Benim ormantik prensim, E.da Daşşşpınar kıvamında döndü eve. "Leyyyn sen de kimsin, ne ettin benim oğluma" dedim kendisine. Nerede benim pamuk şekeri yanaklı yavrum, nerede bu kara marsık? Hayır, ırkçı falan değilim elbette. Lakin Cuma Pazarı'nda "Aykşeeem bazarii, yetisen aliyööö" şeklinde çığırarak takı, saat falan satan Niceriyalı gençlere dönmüş bu bebe. Bi' tek mayonun kapattığı bölge bembeyaz kalmış. Maymun po.posu gibi!
"Tatilin nasıl geçti yavrum" dememizi bekliyormuş yavru, başladı anlatmaya:
Anneee... sabah kahvaltıda makarna vardı biliyon mu? Dingilizler kahvaltıda makarna yiyomuş.
Anneee... ben çok iyi yüzüyorum artık. Çocuk olimpiyatlarına katılcam.
Anneee... böyle merdivenleri çıkıyon, sağa dönüyon taam mı, bizim oda orası işte. Odamızın yanında da fışkiyeler var.
Anneee... Dingilizlerle kavga ettik biz he...
(Höööö! Ahan da yeni bir diplomatik kriz sebebi. E oğlum, baban düzelttiydi aramızı ne güzel, sen yine bozdun. Bu günlerde Dingiliz büyük elçiliği ve gizli servis kapımıza dayanırsa hiç şaşırmam.) Oğlum ne istediniz elin garibanlarından? Hem meşhur Türk konukseverliği nerde kaldı? Onlar ülkemizde misafirler çocuum. Sterlin bırakacaklar giderkene. Turizm gelişecek, ekonomi düzelecek...
Misafirlerse, misafirliklerini bilsinler anne! Bizim şezlonglardan havlularımızı, eşyalarımızı atıp kendileri oturmuşlar. (Yuhhh) Biz de sinirlendik haliyle. ( E haliyle) Kalkın dedik, kalkmadılar. Gidin başka tarafa oturun dediler. Biz de oturmadık, onları oturttuk. (Anladım)
Sonra ertesi gün, biz Ezo'yla kaydıraklarda oynarken, bunların çocukları gelip üzerimize sandalye fırlattılar.
(Oohaaa) Lan bu Dingiliz veletleri hani pek bi kibar, pek bi görgülü olmuyorlar mıydı? Hatta bizim sonradan görme zengin tayfası, kendi bebelerini bunların dadılarına teslim etmiyorlar mıydılar? Dünyanın en efendi, en soğuk kanlı milleti değil mi bu Dingiliz halkı? Biz mi yanlış öğretildik yıllardır yoksa?
Saraydan gelen asaletleri, çay fincanını iki barnağıyla, muhteşem bir zerafetle tutuşları... Hele o baş hatunlarının ülkemizi ziyareti esnasındaki baştan ayağa protokol havaları nerde kaldı len? Sandalye falan fırlatmaz oolum bunlar adama. Onlar size " yorulmuşsunuzdur, alın da oturun Türk dostlarımız" demek istemişlerdir. E yabancı diliniz yok ya, bunu vücut diliyle, bir şekil pandomim yaparak anlatmışlardır yavrum.
Yok anne ya... Bildiğin fırlattı işte salaklar. (Ne ayıp) Nerdeyse kafamıza geliyodu. (Bizim kafamız
kalındır be, bi'şeycik olmazdı kanımca)
Eeee siz ne yaptınız peki? (Cevabı duymaktan korkuyorum)
Ne yapıcaz anne? Ezo, kız olanın saçını çekti, ben de oğlana kodum tekmeyi, uçtu taaa nereye kadar. Bi daha da bize bulaşmadılar.
(Yok yok, Dingiliz gizli servisi, şu anda yana yana benim oğlanla, Ezo'yu arıyo. İltica mı etsek ki? Ezo, bizim gelin adayı bu arada. Bu kız da pek cevvalmiş yahu. Bu ikisi, dünyaya meydan okurlar alimallah)
Yavrum, evladım, şiddet kötü bi'şeydir. Hem Dingiltere ile aramızdaki köprüleri yıkmayaydınız yahu! Biraz alttan alaydınız ya! Sizin yüzünüzden AB'ye de giremiycez maazallah. Ne güzel de müzakere süreci başladıydı. Yüz, bilemedin iki yüz seneye kalmaz alırlardı bizi aralarına.
Ah çocuklar! Azıcık yalakalansaydınız, "biz ettik siz etmeyin, bak biz dost ülkeyiz, sizi de çok seviyoz, biz tarihi, yaşananları hepten unuttuk, siz de bizim bu küçük densizliğimizi unutun" deseydiniz, "bakın biz de sizden biri olduk, 'biz' aslında 'siz' olduk" diye şirinlik yapsaydınız ya!
Azıcık büyüklerinizden ders alsaydınız n'olurduuuu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder