5 Nisan 2008 Cumartesi

KELİMELERE SINIR KOYUN


Anlatıcı yaşadıklarından, yaşananlardan beslenir çoklukla. Ve ya yaşanılması olasıları anlatır bilene, bilmek isteyene.

İşte anlatıcı bu gün sizlere kendi yaşamından ve belki her gün yaşanan ve bizim bilmediğimiz hayatlardan çok çok kısa öyküler anlatacak. Kısa derken mecazen söylemiyorum, gerçekten kısacık. Kural gereği, toplam elli beş kelimeyi geçmeyecek hikayelerim.

Bu projeyi daha evvel duyduğumda acaba sen de yapabilir misin ki, diye sormuştum kendime. Yazmaya başlayınca kendimi tutamadığım gün gibi aşikar iken, elli beş kelimeyle anlatabilir miyim derdimi diye düşünmüş, sonra kendime güvenemeyip vazgeçmiştim.

Oysa Dileklerin En Yıldızlısı sen yaparsın deyip sobeleyivermiş beni. Şimdi bana benden daha fazla güvenen dünya güzeli arkadaşımın bu güvenini umarım boşa çıkarmam diyor ve anlatmaya başlıyorum. Bakalım neler çıkacak. Ben de meraktayım.

Martılar çığlık çığlığaydı. Yüreği gibi hop oturup hop kalkmaktaydı dalgalar. Aylardır açık denizlerde, ekmek peşindeydi.

Gemi limana vardığında geçen ay doğan yavrusunu ilk defa görecek olmanın heyecanı sarmıştı genç adamı.

Uçarak geldi yuvasına.

Kapı aralığından sızan büyük acı ezdi coşkusunu. Yığıldı adam olduğu yere. Oğlunun hiçbir zaman oynayamayacağı oyuncağın yanı başında, gözyaşlarını denize akıtıyordu şimdi.

Masaya kır çiçeklerini koyarken, çok mu boyandım diye endişelendi kadın. Elbisemi beğenir mi acaba?

Mumları da yakınca her şey tamamdı ilk yıldönümlerini kutlamak için.

“Yemekler nefisti, ellerine sağlık” deyip kalktı adam masadan.

“Bir şey unutmadın değil mi sevgilim” dedi kadın.

“Hiç unutur muyum aşkım” diyerek elini cebine götürdü adam.

Sevindi kadın. Uzattı elini sevdiğine.

“Faturaları yatırdım elbette. Al bunlar da dekontlar” dedi adam.


“Haydi, al eline sapanı” diyordu çocuklar. “Ben kuşlara kıyamam” diye diretti çocuk.

Sonunda eline tutuşturdular lastikli hain çatalı. Çekip vurdu uçmaya çalışan çaresiz yavrucağı.

Uzanıp yerden aldı. Avuçlarında hala sıcaktı minicik beden. Gözlerinde yaş koştu annesine.

“Üzülme. Baban bulacak kafes kaçkını, afacan miniğini” dedi saçlarını okşayarak.

Avucunu uzattı çocuk. “Aramasın anneciğim” dedi hıçkırarak. “Ben buldum.”

Beni bırakıyor musun, dedi ağlayan gözleri. Oysa sana nasıl güvenmiştim. Senin için gelmiştim bu pis, yaşanılmayası yere. Sen beni koruyup kollarsın… Bir de seversin… Hem de çok seversin diye.

Gitmeliyim, diyebildi ötekinin acıdan donakalmış gözleri. Sana layık birinin sevdiceği, geleceği, umudu olacaksın. Benim umudum çoktan bitti.

Yürüyüp giderken, son kez, acıyla baktı ardında bıraktığı yavrusuna. Sadece affedilmeyi diledi.

Ben de Sevgili Tabiat Ana gizli bahçesinden minik öykülerle katılsın istiyorum bu oyuna.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder