4 Ağustos 2008 Pazartesi

SIKI YÜZÜCÜ


Bu Oğuz şahsiyeti her konuda pek bi cesur, pek bi yürekli, pek bi maharetlidir de iş su sporlarına geldi mi tırsar(dı) az biraz.

Hepimiz denize girerken, bu minik kuş şezlonga sinmiş, havlusuna da sımsıkı sarınmış vaziyette oturmuştu deniz maceralarımızdan birinde. Biraz kendini aşıp, kumdan kale yapmaya karar verdi sonra. Lakin bunun için su lazımdı. Su alması için de denize yaklaşması gerekmekteydi.

Yavrucak önce sevgili ailesinden yardım istedi.

“Annecim, lüffen kovama su doldurabilir misin..”

“Babacım, kovamı doldurur musun lüffen..”

“Abiii ya n’olursun şu kovamı doldur ya lüffen yaaaa…”

Ama hiç kimse yavrucağa yardım etmedi. Oysa o kadar da “lüffen” demişti. Baktı ki kimseden fayda yok. İyisi mi ben kendi işimi kendim göreyim düşüncesiyle ufaktan yanaştı suya. Lakin hafif de dalgalı deniz. Yavru mümkün olduğunca uzaktan, ayaklarını suya değdirmemeye özen göstererek doldurdu kovasını. Üstelik hain ve de gaddar aile bireyleri onu gülümseyerek izliyorlardı öylece.

“Hadi bebeğim gel bak ne güzel oynuyoruz biz. Hepimiz buradayız. Hiçbişeycik olmaz” gibi ikna çabalarımıza sadece omuz silkerek yanıt veriyordu maskara.

Sonunda dayanamayan baba, kucakladığı gibi getirdi yanımıza. Korkudan kaskatı kesilmiş yavrumuzu suya ufak ufak batırıp çıkardık.. Bir iki dakika sonra bütün kibarlığı ve sevimliliğiyle yalvarmaya başladı:

“Annecim, n’olur beni karaya götür. Seni çok seviyorum annecim. Ben kumla oynamak istiyorum. Lüffen benim bitanem. Babacım, lüffen gideyim ben. Canım abicim, hadi sen götür bari beni oraya” şeklindeki konuşmalarını son derece melül bakan gözler ve masum bir yüz ifadesiyle süslemişti kuzum. Dayanılır gibi değildi. Biz de daha fazla dayanamayıp onu karaya bıraktık ve gayet mutlu bir üçlü olarak suda kaldık.

Denizden çıkana kadar sevgi sözcüklerinin, iltifatların bini bir para idi. Lakin yavru karaya adımını atar atmaz denizde oynaşan ailesine haykırmaya başladı. Benim tatlı, kara kuzum, vahşi bir kurda dönüşmüştü birden.

“Allah sizin cezanızı versin. Geberin inşallah. Boğulun da ölün inşallah. Nefret ediyorum sizden. Ne biçim ailesiniz siz. Hepiniz kötüsünüz işte. İnşallah köpek balıkları yer sizi.”

Bu kadar beddua aldığım ve bu beddualara bu kadar güldüğüm bir başka zaman var mıydı hatırlamıyorum.

Sonrasında tekrar havlusuna sarınıp öylece oturdu. Yanakları hem güneşten, hem sinirden al al olmuş, öfke dolu gözlerle bize bakıyordu. Sonunda dayanamayıp yanına gittim. Tombik oğlusumu kollarımın arasına aldım ve o uyuyana kadar onunla yattım.

Ertesi gün biraz daha alışmıştı . Deniz yatağıyla falan suya girmeye de başladı. Şimdi de sudan çıkmak istemiyordu velet. Yine de kenardan kenardan. Çok ortalara bulaşmadan.

Havuz diye tutturdu bu kez. Aile meclisinin kararıyla havuza taşınıldı. Cümbür aile havuz başına yayılındı. Bu Mini kişisini çocuk havuzuna bıraktık ve hemen bir metre ilerisindeki havuza da biz konuşlandık. Bir yandan da teşvik babında yavrucağa iltifatlar etmeye başladım.

“Aman da benim oğlum balık gibi yüzüyormuş. Aman da nasıl da oynuyormuş suda.” Zaten havuzun boyu leğene su doldurmuşsun kadar bi'şey. Bildiğin sidikli bebe havuzu. Ama olsun, evladımıza moral vermek lazımdı.

Birkaç saniye kadar gözümü minik yavrumdan ayırıp, Liselimin nasıl yüzdüğüne baktığım sıra oldu ne olduysa. Kafamı çevirdiğimde benimki fayansın üzerinde boylu boyunca yatıyordu. Yanında da ördek şeklindeki can simidi. Abisine getiriyormuş kuzum, rahat yüzsün diye.

Yüreğim yerinden fırladı, canım yandı çok. Hemen havuzdan çıkıp yavrumun yanına koştum. Zaten aramızda bir adım mesafe vardı. Miniciğimi kucağıma almamla bembeyaz fayansların üzerindeki kanı görmem sanırım aynı anda oldu. İşte o andı ki benim bittiğim andı. Etraftaki insanları, zamanı, mekanı tamamen kaybettiğim andı o.

Hemen bir ambulansla hastaneye götürdük. Ortalığı ayağa kaldırdığımızı, üç tane dikişi abarttıkça abarttığımızı, doktoru hayatından bezdirip meslekten soğuttuğumuzu ve adamcağızın emekliliğini istemeye kadar düşündürdüğümüzü söylememe gerek var mıdır bilmiyorum.

O günden sonra sevgili Mini yavrucağım beni kem gözlü ilan etti. Ben ona “balık gibi yüzüyor” demişim de ondan olmuş bütün bunlar. Bir de yine o gün bizim havuz maceralarımızın sonu olmuş idi. Havuzu bir daha görmek bile istemiyorduk hiçbirimiz.

Ta ki bizim yavruyu yüzme derslerine yazdırana kadar. Şimdilerde her hafta sonu biz yine havuzlardayız. Hem de severek gidiyoruz derslere.

Şimdi ilk dersten biraz bahsedeyim size.

Bizimki son derece tombiş ve de s.eksi bir biçimde havuz başına doğru ilerler. Üzerinde bir beden küçük şort mayosu. (Dayısı “genişler oooo” dedi) Her adımında popişinin bir tarafı oynamakta. J.Lo halt etmiş yani o derece. Isırılası ve gıdıklanası göbüşü önde, nefret ettiği bonesi kafasında , gün görmemiş, peynir rengi diri vicuduyla hocasının dibine kadar gider.

Tam bir Oğuz klasiği olarak bıcır bıcır konuşmaya başlar. Biz kafe bölümünde ve cam ardından izleyebildiğimizden ne söylediğini tam olarak anlamadığımız için, bu hararetli konuşmanın konusunu da pek bi merak etmekteyizdir.

Son derece girişken bir yavru olan Minimizin daha ilk dersten hocasıyla bu denli samimi olması bizi şaşırtmadı elbette. Keza birazdan havuzun içinde birbirlerini ıslatmak, bacak çırpıştırmak ve dahi sarmaş dolaş olmak suretiynen daha da samimi pozlar verdiklerinde bile şaşırmayacaktık.

Lakin bu güzel dostluk, hoca hanımın yavrumu havuzun kenarından suya fırlatmasına kadar sürecek, bundan sonraki her aniden suya gönderişiyle durum daha da kötü bir hal alacaktır. Ve fakat, heyhat, hocaanımın henüz bundan haberi yoktur.

Bizler yukarıda, olan biteni seyrederken, yüreğimiz ağzımızda, acaba hocasına da “Allah cezanı versin, geber inşallah” şeklinde beddualar eder mi endişesiyle bekleşirken, bizimki ortadan yok oldu. Aradan bir on dakika geçmesine rağmen hala kendisinden haber alınamayan Mini şahsiyetsizini bulmak için aşağıya havuz bölümüne indim. Bir baktım benim kuzum duşun önünde öylece dinelmekte. Yanaklar yine al al olmuş. Yine havlusuna sımsıkı sarılmış.

Tuvalete gitmiş yavrucak yahu. Yok bir şey. Tuvaletten sonra duşunu alıp dönecek dersine. Siz de ne fesatsınız he. Kaçar mı hiç benim korkusuz oğlum?

Annesi şöyle bir güzel öper yavrusunu ve havuz başına geri gönderir.

Korkularla yüzleşmek gerektir. Onlarla savaşmak ve hatta yenmek gerektir. Balık gibi yüzmek gerektir. Yarın öbür gün anne suya düşüp, boğulma tehlikesi neyin geçirirse onu kurtarmak gerektir.

Yürü be Minim, kim tutar seni.

Not: Havuzda son durum şudur: Oğuz Bey iyiden iyiye bir su kuşu olmuş, tramplenden kendi isteği ve arzusuyla, hiç kimsenin tesiri altında kalmadan atlamakta, sırt üstü yüzme çalışmalarını büyük bir cesaretle gerçekleştirmekte ve suyun altında en uzun kalma yarışmaları yapmaktadır. Hatta evde leğene su doldurup, kafasını içine sokmak suretiyle nefes egzersizleri yapmasını ve etrafı su içinde bırakmasını anlatmıyorum dikkat ederseniz. Sanırım bu yaz kendisini sudan çıkarmak pek mümkün olmayacaktır.

Bu da Not: Bu arada ders boyunca sürekli konuştuğu için ne kadar su yutmuş olabileceğini bilemiyoruz.

Bir Not Daha: Şu anda kendisi tatilde olup, derslerin ne kadar işe yaradığını döndüklerinde öğreneceğiz efenim. Eminim yeni maceralarla kendisi bu bir haftalık tatili unutulmaz kılacaktır!
Bu da Klasik Türk Annesi Notu: Çok özledim ben bu sıpayı yahu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder