7 Mayıs 2008 Çarşamba

İSTER TANIRIM İSTER TANIMAM


Sevgili can kuşu Tabiat Ana beni sobelediğinden beri düşünmekteyim. Hangi çılgın hatunlar bu bünyeyi etkilemiş, kimler kanıma girmiş olabilir diye. Zira normal, standart, öyle hanım olayım, etliye, sütlüye karışmayayım, amaaaan dünya yansın, yeter ki benim bir kalbur samanım sağlam kalsın derdinde, haydi benim güzel sürüm, sen nereye ben oraya rahatlığında bir kadın kişisi olamadım hayatımın hiçbir evresinde. İstemedim mi? İstedim. Bazen bünye ihtiyaç duymuyor mu rahat bir nefes almaya? Duyuyor elbet. Ayrık otu kıvamında bir tatla yaşamak da zor iştir vesselam.

İlkokulda çekilmiş şu toplu katliam resimlerinin hepsinde ilk bakışta ‘ahan da bizim deli’ diye teşhis edilebilecek bir farklılık yaratmışımdır mesela. Bunu bilinçli yaptığımı düşünmüyorum. Siz de düşünmeyiniz. Yaratılış böyle ne edersin! Benim normalim de bu olduğundan, birisi çıkıp ‘sen niye böyle yapmışsın, bak burada herkes böyle, sen şöylesin’ demeden, o farkı fark etmem bile ben!

‘Mükemmel, harika, süper ve de hiper biriyimdir’ desem yalan olur. Zaafları, zayıflıkları, hüzünleri, mutluluklarıyla bir insanım sonuçta. Ama evet, renkli bir insanım. Hemen her yerde varlığımı fark ettiririm. Ya ayağım takılır, yüzüstü kapaklanmaktan son anda kurtarırım, ya da mutlaka bir şeyler deviririm. Böylece herkes bana bakar gayri ihtiyari! Geçenlerde koskoca yolda, park etmiş bir arabaya tosladım mesela. Ama bu kötü bir şey değil ki, düşünsenize ‘ya araba bana toslasaydı’!

Kendinden bahsetmek pek bela bir iştir, bilirsiniz. Bu belayı başıma sarmak istemem. Lakin nasıl bir hatun olduğumu bilmeden, kimden etkilenmiş olabileceğim konusunda fikir de yürütemedim.

Sonra düşündüm tekrar. -Düşünmek iyi bir şeymiş, bunu da anlamış oldum böylece- Düşündüm ve buldum sonunda; beni etkileyen ilk hatun kişisi, şu sıralar yüz yaşını aşmış olan haminnemdi.Dünyaya sayesinde el sallayabildiğim, hatta yaşama ilk ‘al sana’ yaptıran kadın. Sonraki çalımları kendi çabamla atmış olsam da, bunu bana ilk öğreten kadın.

Haminnem öyle bir hatundur ki, anlatmakla anlaşılmaz. Yaşayan bir tarihtir ilk başta. Kıtlık zamanlarını, savaşı, acıları ve eskinin güzelliğini en iyi anlatan, bir çeşit ansiklopedi gibi… Bu yaşanmışlıklar gün yanığı yüzüne çizgiler halinde dönülmez yollar çizmiş, yeşil gözleri geçmişi en dibinde saklayan bir deniz gibi derindir. Dilinden damlayan bal, gülümsemese bile –ki çok gülmez- iki dakikada bağlar kendine insanı. Ardına yüz küsur yılı almış, hala dimdik yürüyen bir koca çınar…

Alem kadındır bir de. İnatçıdır... Karadeniz'in ekmeğinden tadan her fani gibi. Tazecik bir anı nakledeyim efendim:

Geçtiğimiz yaz köye gittiklerinde, anneme biraz kızmış. Niyesini bilmem ben. O öyle dellenir arada. Kimse de ağzını açıp tek laf edemez. İşte bir şeyden takmış hatun bizim Sultan’a. Annem gitmiş-gelmiş yanına ama bizimki hiç oralı değil.

Sonunda dönme vakti gelmiş ve ‘veda’ya gitmişler babamla birlikte. Haminnem, babama öyle bir sarılma sarılmış ki, akıllara zarar. ‘Evlaatt, ahh oğuull’ diye de iyice bir şefkat göstermiş. Sonra karşısında oturan annemi gösterip, ‘ha bu kız kim’ diye sormuş. Arada hafızası gidip geliyor elbet yaşı itibarıyla, ama bunun o anlardan biri olmadığı babama gösterilen sevgiden belliymiş. Ortamdakiler –çaktırmadan- kıkırdayarak yine, yeniden tanıtmışlar adaşı olan annemi bizim koca çınara.

‘Elinde büyüdüm N.Ana, bebeliğimden beri bilmez misin beni sen, niye tanımıyosun ki şimdi’ diye yakarsa da N.Sultan, bizimki inadından vazgeçmiyormuş bir türlü. Sonunda konu kapanıp, yenileri açılmış, sohbet farklı mecralara taşınmış, aile güle kaynaşa veda yemeğini yemeye başlamış.

Neden sonra benim tarih kokulum, gül yanaklım anneme dönüp, ‘Şimdi sen böyle karşımda oturuyosun, sırıtıyosun ya N.Sultan(!), zannediyo musun ki ben seni tanıyacam. Ben yüz sene daha yaşasam, sen de yüz sene karşımda otursan böyle, yine tanımam ben seni’ deyivermiş.

N.Ana, tıpkı şiirlerden, romanlardan okuduğumuz kadınlar gibidir. Elif Analar gibi bir anadır. O, benim gibi, annem gibi daha nicelerinin de anasıdır. Görmüş, geçirmiş yüreğinde eminim bir çok sır saklıdır. Karadeniz gibi bir hırçın, bir sakin, Karadeniz gibi belirsizdir. Birçoğumuzun sözlerle yapamadığını, o bir tek bakışıyla yapar. Öyle bir bakış atar ki, buyurgan ama şefkatli, mağrur ama sevecen, sert ama ışıl ışıl… Öyle bir bakış atar ki, sen onun ne demek istediğini hemen anlarsın.

Sanki etrafında bir ışık vardır. Ve çevredeki herkes de pervaneler gibi bu ışıktan etkilenir. İnsanlar saygı dolu bir sevgiyle bakarlar ona. Yaşı değildir onu saygın yapan. O başkadır. O kadar başkadır ki, tarif edilemeyecek kadar…

İşte sonunda karar verdim; hayatımda beni en çok –belki de tek- etkileyen kadındır o. Bu asla ihtiyarlamayan yaşlı kadın, niceleri gibi beni de hayatla tanıştırdığı için mi, yoksa onun bu inanılmaz, tanımlanmaz muhteşem karizması mı buna sebeptir bilmiyorum. Bildiğim tek şey var; bu yaz yanına gidip, o pınarın doyumsuz suyundan kana kana içmek istiyorum. Çok geç olmadan…

Bu da Parantez İçi: İlla isim isterseniz diğer iki kadın için; Zamanın şartlarını zorlamış olan Halide Edip ve İstiklal Yolu’ndan cepheye mermi taşırken, ıslanmasın diye yavrusunun örtüsünü alıp mermiye saran Elif Ana derim ve bu konuda Çok Sevgili Civcikimin ve Elçincikim gelin görümcelerinin yazacaklarını merak ettiğimi belirtirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder