17 Kasım 2014 Pazartesi

Osmanlı fikir akımları, öncüleri ve batılalaşma süreci




OSMANLI SON DÖNEM FİKİR AKIMLARI VE ÖNCÜLERİ BATILALAŞMA SÜRECİ



Osmanlı Fikir Akımları

Osmanlı Devletinde meydana gelen fikir akımları ise Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık ve Ademi Merkeziyetçilik başlıkları altında toplanabilmektedir.


OSMANLICILIK NEDİR?

Osmanlı Devleti’nin kurtarılabilmesi için meşruti bir sistemin kurulması ve bütün halkın bir düşüncede toplanmasının gerekmekte olduğu fikri ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’ni oluşturan bütün milletlerin din, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin adalet, hoşgörü, özgürlük ve eşitlik ilkeleri içinde birbirleriyle kaynaştırılmasını hedefleyen fikir akımına Osmanlıcılık adı verilmiştir.

Osmanlıcılık akımı Genç Osmanlılar Cemiyeti tarafından ortaya çıkarılmış bir fikir akımıdır. Genç Osmanlılar Cemiyeti meşrutiyetin ilanını sağlamak için Abdülaziz’in ikna edilmesi gerektiğini savunmuş ve bu fikir doğrultusunda yoğun çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Genç Osmanlılar Cemiyeti'nin çalışmaları duyulunca bazı bu cemiyetin bazı üyeleri tutuklanmıştır. Diğerleri ise yurt dışına kaçabilmeyi başarmışlardır.

Genç Osmanlılar cemiyeti genellikle Babı Ali’nin politikasını eleştirmeye yönelmiştir. Sistemli ve devamlı çalışmalar gösterilmemiş olmasına rağmen mevcut politikaların eleştirilmeye başlanması, yüzyıllar boyunca yapılan her muameleye boyun eğen Türk Halkının uyanış sürecine girdiğinin bir göstergesi olarak nitelendirilmiştir.

Kısaca Osmanlıcılık akımı sayesinde;

1. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat ve Islahat Fermanlarının yapılması sağlanmıştır.

2. Meşruti yönetime geçilerek dini ve etnik kimliğe bakılmaksızın bütün Osmanlı vatandaşlarına yönetimde temsil hakkı tanınması sağlanmıştır.

Ancak milliyetçilik düşüncesinin güçlenmeye başlaması, Osmanlı yönetiminde yaşayan azınlıkların ısrarla bağımsız olmak istemeleri ve Avrupalı devletlerin azınlıkları koruma ve kışkırtma çalışmaları Osmanlıcılık fikir akımını zayıflatmıştır.


İSLAMCILIK NEDİR?

Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden güçlenmesi ve eski haline gelmesi için Genç Osmanlıların meşrutiyete dayanan Osmanlıcılık sistemini kabul etmesine karşılık, II. Abdülhamit istibdada dayanan İslamcılık sistemiyle bu güce kavuşulabileceğini düşünmüş ve bu fikir akımının yaygınlaşması için çalışmalarda bulunmuştur.

Kısaca İslamcılık; hangi milletten olursa olsun bütün Müslümanların halife etrafında birleşmesini hedef alan bir düşünce akımıdır.

İslamcılık düşüncesinin ortaya çıkış nedenleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki ilişkilerde bozulmalar görülmeye başlamıştır.

2. Müslüman ülkelerin Avrupalı Devletlerin sömürgesi haline gelmeye başlaması İslam Devletleri tarafından hoş karşılanmamaya başlamıştır.

3. Hristiyan ülkelerin İslam coğrafyasında başlattıkları sömürgecilik faaliyetleri İslam bilginlerinin, İslam birliğini sağlama konusunda propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Yapılan sömürgecilik faaliyetleri İslamcılık düşüncesinin benimsenmesini kolaylaştırmıştır.

4. Mebusan Meclisi’nin kapatılmasından sonra II. Abdülhamit’in Batıya karşı bir İslam birliği kurma düşüncesi devlet politikası haline gelmiştir. İslamcılık düşüncesine ve bu akıma verilen desteklere rağmen, Müslüman toplulukların Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmayıp ayrılmaları bir türlü engellenememiştir.

Avrupa’da gelişen Pan Germenizm, Pan Slavizm ve Afganlı Cemaleddin’den esinlenen II. Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nde ki Müslüman topluluklarının dağılmasını engellemek için İslamcılık akımını desteklemiş ve sistemli bir şekilde bu düşünce akımını Osmanlı Devleti iç politikası haline getirmiştir.

İslamcılık akımının başarıya ulaşamadığının göstergesi kısaca aşağıda verilen örneklerle açıklanabilir:

1. Balkan Savaşları sırasında Müslüman olan Arnavutluk halkı bağımsızlığını ilan etmiştir.

2. Halife’nin I. Dünya Savaşı sırasında kutsal cihat çağrısı yapması fayda vermemiş, beklenen etki görülememiştir.

3. I. Dünya Savaşı’nda Müslüman Arapların İngilizlerle birlikte hareket edip Osmanlı Devleti’ni arkasından hançerlemesi bu akımın ne denli az bir etki sağladığının göstergesidir.



TÜRKÇÜLÜK NEDİR?

Türkçülük akımı II. Meşrutiyet döneminde bir kültür akımı olarak ortaya çıkmıştır. 19’uncu yüzyılın ortalarında Avrupa’ya öğrenime gönderilen Tanzimat Dönemi gençleri ve sürgüne gönderilen Genç Osmanlılar batılı Türkologların yaptıkları çalışmalardan etkilenmişlerdir.

Osmanlıcılık ve İslamcılık akımında başarı elde edilememesi neticesinde, Türkçülük akımı zamanla siyasal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Tarihte Türkçe konuşulan yerlerdeki ulusların Türk kökenli olduğu savunulmuştur. Bu birliğin sağlanabilmesi için ise Türklerin tarihleri incelenmiş, tarihte aynı dil, din, ülkü ve soy birliğini sağlayan Türk topluluklarının bir çatı altında birleştirilmesi gerektiği düşüncesi kabul edilmiştir. Türkçülük akımın ana hedefi bu olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun ancak Türkçülük kavramının kabulü ve çizdiği yollarda gidilerek sağlanabileceği düşünülmüştür. Yapılan politikalar, çalışmalar bu düşünce yapısının çerçevesinde gelişmeye başlamıştır.

Türkçülük akımının güçlenmesindeki etkenler kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Osmanlıcılık ve İslamcılık akımının beklenen etkiyi yaratmaması ve başarısızlıkla sonuçlanması bu akımın güçlenmesini sağlamıştır.

2. Yönetimi ellerinde bulunduran İttihatçılar Türkçülük akımını desteklemişlerdir.

3. Bağımsızlıklarını kazanan Balkan uluslarının birleşerek Osmanlı Devleti’ne saldırması ve yapılan mücadelelerde birçok Türk’ün mağdur olması, zorluklarla karşılaşması, halkın bu akıma doğru yönelmesini sağlamıştır.

4. Avrupa’da görülmeye başlayan milliyetçilik akımları ve Avrupalı Devletlerin Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkları, gayrimüslimleri kışkırtma faaliyetleri sonucunda iki topluluk arasında meydana gelen üzücü olaylar, halkın bu akım etrafında toplanmasını hızlandırmıştır.

5. Rusya ve Avrupa’da yaşayan Türklerin baskılar sonucunda Anadolu’ya göç ettirilmeleri, meydana gelen bu göçün başlama sebepleri, halkın yaşadığı büyük sıkıntılar, Osmanlı topraklarında yaşayan Türk halkının milli duygularını kabartmış ve bu akıma yönelmelerini sağlamıştır.

Türkçülük akımının en önemli kişilerinden biri olan Ziya Gökalp fikirleri ile Türkçülüğü şekillendirmiş, Jön Türk ideolojisiyle Tük inkılâbı arasında güçlü bağlar kurmuştur. Türkçülük akımına bilimsel ve toplumsal bir boyut kazandırmayı başarmıştır.

Ziya Gökalp’e göre Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu ve eski gücüne kavuşması üç temel esas üzerine meydana gelebilecektir.

Bu esaslar kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Toplumun aynı dilde, ahlakta, sanatta, hukukta vb. unsurlarda her daim Türk kültürüne bağlı kalınması,

2. Toplumun İslam ümmetinden olduğunun unutulmaması ve bu düşünceye sadık kalınması,

3. Bilim, teknik, teknoloji vb. alanlarda her zaman Batı’nın örnek alınması ve çalışmaların bu doğrultuda yapılması gerekliliğidir.

Bütün bu yollarla Türkçülük akımından destek alan ve her fırsatta Türkçülük akımını destekleyen İttihat ve Terakki Partisi, bütün Türkleri tek bir bayrak altında birleştirmeyi amaçlayan Turancılık (Pantürkizm) düşüncesini benimsemiş ve bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşına girmesini sağlamıştır. Kaybedilen bu savaş neticesinde böyle bir fikrin mümkün olmayacağı, yalnızca bir hayal olabileceği, imkansız bir düş olabileceği anlaşılmıştır.

Bunun yanı sıra Mustafa Kemal tarafından başlatılan Anadolu Milliyetçiliği düşüncesi halk tarafından benimsenmiş ve Kurtuluş Mücadelesi Milliyetçilik düşüncesinin etrafında gerçekleşmiştir.


BATICILIK NEDİR?

Osmanlı Devleti 18‘inci yüzyıldan itibaren giderek Avrupalı Devletler karşısında gerilemeye başlamıştır. Dönemin aydınları ve ileri gelenlerinde Avrupalılara karşı bir özenti durumu görülmüştür. Avrupa Devletlerine karşı sempati besleyen kişiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin giderek gerilemesi, Batılılaşma çabalarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Öncülüğünü Abdullah Cevdet, Süleyman Nafiz, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı ve Ahmet Muhtar'ın yaptığı Batıcılık akımı, batının üstün olduğunu ve batıya özenilmesi gerekildiğini savunmaya çalışmıştır. Batıcılık akımı üyeleri Avrupa'nın üstünlüğü konusunda hem fikir olmuşlar fakat din, gelenek, örf ve adetler konusunda aralarında fikir uyuşmazlıkları yaşamışlardır. Batıcılık görüşünün temelini, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma yoluyla kurtulabileceği ve eski gücüne kavuşabileceğini düşüncesi oluşturmuştur.

Başlangıçta Askeri alanda yoğunlaşan Batılılaşma hareketleri zamanla diğer alanlara yayılmış ve II. Meşrutiyet döneminde fikir akımı olarak Osmanlı Siyasetine yön vermiştir. Batıcılık akımı giderek daha sistemli bir hal almış ve devleti oluşturan tüm unsurlarda etkisini göstermeye başlamıştır.

Batıcılık görüşünü benimseyenler Meşrutiyetle yapılan değişikliklerin yetersiz kaldığını savunmuşlardır. Siyasi değişimle birlikte hukuksal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarda da Batılılaşmanın gerekli olduğunu savunmuşlardır.

Batıcılık görüşünü savunanların bazıları, İslam’ın kurallarının üstünlüğü çerçevesinde batılılaşmanın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir. Bu gruptaki kişilere Ilımlı Batıcılar adı verilmiştir. Bu akımın öncülüğünü Celal Nuri üstlenmiştir. Bu akımı benimseyenler; Osmanlı Devleti üzerinde düşmanca emelleri olan Avrupalılardan her şeyin alınmasına gerek olmadığını, yalnızca teknolojisinden faydalanılması gerektiğini savunmuşlardır.

Ilımlı batıcıların karşısında ise Aşırı Batıcılar grubu oluşmaya başlamıştır. Öncülüğünü Abdullah Cevdet’in üstlendiği Aşırı Batıcılar, her şekilde Batılılaşmanın şart olduğunu savunmuşlardır. Batı medeniyetinden başka bir medeniyet olmadığını, bu medeniyete ait her şeyden faydalanılması gerektiğini ve Osmanlı Devleti’nin çöküş sebebinin bilgisizlik ve eğitim eksikliği olduğunu savunmuşlardır.

Türkçülüğün “Turan” anlayışına karşı “İrfan” anlayışını benimseyen Aşırı Batıcıların savundukları düşünceler kısaca şu şekilde sıralanabilir:

1. Tek kadınla evlenilmesi,

2. Kadın özgürlüğünün sağlanması,

3. Şeriat mahkemeleri yerine laik mahkemelerin kurulması,

4. Batılı bir medeni kanunun kabul edilmesi,

5. Tekke ve zaviyelerin kapatılarak modern mekteplerin kurulması,

6. Sarık ve benzeri başlıklar fesin kaldırılıp yerine modern bir başlık kullanılması,

7. Batılıların mali ekonomik tutsaklığında kurtulmuş, milli bir ekonominin olması,

vb. fikirlerin gerekli olduğu, ancak bu sayede ülkenin kurtuluşa kavuşacağı öngörülmüştür.


ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK NEDİR?

Ademi Merkeziyetçilik akımının öncülüğünü Ahrar Fırkası kurucusu Prens Sabahattin’in üstlenmiştir. Bu fikir akımının düşünceleri Osmanlı Devleti’nde resmi devlet politikası olarak uygulamaya sokulmuştur.



Bu fikir akımın görüşleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Osmanlı Devleti hükümetinin merkezi yetkileri azaltılmalıdır.

2. Devlet içindeki çeşitli unsurların yönetime katılması gerekmektedir.

3. Liberal ekonomiye geçiş yapılmalıdır.

4. Federal Devlet modeli uygulanmalıdır.

Ademi merkeziyetçilik diğer akımlar gibi istenen başarıya bir türlü ulaşamamıştır. Tüm akımlarda olduğu gibi Ademi Merkeziyetçilik akımı da vatanın düşmüş olduğu buhranlı durumdan bir an önce kurtarılması için uğraşmıştır. Fakat milliyetçilik akımının hızla yayılması, fikir akımlarının halk tarafından yeterince anlaşılamaması, Osmanlı Devleti’nde meydana gelen iç karışıklıklar ve dış baskılar sebebiyle, fikir akımlarının getirilerinden istenildiği kadar, tam anlamıyla verim sağlanamamıştır.

KAYNAK: tarihin.com






OSMANLI DÖNEMİNDE BATILALAŞMA


Batılılaşma ve Türkiye Tarihindeki Batılılaşma Denemeleri II

      III. Selim’den sonra Batılılaşma hareketlerini II. Mahmud devam ettirmiştir. Yeniçeri Ocağını kaldırarak, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adı ile yeni bir ordu kurmuştur. Bunun yanında askeri alanda birçok yenilikler yapmıştır.
     Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere batılılaşma adı verilen hareketin esası, İkinci Mahmud devri sonuna kadar, sadece askeri ve teknik sahada ilerlemek ve bunun için batının lüzumlu olan ilminden istifade etmekti. Bu gaye ile gerekli bütün teşebbüsler yapıldı. Ancak bu çalışmalar, daha çok Avrupalı subay ve uzmanların kontrolünde oluyordu. Oysa yeni kurulan askeri ve teknik müesseseleri, mektepleri devam ettirebilmek ve bunlardan büyük ölçüde faydalanabilmek için, kendi insanını yetiştirmek lazımdı. Bunun için, ilk defa, 1827′de Paris’e öğrenci gönderildi ve sonraki yıllarda da bu uygulama devam etti.


     Batılılaşmanın askerî-teknolojik sahadan siyasî-idarî, hukukî ve iktisadî sahalara doğru resmen genişlemesi Tanzimat’la gerçekleşti. Tanzimat devrindeki Batılılaşma hareketiyle, Batının tekniğinin yanında kültürü de Osmanlı coğrafyasına girmiş bulundu. Tanzimat fermanının ilanı, meşrutiyetlerin ilanına ve anayasalcılığa da zemin hazırlamış oldu. Ayrıca iktisadi olarak benzemeyle Osmanlı, Batılı devletlerin de sömürü alanı olmasını sağladı.
     Tanzimat dönemi Osmanlı batılılaşmasının zirve noktasını teşkil etmektedir. Bürokratlar Avrupa’da yetişip ülkeye dönmekte ve Avrupai politikalar izlemektedir. Ayrıca Osmanlı’daki 19. yüzyıl fikir akımlarının çoğunun beslendiği yer Avrupa olmakla birlikte ‘Jön Türkler, Yeni Osmanlıcılar’ gibi gruplar Avrupa’da teşkilatlanmışlardır.

 Osmanlı Devleti, Batılılaşma kavramıyla 17. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler neticesinde 18. yüzyılın başlarında tanışmıştır. O zamana kadar Osmanlı, birçok alanda Batıdan ilerideydi. Ancak Batının ilerleyen tekniği karşısında Osmanlı hiçbir şey yapamamış ve nihayetinde 1699’da ilk toprak kaybını yaşamıştır. Bu olay, Osmanlı’nın Batının tekniği karşısında geri kaldığını anlamasına ve ilerdeki Batılılaşma hareketlerinin başlamasına zemin oluşturmuştur.
     Osmanlı’daki Batılılaşma hareketlerinin başlangıcını Lale Devrinin(1718-1730) başlaması olarak alabiliriz. Pasarofça Anlaşmasının imzalanmasıyla Osmanlı Devleti bir duraklama içerisine girdi. Batı ile aradaki mesafeyi kapatmak için bu dönemi fırsat olarak kullanmaya çalışan Osmanlı Devleti Batıya elçiler gönderdi, ticaret, sanat ve kültür hayatı gelişti. Bu sırada Paris’e giden Yirmisekiz Mehmed Çelebi, burada birçok müesseseleri gezdi ve raporlar sundu. Oğlu Mehmed Said Efendi ise ilk Türk matbaasının açılması için izin istedi. Şeyhülislam Abdullah Efendi, matbaanın çok hayırlı bir hizmet olacağına ve açılması gerektiğine dair fetva verdi ve matbaa kuruldu. Rochfart isminde bir Fransız subayına Osmanlı ordusunun ıslahı için rapor hazırlatıldı.

     Sultan I. Mahmud (1730-1754), Sultan III. Mustafa (1757-1774) ve Sultan III. Selim (1789-1807) devirlerinde de bu faaliyetler devam etti. Hatta batılılaşma hareketlerinin başlangıcı olarak III. Selim’i temel alan görüşler de azımsanmayacak kadardır. Elbette III. Selim bu yolda çok çaba sarf etmiştir. Batılılaşma hareketlerini askeri alana yoğunlaştırmış, bozulan Yeniçeri ocağına karşı Nizam-ı Cedidi kurmuştur. Ancak bu durum Yeniçerilerin hoşuna gitmediğinden canından olmuştur.

Cumhuriyet’in Kurulması Sürecinde Batılılaşmanın Etkisi

     Batılılaşma hareketleri, Osmanlı yıkıldıktan sonra da Cumhuriyetin kurulmasıyla devam ettirilmiş ve devrim niteliğini almıştır. Cumhuriyetin kuruluş sürecindeki Batılılaşma hareketleri Osmanlı’dakinden çok daha fazla olmuştur. Zira I. Dünya Savaşıyla parçalanan bir imparatorluğun merkezinde ve emperyalist devletlere karşı yeni bir savaş sonucunda kurulmuş bir devlet olduğunu ve her şeye yeniden başlandığını göz önünde bulunduracak olursak, devletin Batılılaşma hareketine nasıl sarıldığını bir nebze anlayabiliriz. Ancak bu Batılılaşma tepeden aşağıya ve dayatılmış bir harekettir ve halk nezdinde tezahürü kolay olmamıştır. Bu açıdan Tanzimat’la Cumhuriyet devri uygulamaları arasında esasta fark yoktur. Halk ise bu hareketlere hemen her zaman karşı çıkmış, istikrahla karşılamıştır. Bu nedenle batılılaşma, aynı zamanda idareci kadro ve aydınlarla halkın arasının gittikçe açılmasını, hatta bu farklılaşmanın düşmanlığa dönüşmesini de ifade eder. İlerici gerici sınıflandırmaları yine böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Batılılaşmanın empoze edildiği ülkelerde demokratik bir geleneğin yerleşememesi de bu tarihî birikimle yakından ilgilidir. Çünkü olup biten şeyleri halk ne istemiştir, ne olması için gayret sarf etmiş, ne de benimsemiş, içine sindirmiştir.

     Türkiye, tek partili yönetimden çok partili yönetime kadar Batılılaşma süreci içerisinde bulunmuştur. Çok partili hayata geçişle birlikte sanayileşme ve kapitalizme ayak uydurma süreci başlamıştır. Bu da modernleşmenin başladığının göstergesidir. Bu süreçten liberalleşmeye kadar olan süreç, Türkiye için modernleşme sürecidir. Ve liberalleşmeyle birlikte Türkiye, küreselleşen dünyaya ayak uydurmaya başlamıştır.

İlgili Aramalar:
İlgili Aramalar:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder