SOYU BATASICA URUSLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SOYU BATASICA URUSLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2012 Pazartesi

YOH BELE BİR DANS VE DE BELE BOHTAN ŞANS


Her gün ayna önlerinde “Aman da pek güzelim. Allaam beni nasıl böyle harika yaratmışsın. Şu kaş, şu göz, şu endam… Ben olsam, benim aşkımdan ölür, geberirdim.” demesem de; En azından doğru elbiseyi giyip, topuklularla boyu yükseltirsek, saça başa da biraz bakım yaparsak, fena da görünmem herhalde diye düşünürdüm sayın okuyan. Hatta çevredekilerin ara gazıyla, hoş hatun olduğum kanaatine kapıldığım zamanlar bile olmuştu. Yani her vasat yurdum kadını gibi kendi halimde takılıp gidiyordum. Ta ki onunla tanışana kadar…

Mari… Benim soyu batasıca ve elbette çatlak Urus arkadaşım. Urus’tan arkadaş mı olurmuş deme sayın okuyan. Ben yaptım oldu. Lakin o porselen gibi cildine, sarı saçına, yeşil gözüne, sülün gibi endamına, o kadar işin içinde bile bakımından ödün vermeyen tavrına sinir olmuyor muyum? Elbette kara kuru, ufacık tefecik, kendini hayata kaptırıp paspal paçoz gezen her normal! hatun gibi ben de onun ırksal özelliklerinden nefret ediyorum.

Bunlarla yiyeceksin, içeceksin, sohbet edeceksin eyvallah. Lakin, kapalı mekanda… Birlikte insan içine çıkmayacaksın. Yoksa başına geleceklere katlanacaksın. Kompleksin varsa da kesinlikle uzak duracaksın. Çünkü karılar, bildiğin doğal afet anacığım. Ben bunu nasılsa asosyal yapar eve kapatırım, sokağa adım atmayız diye dost edindiydim aslında ama, ne mümkün? Hatun bildiğin sosyal ortam insanı çıktı kardeşim.

Gün geçmez, hafta sekmez, Mari kişisi yeni bir etkinlik planı, yeni bir organizasyon, yepyeni bir kurs teklifiyle kapıma dayanır sayın okuyan. Gözlerine o delici bakışı yerleştirip “Yiinceeeee…” diye seslendi miydi; anlarım ki bu yine sosyalleşme peşinde. Bi gün gelir pilatese, yogaya gidelim,der. Bi başka gün “Yüzeliiiim..” diye tutturur.

-Ney kursa gideciz Yiiinceee.
-Ney ney ney???
-Ya gena itaraz yetme be.
-Kızım sen ney çalmanın ne zor bişey olduğunu biliyo musun? Biz ondan bi düt sesi çıkarana kadar, nerelerimizden ne sesler çıkar… Olmaz o iş. Unut. Git flüt, kaval, saksafon falan çal.
-O zıman oryentele gidecez.
-Benim için gerek yok bebeğim. Biz Türk kadınları doğuştan kıvrak hatunlarız. Kapı gıcırtısına oynarız. Ayrıca da sizin beliniz kalas gibi. Bence sen hiç bulaşma. Hürrem’i gördük işte. Neymiş güzel dans ediyomuş. Peeehhhh! Ulen ben oynasam orda, Sülüman Osmanlı’nın bütün topraklarını üzerime yapardı be! (Böyle de alırım bin yıllık kuyruk acısının intikamını.)
-Tımam Latin yapacız o zıman.
-Ha bak o olabilir. Ama eşli katılmak gerekmiyor mu o kurslara?
-İkimiz işte.
-Hadi be? Düğünlerde birbiriyle dans etmek zorunda kalan ezik kız modeli. Hayatta olmaz Mari. Unut onu.
-N’olüüüür… Yiinceeee… Davaaayyy…
-Ya şu boynunu büküp kedi yavrusu gibi bakma demiyo muyum ben sana. Kızım dayanamıyorum işte. Tamam be tamam. Haroşa.
-Pasiba caniim. Çok güsel olacık.

Bizim salsa, ça ça ça olayımız anlatılmaz yaşanır ya… Yine de anlatayım mı sayın okuyan? Haydi yaslanın arkanıza. Şöyle bir rahatlayın. Ve buyurun bir alt paragrafa.

Evi, gideceğimiz kursun yakınlarında olduğundan ve ben işten doğru gideceğim için, kıyafetleri ben ayarlarım dedi. İyi dedim. Senin kısa taytlardan, bir uzun tişört, (ki onun tüm tişörtleri bana uzun…) bir de spor ayakkabı getir diye de sıkı sıkı tembihledim.

Akşamınan iş çıkışı, başıma geleceklerden habersiz, mutlu mesut yollara düştüm. Madem ki kaçınılmazdı, tadını çıkarmalıydım değil mi?. Belki de geleceğin dans divası, sahnelerin aranan yıldızı ben olacaktım kim bilirdi?

Gittiğimde Mari çoktan hazırlanmaya başlamış, soyunma odasında mayosuyla arz-ı endam etmekteydi. Onu o halde görünce, g.tlü göbekli, boy fukarası diğer kursiyerlerle birlikte kendisinden topluca nefret ettik. O ise, yine o boynu bükük masum gülüşünü takınmış, elindeki poşeti bana uzatıyordu.

Açtım. Afalladım. Salaktım, daha da salaklaştım.

-Mari bunlar ne?
-Dans elbise…
-Kızım bunlarla mı girecez derse?
-Daaa…
-Daaaymış. Bu pullu boncuklu, kıpkırmızı elbiseyle insan içine çıkacağımı şahsına düşündürten şey neydi acaba?
-Haaa?
-Diyorum ki; Arcantin’in gece klüplerinden birinde tango gösterisi yapmayacaz kızım. Alt tarafı kıytırık bi dans kursu burası. Bunlar biraz abartılı olmamış mı? Ayrıca da ben bu ince topuklularla düz yolda yürürken kafayı gözü yararım. Nasıl dans edecem? Hayatta olmaz. B.k var gibi bugün de kumaş pantolon giymişim. O da olmaz. Ben eve gidiyorum. Ne halin varsa gör.
-Hadi Yinceeee… Bak çok yakişacık. Hepkes böyle giyecik zeten. Nolüüür…
-Allah belanı vermesin Mari. Soyun sopun batsın. Yüzünü sivilce, bacaklarını selodit bassın inşallah. Sayende bu yaştan sonra ele güne maskara olmak da varmış kaderde. Ya üf yaa… Bana bak Urus s.rtüğü, tamam giyecem bunları. Ama eğer düşüp çanağı çömleği kırar da hastanelik olursam, kendi kıyafetini de benimkini de değiştir tamam mı? Koca kişisi gecenin bi yarısı ikimizi bu kılıkta görürse, geri kalan kemiklerimi de kırıverir sevabına.
-Haroşa Yiincee…
-Haroşa diyo ya… Haroşa diyo bi de… Allaam sen sonumuzu hayır et.

Ders mi? Fena değildi. Birkaç figür kaptık. Çokça eğlendik.

Aslında herkes siyah giyinmeyeydi… Bir de hoca kişisi “Kırmızılı Arkadaşlar” aşağı, “Kırmızılı Arkadaşlar” yukarı demeyeydi, iyiydi.

Haydin bol etkinlikli, sosyal günler dilerim sayın okuyan. Yıldızınız parlasın.

17 Eylül 2010 Cuma

İNCEGÜL TATİLDE PART TUUU'YA BUYURUN


Nerde kalmıştık efenim. Heh işte biz yukarıya çıkıp yerleşmeye çalışırken bebeler durur mu? Durmaaaz!.. Bavulları orta yere bıraktıktan hemen sonra kendi odalarını terk edip kapımızı yumruklamak suretiyle, kibarca bizi dışarıya davet ettiler. Oysa ben, o odaya kendimi kapatıp kuşlarla muhabbet edecek, börtü-böcükle haşır neşir olacak, balkondaki yeşillikleri koruyup kollayacaktım. Üstelik koca kişisini de bunun bir tür meditasyon olduğuna, tatilimizi burada, bu odada hücre hapsi şeklinde geçirirsek, şehrimize döndüğümüzde dingin, huzurlu, arınmış ve nirvanalara ulaşmış bir ruh haliyle yaşamaya devam edeceğimize ikna edecektim. Heyhat sıpalarım bundan bihaber, dünyevi zevklerin peşine düşmüşler, “hadi anne yaaaa… havuza inelim artııkkk!” şeklinde çemkirmekte ve otel ahalisini ayağa kaldırmaktaydılar.

Neyse ki havuz başındaki şezlongların çoğu boş idi. En güzel konuşlanmışlarından birine kendimi besili bir camış zerafetiyle bırakıp, koca kişisine de hemen dibime çömmesi talimatını verdim. Kendisine, en zarif ve en kibar halimle, sağa sola bakması halinde gözlerini oymak, etlerini çimdirmek, kor halindeki mangal kömürünü sırtına bastırmak suretiyle yapacağım türlü işkenceleri hatırlatmayı da ihmal etmedim tabii.

O esnada bebelerim havuzda şen şakrak oynaşmaya, birbirlerinin saçına yapışıp suyun dibinde en fazla tutma yarışması yapmaya, merdivene sıkıştırıp boğmaca oyunları oynamaya başlamışlar ve mutluluğumuza mutluluk katmaktaydılar.

Ne olduysa işte o anda oldu. Önce şezlonglar birer birer doldu, sonra suyun o eşsiz dinginliği insan sesleriyle büyük bir karmaşaya dönüştü. Aman allaaam, işte uruslar sonunda gelmiş, topraklarımı işgal etmişti. Buna müsaade edemezdim, etmeyecektim, etmedim.

Bir insan ırkında, hiç mi kıl tüy olmaz idi? Ten dediğinde hiç mi pürüz bulunmaz idi? Yahu bunlar nasıl kadındı ki, bir gram yağ, bir kabukçuk selodit bulundurmuyorlardı bünyelerinde. Allaaam, neden, neden nedendiiii? Lakin, sadece hatun milletinin insanlarında değil, bunların erkek cinsi olanlarında da aynı durum söz konusu idi. Siz bakmayın “Ay onların kadınları güzel ama adamları bi b.ka yaramaz. ” diyen kıllı, kıpçıklı bizim hanzolara. Bebeler hakikaten güzeller, aç parantez, dünya ahret gardaşım olsunlar, kapa parantez. Ah bir de hepsinde bir slip giyme çılgınlığı olmasa idi… Gençlerinde fena durmuyordu da, Yüz yaşındaki Yuri Emmi’ye altına yapmış da temizlemeyi unutmuş görüntüsü veriyordu. Nitekim tiksinçtirici bir durum idi.

Neyse efenim, konumuzdan sapmayalım. Ne diyorduk; hatunlar güzel, e bikinileri de hap kadar olunca, haliyle insanın gözü kayar. “Şimdi bunun için adama da kendine de tatili zehir etmenin alemi yok.” dedim kendime.

Tamam kadın milletinin egosu en güzel, en akıllı, en şık, en sempatik kendisi olsun ister, kabul. Öyle olmasa da sevdiceği ona böyle hissettirsin ister. Lakin, sizin de bildiğiniz üzre henüz böyle bir erkek icat edilmedi dostlar. Kompleks yapmanın alemi yok. “Amaaaan, bırak ne hali varsa görsün, sen hayatın tadını çıkart kızım. Dönüşte seni zorlu bir yaşam savaşı bekliyor. Ne uğraşacan. Zamanında Baltacı tutaydı uçkurunu, bunlar zaten azmazlardı bu kadar.” dedim, yine kendime.

Komplekslerimi tuzlu suyun dibine gömdüm ve kendimin farkına vardım. Artık o kadar da güzel görünmüyorlardı gözüme. Peehhh…! Canım, ben de güzeldim. Bu sıska, bembeyaz, süs bebeklerini mi kıskanacaktım? Onları oldukları gibi kabullenmeye karar verdim. Hatta günler geçtikçe, dostluk çerçevesinde ve bildiğim bir iki Rusça kelime ekseninde muhabbetler bile geliştirdim hatunlarla.

Ben böyle olgun, kendinden emin, komplekssiz ve güvenli bir şekilde ortalıkta dolanırken koca kişisi ne mi yapıyordu? Elbette içeceklerine karıştırdığım ilaçlar sayesinde, günün büyük bir kısmını odada uyuyarak geçiriyordu.

Ne? Ne? Neee? Ne yani, bretim pitimi, savunmasız, biçare ganaryamı, gınalı guzumu, gurt sürüsünün içine mi bırakaydım? Yapmayın sayın hatun kişileri!.. Hangimiz bu kadan da güveniyor beyine bu devirde? Sorarım size. Hatta türküsü bile var. Eşşeği saldım çayıra, otlaya karnın doyura, gördüğü düşü hayıraaaaa, yoranında…

Şimdi gidiyorum. Meraklanmayın sayın okuyan. Çok yakında geri geleceğim. Çileniz dolmadı daha. Nihohahahaaaa…

16 Eylül 2010 Perşembe

YENİ SEZON PART BİİİRRR....


Gönül ister ki; yıl boyu, gün dağların ardına çekilene kadar kızgın kumlardan serin sulara atlansın, öğünlerle ilgili sıkıntı “bugün ne pişirsem” değil; “yemeğe giderken ne giyeyim” olsun, bütün gün yiyip içip malak gibi yayılınsın, gak deyince havyar, guk deyince şuşi servisi gümüş tepside gelsin.

Ama, heyhat, siz de bilirsiniz ki hayat böyle bir yer değil sayın okuyan.

Yaz bitti, tatil bitti, benim kabusum kış; sizin kabusunuz ince kişisi geri döndü. Vatana millete hayırlı olsun.

Bu yıl tatil organizasyonunu koca kişisi sponsorluğunda, zeka küpü, ortam insanı, organizasyon komitelerinin bir numaralı elebaşısı olan bendeniz gerçekleştirdim efendim. Dağların eteğinde, denizin kıyısında, doğa harikası, sevimli mi sevimli, sakin mi sakin bir tatil beldesinde kafa dinleyecek, şehrimin yapış kokuş nemine, tiksinç sıcağına inat, püfür püfür orman havasında serinleyecek, buz gibi sularda, bir göl kuğusu edasında çimecektim. Bir sevinç, bir coşku, bir neşe, hatta pür neşe hazırlıklar yaptım. Lakin, kara bahtım, kem talihim beni oralarda da rahat bırakmayacaktı elbette. Bunu bilecek kadar çok görmüş, çok geçirmiştim ya yine de umut etmekten geri durmayacaktım.

Ne midir, bu güzel tatil etkinliğinde beni bahtsız bedevi gibi çöllerde kutup ayılarının önüne düşüren. Anlatayım efendim. Buyurunuz bir alt paragrafa geçiniz.

Bendeniz ve benim çekirdek çerez ailem, en tatil kıyafetlerimizi, en yarım donlarımızı, en turist şapkalarımızı ve bitter gözlüklerimizi kuşanıp düştük yollara. Otel pek güzel, pek şirin, pek nezih görünüyordu. Sevindim. Zira, benim lüküs düşkünü, kalite aşığı kocam kişisi mızıkçılık edebilir, “nerde len bu otelin, suyu yirmi bir buçuk dereceye ayarlı cakuzisi, helalar altın kaplama değilmiş, hiç beğenmedim, aaa bu yatağın içinde zümrüt-ü anka kuşu tüyü olmalıydı” şeklinde sitemlerini dile getirebilirdi. Getirmedi. Beğendi. Lakin, oteli mi, yoksa içindekileri mi daha çok beğendi, işte onu tam algılayamadım.

Bir dakika yahu yazara çemkirip durmayın sayın okuyanım, anlatıyorum işte.

Daha resepsiyonda, daha misafirliğimiz çıkmadan bomba patladı. Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz, kendilerine mecburen, ne diyeceğimizi bilemediğimizden “hatun” dediğimiz yaratıklarla doluverdi bir anda. Benim koca kişisinin gözleri bi földürse de, yerinde müdahalem sayesinde kendine geldi. “Abooovvv” dedim. “Ben ne halt ettim?” dedim. “Kendi ellerimle, kendimi ateşe atıveedim a dostlaaa.” dedim. Ne desem fark etmeyecekti nasılsa. İstediğim kadar saçmalayabilirdim artık. Eşeğin istemediği ot önünde bitermiş böyle. “Le ben bu süt urus hatunların içinde ne b.k yiyecem şimdi” diye düşünerek odaya çıktım.

Evet sayın izleyici!.. İncegül bundan sonra ne yapacak? Sütlerin topunu tuzlayıp süt kesiğine mi çevirecek? Yoksa kaderine razı olup tatilin tadını mı çıkaracak? Azzz sonraaaa…

To be Contunie bebeeem. Şimdi şu işlerimi bi toparlayayım. Çok bi kısa sürede görüşeceğiz yine.