25 Eylül 2012 Salı

Bozkır'a Kim Türkü Söyler Artık

öksüz kalan
gelincik ve kengerlere
bozkır'a
kim artık türkü söyler bilinmez!

sevdiklerimi benden bir bir alan sarı yaz
gidenlerle gidilmiyor..


23 Eylül 2012 Pazar

SENSİN BAAĞYAN...


Dün akşam hiç tanımadığım bir erkeğe usulca sokulup "bi' sittir git be kardeşim. belanı benden bulma." dedim sayın okuyan.

Olay,  ismi lazım değil bir minibüs hattında geçiyordu. Lakin, bir toplu taşıma aracındaki insanlardan çok, konserve kutusuna sıkıştırılmış mısırlara benziyorduk. Herkeste bir şekil yamulması, bir şiraze kayması, bir şanzıman fren yamışması ki evlere şenlik. Üstelik bet beniz sapsarı...

Şöfer efendi, tel maşa reyben gözlüğünün sağ üst camından pörtlettiği gözlerini bize dikip sürekli, "arkalar boş hanımlar, ilerleyelim beyler, orta taraflarda halay çekilir arkadaşlar, lütfen birbirimize yardımcı olalım gardaşlar." diye gazel okudukça sinirler iyice yıpranıyordu. Zira, tüm şofer kişilerinin hayallerini süsleyen o boşluk, hakikaten yoktu. Ve bu hızla üremeye devam ettiğimiz sürece hiç olmayacaktı.

İnsanlar zaten sıcak ve gergin olan ortamda birbirine de gıcık olmaya başlamıştı. Hatta birazdan desteresini çıkarıp en yakınındakini dilimleyecek kıvama gelenler bile vardı. Ben, iki elimle bir boruya sıkı sıkı yapışmış ayakta ve hayatta kalma mücadelesi veriyorken, yanı başımda dikilmiş, bir yandan kulaklıktan dinlediği o iğrenç şarkıyı dışarıya böğürten, bir yandan da kitap okuyan, ayrıca öte yandan telefonuna gelen mesajlara cevap yazabilen ve hatta az sonra çantasından iki şiş, bir yumak çıkarıp örgü örebilecek kadar becerikli görünen genç hatuna da gıcık olmuştum.

Bu yolculuk insanını kulaklık kablosuyla boğup, elindeki telefonu ağzına tıkabilir, fotoğrafını da ibret-i alem için tüm toplu taşıma araçlarına dağıtabilirdim. Böyle derin ve ulvi düşünceler içerisindeydim.

İşte o sıra oldu ne olduysa. Aşağılardan, taa derinlerden gelen bir sesle irkildim. Bu sesi daha önce de çok defa duymuştum. Bildiğin öküz böğürtüsüyle, kapı gıcırtısı arası bi' şey. Belki de yakınlarda bir ayı kendi b.kuna basmış, homurdanıyordu. Olabilirdi bu. Hacmimin ancak yarısını sığdırabildiğim alanda, bi' gayret şöyle bir kıpraşmaya çalıştım önce. Fekat vicutu yerinden oynatabilmek ne mümkündü? Sadece gözlerimi sesin geldiği yöne doğru çevirebildim.

Tanıdık bir huzur aradım, ama bulamadım. Tam da sağ arka tarafımda oturan boğa; tüm duymazdan gelmelerime,  "minibüse  tövbe edecen nasılsa kızım, kimseye bulaşmadan atlat şu vartayı" çabalarıma aldırmadan, tekraren ve tekraren, hatta ısrar kıyamet bana sesleniyordu.

"Baağyaan, çantan omzuma çarpıyoo..."

Omzuna mı? Çantam mı? Çarpıyo mu? Baaağyaan mııı? Hööööyyyytttt!

Hikayenin bundan sonrasını sizin selametiniz, halkın sağlığı, kamuoyunun yararı için yayınlayamıyorum sayın okur. Siz ilk paragraftan anladınız onu.

Kendime dip sos: Arabasız kaldığında, kıy paraya, bin taksiye İnce kişisi. Kefenin cebi yok.

Ahaliye dip sos: Yolunuz, bahtınız açık olsun... Şanzımanınız, balatanız sağlam dursun efenim.

20 Eylül 2012 Perşembe

ARAMAYIN BENİ LEYN...




Bakmayın siz ahalinin "hayaaat sen ne çabuk harcadıııın beniii..." hönkürüşlerine sayın ve yılların eskitemediği okur kitlesi. Asıl bir hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen, elimize geçeni hemencecik çar çur eden, harcayan, bitiren biziz.

Bir zaman en değer verdiğimiz şeyleri bile, pavyona yanlışlıkla düşmüş ama namusundan asla ödün vermeyen Türk filmi asıl kızı misali, kullanılmış bir mendil, bir paçavraymışçasına, hiç acımadan fırlatıp atan bizleriz.

Biz köhnemeye yüz tutmuş insan kitlesi, belki de yaşamı elimize tutuşturan yanına bir de kullanma kılavuzu iliştirivereydi, böyle heba etmeyebilirdik en güzel yaşları. Yine de kıymet bilen bir neslin ahvadıydık biz. Elindekiyle mutlu olmasını bilen... Aza kanaat getiren... Ne ettiysek kendimize ettik o ayrı. Yine de böyle hovardaca yeyip bitirmedik her şeyi.

Merak içinde bekleştiğinizin, "bizim manyak İnce yine neye dellendi böyle?" diye birbirinize hal haber sorduğunuzun farkındayım. Anlatıciim efenim, az kıpraşmayın.

Daha dün canımız, ciğerimizdi ya, tapınıyorduk hep birlikte. Hani "almazsam ölürüm lan." ımızdı. Teknolocinin gelip gelebileceği son noktamızdı. Kuş konduracaktı. Suyu ısıtıp, "hadi canım gel de sırtını keseleyivereyim." diyecekti. Alarma falan ne hacet, çayı demleyip öperek uyandıracak, işimize, okulumuza uğurlayacaktı.

Daha dün biriciğimiz, baş tacımız olup bugün çöp muamelesi gören AYPON DÖRT ES'in şahsında, tüm çabucak sıkılıverdiklerimize, modelini hemencecik değiştirmek istediklerimizedir bu sinir harbi.

"Aypon beşi gördün mü ooolum. Fena bişii. Bi şekil yapıp almalıyım."
"Dört es mi? Hıh... O çoktan aut oldu kızııaam. Emerikadaki kuzin beşini getirecek bana."

Asgari ücretin yediyüzlerde olduğu bir memlekette, üçbin lirayı bir telefona vermek neyin nesi? Nedir bu? Doyumsuzluğumuz, hazımsızlığımızın sebebi midir; sonucu mu? Görgüsüzlüğümüz, açlığımızın nedeni midir; neticesi mi? Şımarıklığımız, ezilmişliğimizin göstergesi midir; ebesinin örekesi mi?

Haydin kendinize mukayyet sayın okuyan.

18 Eylül 2012 Salı

BİG BİG AMBRELLA

Tecrübe denen şey, g.te giren şemsiyelerin bileşkesiyle açıklanabiliyorsa eğer; biz oldukça tecrübeli güruhun en büyük korkusu o şemsiyelerin bir gün gelip tek tek açılabilme ihtimalidir sevgili ve pek muhterem okuyan.

Yine de iyimser bir bakış açısıyla incelersek hayatı, öyle "yaptım kabak dolmasını, çoluk çombalağımla yidim ağşamınan. aman ne mutluyum, pek huzurluyum, sevgi pötürcüğüyüm." kıvamında bir yaşam da sıkıcı olabilir değil mi? Dostundan darbe yiyeceksin, en sevdiğinden ihanet göreceksin, dibe vurup vurup yeniden dirileceksin ki; bi' atraksiyon, bi' fraksiyon, ne bileyim bi' mana olsun.

Hem ayrıca peşinde dolanan kutup ayılarından dolayı sürekli arkanı kollamaktan da vazgeçmeli bir süre sonra. "hööööyyyt! bi gidin len!" diye masaya yumruk vurmak da mümkün. "ne yapayım kaderim buymuş." deyip o ayıcıkları sofraya buyur etmek de. Yoksa ömrünce önünü göremezsin ey okur.

Garip değil mi? İnsanın değer verdiği şeyler sıralaması nasıl da değişiveriyor zamanla. Evvelden uğruna saç-baş yolduğun, kendini parçaladığın şeyler bir anda "si.ktir.et" şekline dönüşebiliyor. Sorgulamalar da bu minvalde başka yönlere kayıyor elbette.

İçimizdeki Polyannacık dip soslarla lezzetlendirmeye çalışsa da, yediğimiz darbeler çoğunlukla kekre ve hatta acı tatlar bırakır damağımızda. Bir daha hiçbir zaman o çocukluk hayalindeki kadar içten gülümseyemeyeceğini anladığın an ise, büyüdüğün andır. İşte o vakit dank eder ki;  bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Asıl acının sebebi de budur sanırım.

Yine de güçlü olmalı insan kısmısı. Daha ziyade kadın kısmısı mı demeliyim acaba? Malumunuz hatun milletinin insanlarının çilesi bitmez. Bitse de hayat arkadan mutlaka bir yenisini yetiştirir. Ömür yolunda elbet bundan sonra da  şemsiyeler olacaktır. Kaçılmazdır. Kaçınılmazdır. Lakin, umalım ki yeni tecrübelerimiz, şu havuz başlarında, yazlık mekanlarda, şezlongların, masaların tepesine kondurulan ve kocaman olanlarından olmasın.

Haydin siz bana uymayın. Mutlu ve pek umutlu kalın sayın okuyan.

KAKAOLU FINDIK EZİĞİ


Bu sabah yarım kavanoz nutellayı ince dilim kepek ekmeğimin üzerine boca ederken  fikrim geldi sayın okuyan.

Düşündüm. Normaldi bu. Ne de olsa insan, düşünen hayvandı. Neden İnce de düşünen öküz olmasındı? Neyse lafı fazla uzatmadan, millet galeyana gelmeden ben sadede geleyim.

Malum okullar açıldı, mini mini bebeler sınıfları doldurdu. Mini mini dediğime bakmayın siz. Lafın gelişi o. Maşallah hepsi zebellah yutmuş gibi yavrucakların. Her yerlerinde lömbür lömbür yağ öbecikleri. Oğlanların memeleri benimkilerden büyük, kızların ardından selodit dağları takip etmekte. Sanırsın, bayıla bayıla yedikleri o yağlı vıcık cipslerin, iğrenç hamburgerlerin, şarküteri dolu pizzaların hepsi isyan edecek, birazdan dışarıya fırlayıverip ortalığa dağılacak.

Bir dilim beyaz peynir, üç-beş zeytin, kokusu tüm sınıfı saran haşlak yumurta ve meyve olarak da elma ihtiva eden o beslenme çantalarının yerini, kantin tostlarının, patates kızartmalarının almasından mütevellit, bebelerimiz maalesef potansiyel kalp, şeker, tansiyon hastası. Ve maalesef çoğu  şişman.

Ispanağın yüzüne bakmayan, taze fasulyeye burun kıvıran, mis gibi kapuskaya "osuruk gibi kokuyo..." yorumu yapan  bir neslin geleceği nokta elbette bu olacaktı. Bunda şaşılacak bir şey yok. Beklenilen bir şeydi bu son.

Gelelim İnce gişisinin takıldığı, sabahın karga kahvaltı etmemiş saatinde fikir üretmesine neden olan asıl konuya:

Heyhat biz, markete gittiğinde, yağı azaltılmış vırt, şekeri bandırılmış zırt, gluteni sindirilmiş tırt  gibi bi ton zırvalığı  arabasına dolduran, peynirin, sütün, hatta etin laytını arayan, inekler gibi sade suya tirit otla beslenmek suretiyle, ince ve fiit kalmak uğruna çoklukla aç gezen, ve hatta açlıktan kimi zaman iş arkadaşını yemeyi bile aklından geçiren bir anne ırkıyız.

O halde en kıymetlimiz dediğimiz yavrularımıza bunu neden yapıyoruz?

Haydi sizin de nutellanız ve fikriniz bol olsun sayın okuyan...



3 Eylül 2012 Pazartesi

VAY HAYIN VAY

Geçenlerde fıysbokun şu sohbet zımbırtısını kurcalarken, yanlışlıkla onlayın oluvermişim.

"Vay efendim sen misin bizden habersiz sanal alemde çet çüt yapan?" diyerek üstüme saldıranların sayısı hiç de azımsanacak gibi değildi sayın okur. Yanlışlıkla oldu diyorum. Üzerini kalın kalın çiziktiriyorum. Zati bu zaman tüneli çıktı çıkalı iyice bi' b.ka sardı işler, ezelden kanıtlı teknoloci özürlü kimliğim daha bi' gelişti, semirdi, kendini aştı diyorum. Ama kime anlatıyorum?

Neyse efendim, bu "nerdesin, niye bi selam vermiyon." diye çemkiren öfkeli kalabalığın arasından sıyrılıp kendini öne atan arkadaşlardan biri bana öyle bişey sordu ki; içinden çıkamadım.

Anlattığına göre, çok sevdiği arkadaşlarından birinin eşi onu aldatıyormuş. Ve bu çemkirikli şahsiyet de olayı bir şekilde öğrenmiş. "Söyleyeyim de gitsin herifin ağzına s.çsın, sonra uygun bir yerinden ç.künü kessin, arkasından ikisini birbirine sarıp o duvar senin, bu duvar benim çarpsın mı? Yoksa söylemeyeyim de öyle kocam beni seviyooo, adamceyiz bizim için gece gündüz çalışıyoo, yazık onaaa... diye mal mal ortalıkta dolaşsın mı?" diye bana soruyor.

Önce Hööööyyyyyttt! diye kükredim. Sonra bu çok sevilen arkadaşın İncegül olma ihtimaline karşılık dümeni sakin sulara kırıverdim. "Ama arkadaşım, bence kadının bunu bilmeye hakkı var. Hem bazen bilmemek bilmekten daha fazla acıtır." gibi bi' şeyler zırvaladım. Bu esnada yamacımda kuzu gibi oturmuş, melül melül maç seyreden kocanın şaşkın bakışlarına aldırmadan etlerini burup azıcık canını yaktım.

Nedir ki bunun nedeni? Heyecan mı? Adrenalin mi? Gençleştiriyor mu insanı yasak ilişki?

Benim sinirler tepetaklak. Ama siz galeyana gelmeyin sayın okur.  Haydi şimdi olaysız dağılın.


2 Eylül 2012 Pazar

BURCUVADAN AT BENİ İN AŞAĞI AMELİYAT ET BENİ

Ey sevgili okur milletinin insanları...

Bendeniz İncegül gişisi, bir su perisi narinliğinde ve bir su aygırı gürültüsüyle horul horul uyuklamaktayken; bir taneniz de "Uyan kadın! Bloogırın şekli şemali kaydı, yokluğunda şanzımanı, freni dağıttı. Yetiişş!" diye dürtmediniz yahu. Aşkolsunuz valla.

Bu da nedir? Bloogırıma neler olmuştur böyle? Kendini içkiye, kumara mı vermiştir? Bensizliğin acısıyla mı böyle darma duman olmuştur? Bu nasıl bir vurdumyazmazlıktır? Bu nasıl bir ben yaptım olduculuktur? Aman allaamdır. Hemen olaya el konulmalıdır. Ve elbette konulacaktır.

Ramazan geçti, bayram bitti. Tatil yapmayan diğer İstanbul bekçisi ameleler gibi Dokturlar'dan yine, yeniden mezun olduk hayırlısıyla. Bir iki kalbe stent takacak , çeşit çeşit beyin damarındaki tıkanıklıkları açacak, iki üç apandisit ameliyatını da araya sıkıştıracak kıvama geldik çoktan.  Korkarım yakında birbirimizin böğrünü deşip böbrek, dalak... allah ne verdiyse artık alıverecez en cerrahından.

Hipersıkarımızın mayosundan, Nilşen kızımızın pörsüklerinden, aynı sıkıcı haberlerin, aynı sıkıcı sunucu tarafından periyodik olarak, bilumum saatlerde, mütemadiyen tekrar tekrar okunmasından, doksanlık koca adaylarından bir türlü elentürük alamayan seksenlik ninelerin dramından böğğk getirmiştim ki; nihayet tatil bitti ve iş hayatı yeniden başladı.

Ben memnuniyetsiz bir insan oldum kanımca. En kısa sürede piyangodan parayı bulup hayatımı değiştirivermeliyim. Sanırsın ki; Kasımpaşa'da doğmuş, Tophane'de büyümüş, halen Halkalı Toplu Konutlar'da ikamet etmekte olan, halk insanı, gariplerin ozanı Orhan Pambık abimizin iğrendiği "burcuva" takımına girmeliyim. Evet, evet... Yapmalıyım bunu.

Haydin kalın sağlıcakla...