi.

Düğünde olmadı, çiçek de açmadı.



Nişan yüzüğünün parıltısını kınası gölgeledi. Yaşmaklı kız gözyaşlarına boğuldu. Yüreğimize onun akıttığı yaşlar sahiden balyoz etkisi yaptı. Sevdiği delikanlı sanki aile geleneğiymiş gibi gitti madende can verdi. O bir başına kaldı.


Neye ağlayacağını şaşırdı genç kız. Koltuğun köşesine sıkıştırılmış poşetin içindeki yazma kenarlarına baktı kaldı. Gelin bohçasını hazırlıyordu Hazal. Eşyalar bile sahiplerinden daha uzun yaşıyor diye inledi. Dokunmaya kıyamadığı çeyizleri çula, çabuta dönüştü gözünde. Masalın esas oğlanı artık yoktu. Issız bir adada, kapısı olmayan bir taş kulübeye kapatılmıştı Hazal. Gecelerce düşlediği evi, mutluluğu üzerine yıkıldı bir anda. O madende Hazal’ında geleceği göçük altında kaldı. Nefes almak ne kadar anlamlıydı. Acıyan yer başka, acıkan yer başka deyip yemek yedirdiler, içirdiler. Ne fayda Hazal sadece sevdiğini düşündü. Geçen gün çocukları olduğunu düşünmüş, ona isim bile bulmuştu. Bunu hiç diyememişti. Diyemediği nice cümleleri geçirdi aklından Hazal. Sadece ağladı…



Peki Hazal’a ne olacaktı?



Anadolu’da pek çok kadının ortak kaderidir sevdiğiyle birlikte ölmek. Eski zaman tanrıları, öte dünyaya giderken yanlarında eşlerini de götürürlermiş ya işte bu coğrafya da kadınlar hala eşlerinin ardından gidiyorlar. Belki diri diri toprağa gömülmüyorlar ama yaşayan ölülere dönüşüyorlar. Anlayacağınız olan sadece ölene olmuyor.



Hemen paralar dağılmaya başladı değil mi? Canın ederi olur mu? Hazal’ın geleceğinin? Serkan toprağa karışırken hücre hücre, Hazal belki evlendirilir, belki de Serkan’ın evinde ömür doldurur. Kim bilir?



Bildiğim tek şey Anadolu’da sadece takvimler değişir, kaderler değişmez.




Görsel: Fotokritik





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder