22 Mart 2010 Pazartesi

CESUR YÜREK HAİN ZOMBİYE KARŞI


“Yaşayan Ölülerin Dirilişi” adlı kıytırık bir zombi filminin, tesadüfen, on dakikalık bölümünü seyretme gafletinde bulunduktan sonra, sahnelerin birinde siyah poşet gördüğü için iki yıl boyunca siyah poşet olan hiçbir odaya yalnız başına girememiş bir insan evladının, korku filmi seyretmeye karar vermesi neyin göstergesidir, sorarım size!..

Durun hele sayın okur, siz yorulmayın, ben söyleyeyim. Salaklığın daniskasıdır, zeka geriliğinin halk arasındaki adıdır, içsel şapşallığın dışavurumsal yansıldamasıdır, af buyurun b.ku kepçesiyle yemektir. Bu tespitleri yapmak kolay oldu sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. İniniz efenim aşağıdaki paragraflara. İniniz, ininiz, lütfen çekinmeyiniz.

O gün de, yorucu bir haftanın ardından gelen her hafta sonu olduğu gibi güzel bir gündü. Güneş, bir önceki gün parlatılmış camlardan içeriye tatlı tatlı gülücükler atıyor, baharın gelişini muştuluyordu. Mutlu yuvamızda kuşlar gibi cıvıldaşılan bir Pazar sabahı daha böylece başlamış, sonrasında kahvaltı faslıyla devam etmiş, sevgi pötürcüğü şeklinde dolaşılıyordu. İncegül gişisi sofrayı toplamakla uğraşırken, onun çekirdek çerez ailesi çoktan birlikte yapacakları bir etkinlik arayışı içerisine girmişlerdi bile.

Heyhat, buna hiç gerek yoktu. Evde kaotik bir muamma, bir sosyal deha, bir ortam insanı yaşıyordu ve yoksa onlar bunun farkında değiller miydi? O halde fark etmelerini sağlamak gerekti. Bendeniz ellerimi belime koydum, en ürkek, en esrik, en örselenmiş tavrımı takındım ve erkeklerimin şaşkın bakışları altında, pırıl pırıl, el değmemiş, harika bir fikir bırakıverdim orta yere. “Korku filmi seyredek la, hadi la, n’olur la!”

Ailenin aklı en başında, en sportif, en yağuşuklu ve aynı zamanda en namkör evlat klasmanında birinciliği kimselere kaptırmayan büyük oğlusu kibar bir şekilde bu teklifi reddetti. “Hayır anne, aslaaaa. Seninle korku filmi seyredeceeme, gider ıhlamurlar altındayı seyrederim daha iyi. Ya anne zehir edecen yine bilmiyom mu ben?” dedi ve jet hızıyla üstünü giyip dışarıya çıkmak suretiyle firar etti. Küçük sıpa Ozi kişiliksizi ise, “Derslerim var benim. Üüfff, çok çalışmam lazım anne çoook.” diyerek kendini odasına kapattı.

Koltukta kuzu kuzu oturmuş gazetesini okumakta olan koca kişisine gözüm ilişti. O ise gözlerini bana değdirmek şöyle dursun, gazetelerle yek vücut olmuş, hatta her hangi bir toprak parçası bulsa kafasını gömecek kıvamda saklanmaya çalışıyordu. Oysa o bilmiyor muydu ki; kafama koymuşsam, kurtuluşu yoktu. Şu anda İncegül’ün hava sahası içindeydi ve kaçış imkansızdı. Madem ki kaçınılmazdı, hiç değilse tadını çıkarsındı. Üstelik elimde tek kurban o kalmıştı ve yıllarca önce etrafa mutlu gülücükler dağıtıp o imzayı atarken düşünecekti bunları.

“Seni seçtim Pikaççuuu.” diye en şirin halimle çemkirdim. “Yapma.” dedi. “Yaparım.” dedim. “Eyvah Eyvah’a gidelim, istiyordun ya.” dedi. “I ıh. Boşa çırpınma, koş kollarıma.” dedim. “Gel vazgeç, seni istediğin yere götüreyim. Hatta bak alışverişe çıkalım, sana baharlık yeni ciciler alalım he?” diye ahlaksız teklifler bile yaptı. Yemedim.

Ne olursa olsun o filmi seyredecektik birlikte. Ben hafiften ürkecek, narin bir güvercin gibi sevdiceğimin göğsüne başımı yaslayacaktım. O elimi tutacak, “Korkma bitanem, ben yanındayım.” diyecekti. Harika, nefis, güzel ötesi, ormantik bir seans olacaktı. Bundan emindim. Lakin, koca kişisinin yüzünde, henüz film başlamadığı halde oluşan o hırpalanmış, örselenmiş, o kösnül, hayattan ürkmüş kanadı kırık serçe ifadesini anlayamamıştım ama neyseydi.

Sehpanın üzerini fındık, fıstıkla donattım. Meyve sularımızı, kahvelerimizi hazırladım. Artizim ya; perdeleri kapattım, “Makiniiist, hadi hazırız, başlat filmi.” diye şakalar bile yaptım.

İşte filmden ve bizden sahneler de aşağıda efenim. Buyurun buyurun, çekinmeyin. Bu seansa bilet almıyoruz.

- Sabahtan beri oğullarınla birlikte bana lolo yapıyonuz? Ne vardı bu kadar abartacak? Ne güzel film işte. Ooo bak gençler parti yapıyorlar dağın tepesinde. Bundan mı korkacam? Neymiş efendim, oğlanın gözünden kırmızı ışık çıkıyormuş. Ay ne korkunççç. Peehh… Hee şimdi ne oldu? Kız banyoya girdi. Dumanlar da çıkıyor. Aman çok korktum. Sıcak su buharı olamaz yani? Hıh…

- İncem, gülüm, canımın içi, bi sussan ya…

- Ay ne dedim ki ben şimdi? İyi, yorum da yapmayalım. Bu nasıl korku filmi beee? Hiç ürkünç diil bi kerem. (Kız gayet mayışmış vaziyette duşunu alırken, birden aynadan acayip bi mahluk fırlar) Oy anammmm… O ne beeee? Dakka bir gol bir. N’oluyooo? Şeytan mıymış çocuuuk? Ay kız kaldı cıscıbıldak banyoda.

- İnceee… Üstümden iner misin? Bi de tepiniyon kızım ya. Valla çürüttün he.

- Pardon canım ya. (İki genç, uçan bir arabanın içinde, tarifi imkansız bir yere gelirler. İçeride türlü çeşit yaratık cirit atmaktadır.) Bu ürkünç yer onların evi miymiş? Ay ileri sarsana burayı ya. Korktum ben.

- Kızım saçmalama. Daha on dakika bile olmadı başlayalı. Asıl korku ileride. Hem şu parmağımı da burup durmasana. Kıracan, elinde kalacak.

- Heee… Pardon hayatım. (İnce yerinden hoplar) Oyyyyy… Anaammm… Öldürdü lan kızı. Hani aşıktı bu buna. Iyyyykk… Kafasını da kopardı manyak. Amaniinnn içine mi girecekmiş, onun için numara mı yapıyomuşşşş…

- İnceeee… Şeytan o şeytan kızım. Saçlarımı yolmaktan vazgeç ya. Boynumu niye sıkıyon? Ya kapatayım bak. Yüzün gözün de bi tuhaf oldu senin.

- Yok yok iyiyim ben. Dur bir iki fındık atayım ağzıma, kendime geleyim. Heh şu kahveden de bi yudum aldım mı… (Tam bu sırada yaratıklar adamın birine hücum etmişlerdir. İncegül acayip tırsar.) Hörrrrrşşşşş…. öğğğğkkkkk!..

- Ya her tarafım kahve oldu ya. Ne biçim püskürttün öyle. Gözüme girdi İnce be. Yapma şunu ya.

- Özür dilerim canım ya. Ama baksana kan föşkürüyor adamın her yerinden. Midem kalktı. (Neyse ki az sakinlemiştir film. Böyle ağırdan müzik çalıyor ve kamera o ilginç mekanda geziyordur. Birden ve pööört diye olan olur.) Aaaaaaayyyy…. Bu nasıl duvardan çıkmak zönk diye yaaaa… Manyaaa bak be. Ödüm koptu. İnsan gibi kapıdan gelse olmuyo sanki.

- İnceee, saçmalama. O ruh ya hani, kapıyı tıklayıp ben geldim diyecek hali yok de mi? Sen benim omzumdan iner misin bu arada. Boynum kırt etti valla. Senin yüzünden ağrıyacak şimdi iki gün. Kapatalım bak istersen.

- Yok yok tamam söz. Bi daha üstüne tırmanmak, etlerini mincirmek, barnağını burmak, kafana oturmak yok. Efendi gibi koltuğumda oturup seyretçem, bak görürsün. (Ama bırakmıyorlardır ki. Bu sefer de yaratıklar sınıftaki çocuklara musallat olmuşlardır.) Ooooooffffff… Aaaayyyyyyy… İki dakka düzgün duramadı allaaan gerzek yaratıkları. Yok onu öldüriim, bunu kesiim, ötekinin içine giriim, aynalardan föşkiriim… Bu ne be?

- Kapatayım mı?

- (En ince, ince ince) Rica edeyim, mümkünse hayatım.

- Hiçbir şey demiyorum sana İnce.

- Deme.

- Kalk da şu ortalığı temizleyelim. Darma duman ettin, fındık, fıstık oldu halının üzeri, koltuğa da kahve püskürtmüşsün. Ayrıca sıkıştırmalarından da her yanım mosmor oldu. Süpürge, bez falan getir hadi.

- (Süt dökmüş kedi ince) Tamam hayatım. Sonra alışverişe gidelim mi?

- Hayır.

- (Hiç bu kadar zarif olmamış ince) Oldu canım. Peki tuvaletin kapısında bekler misin beni?

- Hayır. Altına et.

- (Hep böyle olması istenen ince) Peki canımın içi, ederim.

- Biiippp… biiipppp… biipppp… biiipppp… (Ayrıca da benim gibi zarif bir insana böyle şeyler söylemen hiç hoş diil koca kişisi. Şu olayın etkisi geçsin, nasılsa alırım hesabını. Ulen kaptırıp içmeseydim o kadar şeyi keşke. Sıkıştım bee!)

- Oziiiii… Oğlum, tuvaletin kapısında durur musun iki dakka.

- Üf anne yaaa… Yine mi?

Bir “alaca karanlıkta korkunun fındıklı çikolata tadı” kuşağının daha sonuna geldik dostlar. Şen kalın, esen kalın ve her bööö diyenden korkmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder