Ünlü bir fotoğraf sanatkârı, yine kendisi gibi ünlü olan şahısların bebelerinin fotoğraflarını çekip sergiliyor ya… Bu çekimler esnasında kendisinin gözlemleri de olmuş yeni nesil annelerle ilgili. Örneğin havuza yüz üstü kapaklanan minicik yavrusunu gayet sakin bir şekilde oradan alıp, çekimlere hiçbir şey olmamış gibi devam ettiren, yerlerde sürüklenen emziğini yıkamadan ağzına sokan bebesine gülümseyerek bakan, düşen çocuğunu yerden kaldırmak yerine oradan uzaklaşan hatunlar için sanatkârımızın yorumu; “Yeni nesil anneler harika, son derece kuul ve soğuk kanlılar. Sevinçle gördüm ki, eski pipirik, titiz anneler bir bir yok oluyor” şeklinde oldu.
Kendisine “naaaaa yok oluyoruz, dünya var oldukça biz olacağız, bu gün anne, yarın anane, babaanne olarak karşınıza çıkıcaz” demek istedim, ama o kadar şok olmuştum ki, hiçbir şey diyemedim.
Ağzım bir karış açık, hayret ve de dehşet içerisinde seyrettim kendisini. O yavrucak, havuza düşmüş, bi sarılmak, bi teskin edilmek istemez mi? Öteki, pisliğin içinden aldığı emziğinin üzerine konuşlanmış hain mikroplarla hastalanmaz mı? Düşen yavrunun bir yerinde yara bere var ise, merhem sürülmek istemez mi? Kuulmuş… Biz halk arasında kendilerini tasvir ederken, kuul yerine ‘rahat, geniş, pasaklı, karı kıtlığında karı olmuş, dünya yansa bi kalbur samanı yanmaz, dünyayı su basmış, ördeğin umuru olmamış, bunlar da ana olacak da biz görecez’ şeklinde sözler kullanırız. Daha eski hatunlar olsa, başka şeyler de söylerdi ama, BZÜK (blog zortlatma üst kurumu) kapatmasın diye yazmıyorum.
Hani neredeyse, b.kun içine batmış bebelerini “amaaan altını da kendisi değiştiriversin” rahatlığında bırakacak bunlar be.
Bazen doğrusu hangisi diye düşünmüyor da değilim aslında. Biz mi fazla pipiriklendik acep. Oyuncaklarını her gün kaynatmak, halıları gün aşırı çamaşır suyuyla silmek suretiyle renklerinin canına okumak, iç çamaşırları başta olmak üzere tüm giysilerini ütülemek gibi ayrıntılar manyakça gelmiyor değil düşününce, ama biz böyleydik ve bir bebemiz daha olsa, yine böyle olacağımızı adım gibi biliyorum.
Bu zamane bebelerinin bir başka sıkıntısı da, bu kadar rahat bırakılmanın, özgür yetiştirilme çabalarının yanı sıra, o kurs senin, bu etkinlik benim gezdirilip durmasıdır. Eee nerde kaldı ayağı toprağa değen, özgürlüğün tadını çıkaran çocuklar? Entelektüel birikim iyi bir şeydir elbette. Lakin üç yaşındaki bir bebeye, romantik müzik eşliğinde, iki adet bildiğimiz kek fırınının görüntülerinin üst üste bindirilmesini kırk sekiz bin dokuz yüz kere seyrettirmenin ona ne gibi bir faydası olacağını benim yarım aklım almıyor. Hele ki, bebe başına doksan iki kurs düşen güzel memleketimde, bu yavrucaklar hangi aralıkta oyun oynuyorlar, hangi aralıkta top peşinde koşturuyorlar onu hiç bilemiyorum.
Ben çocukluğun bir oyun alanı olduğuna inanırım. Eğer yapılan faaliyetten, gidilen kurstan zevk alınmıyorsa, çocuk onu bir görev olarak yapıyorsa, vay onun en güzel yıllarına, vay ki ne vay çocukluk anılarına.
Şimdi ben bunları anlattım ya, “bu kadın da ne cahil he, bi halttan anlamıyo, bak çocuklarını da kendi gibi boş boş yetiştiriyo” şekli yapılabilir. Yanılmayın ey okur! Ben de yavrularımı kurslara gönderiyorum. Ama benim çocuklarım “Anneeee… ben şu kursa gitmek istiyorum” diye taleple gelirlerse. Ben etkinlik araştırıp, soruyorum; “bak çoocuuum, çok güzel bi kültür şeysi varmış, katılmak ister misiniz” diye. Büyük ve küt olanı “uğraşamam öyle entel, dantel işlerle, spora gidicem” diyor, saygı duyuyorum. Küçük ve de romantik olanı “anne n’oolur gidelim” deyip, hemen hazırlanmaya başlıyor, ona da saygı duyuyorum.
Özellikle bu sıra İstanbul Moderen’e dadanmış durumdayız. Çocuklar yaşıtlarıyla bir arada olup, tasarımlar yapıyor ve en önemlisi güzel vakit geçiriyorlar. En son gittiğimizde maalesef randevu alan arkadaşın bir anlık dalgınlığı yüzünden gruba katılamadık. Olabilir, insanlık hali. Ama benim yavru ve kız arkadaşı, koca sınıfta baş başa pek eğlendiler, pek güzel şeyler yaptılar. Yani etkinlik kapattı benim romantik prensim. Biz de o arada müzeyi gezdik. Henüz gezmemiş olan varsa, tavsiye olunur. Güzeldi. Klozet bile vardı. İsteyene sanal müzesi de var.
He ne diyordum ben? Anne olmak zor iştir. Hem amele, hem kakılmış, hem de iyi anne olmak daha da zor iştir. Öyle kuul muul yemez yani. Dedim gitti…
Kendisine “naaaaa yok oluyoruz, dünya var oldukça biz olacağız, bu gün anne, yarın anane, babaanne olarak karşınıza çıkıcaz” demek istedim, ama o kadar şok olmuştum ki, hiçbir şey diyemedim.
Ağzım bir karış açık, hayret ve de dehşet içerisinde seyrettim kendisini. O yavrucak, havuza düşmüş, bi sarılmak, bi teskin edilmek istemez mi? Öteki, pisliğin içinden aldığı emziğinin üzerine konuşlanmış hain mikroplarla hastalanmaz mı? Düşen yavrunun bir yerinde yara bere var ise, merhem sürülmek istemez mi? Kuulmuş… Biz halk arasında kendilerini tasvir ederken, kuul yerine ‘rahat, geniş, pasaklı, karı kıtlığında karı olmuş, dünya yansa bi kalbur samanı yanmaz, dünyayı su basmış, ördeğin umuru olmamış, bunlar da ana olacak da biz görecez’ şeklinde sözler kullanırız. Daha eski hatunlar olsa, başka şeyler de söylerdi ama, BZÜK (blog zortlatma üst kurumu) kapatmasın diye yazmıyorum.
Hani neredeyse, b.kun içine batmış bebelerini “amaaan altını da kendisi değiştiriversin” rahatlığında bırakacak bunlar be.
Bazen doğrusu hangisi diye düşünmüyor da değilim aslında. Biz mi fazla pipiriklendik acep. Oyuncaklarını her gün kaynatmak, halıları gün aşırı çamaşır suyuyla silmek suretiyle renklerinin canına okumak, iç çamaşırları başta olmak üzere tüm giysilerini ütülemek gibi ayrıntılar manyakça gelmiyor değil düşününce, ama biz böyleydik ve bir bebemiz daha olsa, yine böyle olacağımızı adım gibi biliyorum.
Bu zamane bebelerinin bir başka sıkıntısı da, bu kadar rahat bırakılmanın, özgür yetiştirilme çabalarının yanı sıra, o kurs senin, bu etkinlik benim gezdirilip durmasıdır. Eee nerde kaldı ayağı toprağa değen, özgürlüğün tadını çıkaran çocuklar? Entelektüel birikim iyi bir şeydir elbette. Lakin üç yaşındaki bir bebeye, romantik müzik eşliğinde, iki adet bildiğimiz kek fırınının görüntülerinin üst üste bindirilmesini kırk sekiz bin dokuz yüz kere seyrettirmenin ona ne gibi bir faydası olacağını benim yarım aklım almıyor. Hele ki, bebe başına doksan iki kurs düşen güzel memleketimde, bu yavrucaklar hangi aralıkta oyun oynuyorlar, hangi aralıkta top peşinde koşturuyorlar onu hiç bilemiyorum.
Ben çocukluğun bir oyun alanı olduğuna inanırım. Eğer yapılan faaliyetten, gidilen kurstan zevk alınmıyorsa, çocuk onu bir görev olarak yapıyorsa, vay onun en güzel yıllarına, vay ki ne vay çocukluk anılarına.
Şimdi ben bunları anlattım ya, “bu kadın da ne cahil he, bi halttan anlamıyo, bak çocuklarını da kendi gibi boş boş yetiştiriyo” şekli yapılabilir. Yanılmayın ey okur! Ben de yavrularımı kurslara gönderiyorum. Ama benim çocuklarım “Anneeee… ben şu kursa gitmek istiyorum” diye taleple gelirlerse. Ben etkinlik araştırıp, soruyorum; “bak çoocuuum, çok güzel bi kültür şeysi varmış, katılmak ister misiniz” diye. Büyük ve küt olanı “uğraşamam öyle entel, dantel işlerle, spora gidicem” diyor, saygı duyuyorum. Küçük ve de romantik olanı “anne n’oolur gidelim” deyip, hemen hazırlanmaya başlıyor, ona da saygı duyuyorum.
Özellikle bu sıra İstanbul Moderen’e dadanmış durumdayız. Çocuklar yaşıtlarıyla bir arada olup, tasarımlar yapıyor ve en önemlisi güzel vakit geçiriyorlar. En son gittiğimizde maalesef randevu alan arkadaşın bir anlık dalgınlığı yüzünden gruba katılamadık. Olabilir, insanlık hali. Ama benim yavru ve kız arkadaşı, koca sınıfta baş başa pek eğlendiler, pek güzel şeyler yaptılar. Yani etkinlik kapattı benim romantik prensim. Biz de o arada müzeyi gezdik. Henüz gezmemiş olan varsa, tavsiye olunur. Güzeldi. Klozet bile vardı. İsteyene sanal müzesi de var.
He ne diyordum ben? Anne olmak zor iştir. Hem amele, hem kakılmış, hem de iyi anne olmak daha da zor iştir. Öyle kuul muul yemez yani. Dedim gitti…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder