23 Eylül 2012 Pazar

SENSİN BAAĞYAN...


Dün akşam hiç tanımadığım bir erkeğe usulca sokulup "bi' sittir git be kardeşim. belanı benden bulma." dedim sayın okuyan.

Olay,  ismi lazım değil bir minibüs hattında geçiyordu. Lakin, bir toplu taşıma aracındaki insanlardan çok, konserve kutusuna sıkıştırılmış mısırlara benziyorduk. Herkeste bir şekil yamulması, bir şiraze kayması, bir şanzıman fren yamışması ki evlere şenlik. Üstelik bet beniz sapsarı...

Şöfer efendi, tel maşa reyben gözlüğünün sağ üst camından pörtlettiği gözlerini bize dikip sürekli, "arkalar boş hanımlar, ilerleyelim beyler, orta taraflarda halay çekilir arkadaşlar, lütfen birbirimize yardımcı olalım gardaşlar." diye gazel okudukça sinirler iyice yıpranıyordu. Zira, tüm şofer kişilerinin hayallerini süsleyen o boşluk, hakikaten yoktu. Ve bu hızla üremeye devam ettiğimiz sürece hiç olmayacaktı.

İnsanlar zaten sıcak ve gergin olan ortamda birbirine de gıcık olmaya başlamıştı. Hatta birazdan desteresini çıkarıp en yakınındakini dilimleyecek kıvama gelenler bile vardı. Ben, iki elimle bir boruya sıkı sıkı yapışmış ayakta ve hayatta kalma mücadelesi veriyorken, yanı başımda dikilmiş, bir yandan kulaklıktan dinlediği o iğrenç şarkıyı dışarıya böğürten, bir yandan da kitap okuyan, ayrıca öte yandan telefonuna gelen mesajlara cevap yazabilen ve hatta az sonra çantasından iki şiş, bir yumak çıkarıp örgü örebilecek kadar becerikli görünen genç hatuna da gıcık olmuştum.

Bu yolculuk insanını kulaklık kablosuyla boğup, elindeki telefonu ağzına tıkabilir, fotoğrafını da ibret-i alem için tüm toplu taşıma araçlarına dağıtabilirdim. Böyle derin ve ulvi düşünceler içerisindeydim.

İşte o sıra oldu ne olduysa. Aşağılardan, taa derinlerden gelen bir sesle irkildim. Bu sesi daha önce de çok defa duymuştum. Bildiğin öküz böğürtüsüyle, kapı gıcırtısı arası bi' şey. Belki de yakınlarda bir ayı kendi b.kuna basmış, homurdanıyordu. Olabilirdi bu. Hacmimin ancak yarısını sığdırabildiğim alanda, bi' gayret şöyle bir kıpraşmaya çalıştım önce. Fekat vicutu yerinden oynatabilmek ne mümkündü? Sadece gözlerimi sesin geldiği yöne doğru çevirebildim.

Tanıdık bir huzur aradım, ama bulamadım. Tam da sağ arka tarafımda oturan boğa; tüm duymazdan gelmelerime,  "minibüse  tövbe edecen nasılsa kızım, kimseye bulaşmadan atlat şu vartayı" çabalarıma aldırmadan, tekraren ve tekraren, hatta ısrar kıyamet bana sesleniyordu.

"Baağyaan, çantan omzuma çarpıyoo..."

Omzuna mı? Çantam mı? Çarpıyo mu? Baaağyaan mııı? Hööööyyyytttt!

Hikayenin bundan sonrasını sizin selametiniz, halkın sağlığı, kamuoyunun yararı için yayınlayamıyorum sayın okur. Siz ilk paragraftan anladınız onu.

Kendime dip sos: Arabasız kaldığında, kıy paraya, bin taksiye İnce kişisi. Kefenin cebi yok.

Ahaliye dip sos: Yolunuz, bahtınız açık olsun... Şanzımanınız, balatanız sağlam dursun efenim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder