25 Şubat 2014 Salı

Günün Menüsü: Yeşil Kış ve Fırında Limonlu Piliç



Sebze çorbası: Yeşil Kış (1 kase = 40 kalori)

Malzemeler:



1 adet kabak
1 adet havuç
  2 avuç brokoli 
( isterseniz daha az koyabilirsiniz)
Yarım küçük kereviz
5-6 dal ıspanak
1 çay bardağı bezelye
4-5 dal dereotu
1 çay bardağı yağsız süt
1 adet limon
Baharat
(karabiber, kırmızı biber)
                                                                         

Yapılışı:
  • Kabak, havuç, brokoli, kereviz ve ıspanak sapları doğrayın.
  • Tencerenin içine koyun.
  • 3 su bardağı su koyun.
  • Sebzeler yumuşayıncaya kadar pişirin.
  • Daha sonra blenderdan geçirerek, pişirmeye devam edin.
  • Koyu bir kıvam isterseniz, 1 çay bardağı sütü ekleyin. Çorbanın koyu kıvamda olması sizi daha tok tutacaktır.
  • Şimdi sıra çorbanızın daha da güzel görünmesine geldi. Ispanak yapraklarını ve dereotunu kıyın, bezelye ile birlikte çorbanın içine ilave edin.
  • Kaynayan çorbayı ocaktan alabilirsiniz.
  • İsteğinize göre baharat ekleyin ve limon sıkın.



Fırında Limon ve Köri Soslu Piliç ( 265 kalori )

Malzemeler:

1 adet tavuk butu (derisiz)
2-3 adet mantar
1-2 adet yeşil biber
2-3 adet çeri domates
1 küçük boy patates

Sos için:

2 yemek kaşığı yağsız yoğurt
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 diş sarımsak
1 tatlı kaşığı doğal tereyağ
1 silme çay kaşığı köri
1 adet limon kabuğu rendesi

Karabiber
Tuz

Yapılışı:
  • Tavuk butlarını haşlayın.
  • Fırın tepsisine yağlı kağıt koyun ve tavukları üzerine dizin.
  • Dililediğiniz patates, biber, mantar ve domatesleri tepsiye yerleştirin.
  • Derin bir kapta sos malzemelerini çırpıcı ile karıştırın. Kıvamı çok koyu olursa su ekleyip inceltebilirsiniz.
  • Hazırladığınız sosu tavukların üzerine dökün.
  • Önceden 250 derecede ısıtılmış fırında 45 dk pişirin.

Afiyet Olsun :)






24 Şubat 2014 Pazartesi

Şekersiz, Sütlü İrmik Tatlısı

Sadece diyabetik olanların değil formunu korumak isteyenlerin de severek tüketecekleri bir tarif.

Malzemeler:


  • 2,5 su bardağı (500 ml) yağsız süt 
  • 4 yemek kaşığı irmik
  • 4 yemek kaşığı toz tatlandırıcı
  •  1/2 paket vanilya
  • İstenilen miktarda ceviz ve tarçın
     İrmik, vanilya ve süt küçük bir tencerede iyice karıştırılıp kısık ateşte hafif katılaşana kadar karıştırılır. Biz kalıp şekline getirmek istediğimiz için irmiği 8 kaşık ekledik. İrmiğin 4 kaşığı yaklaşık 130 kalori olduğunu aklınızda bulundurarak siz de ekleme yapabilirsiniz.
    Ocağın altını kapatmadan önce tatlandırıcıyı ekleyip iyice karıştılır. Küçük 5 tane kaba eşit bir şekilde paylaştırılır ve isteğe göre ceviz ve tarçın eklenir (Cevizin 2 tanesi yaklaşık 50 kaloridir. Biz çok sevdiğimizden 4 adet ekledik). Soğutulur ve bir gece dolapta beklemesi için dolaba konulur.
    Her parça yaklaşık 100 kalori ve inanılmaz lezzetli :) Tabii ki siz irmik ve ceviz miktarını azaltarak porsiyon kalorisini 65 kaloriye kadar düşürebilirsiniz.
    Afiyet olsun :)



20 Şubat 2014 Perşembe

KİLO VERMEK İÇİN 10 BASİT ÖNERİMİZ

1. İşlenmiş ve paketlenmiş ürünleri kısıtlayın.

En etkili kilo verme yöntemlerinden biri abur cuburdan kaçınmaktır. Bu gıdalar yüksek kalori içermelerinin yanı sıra çeşitli kimyasal maddeler de içerirler.


2. Yavaş yiyin.



Kilo vermeye başlamak için diğer bir basit ama etkili yol yavaş yemeye başlamaktır. Araştırmalara göre hızlı yiyen kişilerin daha çok kilo problemi yaşadıkları görülüyor.
Yavaş yiyerek vücudunuzda oluşan tokluk sinyallerini farkeder, doğru miktarda besin alarak fazladan kalorilerden kaçınırsınız.



3. Bol su için.

Su tüketimini arttırmak kilo vermenizi iki yolla sağlar.

Vücudun ihtiyacı olan suyu tüketerek metabolizmanızın yavaşlamasını önlersiniz.
Su içerek mide hacmini doldurur ve daha az açlık hissederek, daha az kalori alırsınız.

4. Öğünleriniz protein ağırlıklı olsun. 



Protein sindirimi sırasında vücutta, karbonhidrattan ve yağlardan daha fazla enerji yakılır. Bu da vücudunuzun ekstra enerji harcaması anlamına gelir.




5. Her öğününüzde sebze tüketin.

Vitamin, mineral ve antioksidanlardan zenginlerdir. En önemlisi çok düşük kalori içerirler.
Çoğu sebzenin 1 porsiyonu 100 kaloriden azdır. Sebzelerle iştahınızı bastırabilir ve kilo verebilirsiniz.


6. Doğal ve sağlıklı atıştırmalar yapın.

Aşağıdaki linke göz atarak, liften zengin, kaloriden düşük atıştırmalıkları inceleyebilirsiniz.
http://hafifbeden.blogspot.com.tr/2014/01/kilo-vermenize-yardmc-10-saglkl.html


7. Mutfağınızda ve diyetinizde baharatlara yer açın.

Baharatlar, yemeklerinizi lezzetlendirmenin yanı sıra kilo verme maratonunuzda sizi bir adım daha öne atacaktır. Özellikle karabiber ve acı kırmızı biber metabolizma hızınızı arttırır ve kilo vermeye katkı sağlar.

8. Mutfakta zaman geçirin.

Mutfağınızı sağlıklı hale getirmek, kilo vermek için başlangıç noktasıdır. Buzdolabınızda taze sebze ve meyveler, yağsız süt ürünleri, yağsız et ürünleri bulundurun. Her gün mutfakta sağlıklı yemekler hazırlayarak, ertesi güne yatırım yapabilirsiniz. Böylelikle dışarda yemek yerine evde hazırladığınız sağlıklı besinleri yiyebilirsiniz.

9. Alkol tüketimine dikkat edin.

Alkollü içecekler yüksek oranda kalori içerir. Ama alkol olmadan asla diyenlerdenseniz, onlar arasında da light seçenekler yapmak mümkün.
Antioksidan içeriğiyle kırmızı şarap iyi bir seçenek olabilir, tabiki aşırıya kaçmamak koşuluyla. 1 kadehi 100 kalori içerir. 
Diğer bir seçenek light bira olabilir. 33 cc'lik light bira 80 kalori.

10. Kendinizi aşırı kısıtlayıp, favori besinlerinizden mahrum bırakmayın.

Hayatınızın büyük bölümünü sağlıklı besinlere ayırın, yaşam şekliniz sağlıklı beslenmek olsun. Ama bunu yaparken çok sevdiğiniz bir tatlıyı aylarca yemeyeceğiniz anlamına gelmemeli. Kendinizi böyle şartlandırdığınızda, ters tepki oluşabilir ve o besinleri aşırı yeme isteği oluşur. Bunu önlemek için arada sevdiğiniz kalori bombalarından az miktarda tüketin.



Şans Fincanı


Parmaklarımın ucundan kayıp gitti: Şans…

İnsan göz göre kaderini tuzla buz eder mi? Eder.

Hikâyemiz bundan bir yıl öncesinde başlıyor. “Öğlen ne yedin?” deseniz bir çırpıda sıralayamam ama bir yıl öncesinde olup bitenleri an gibi anımsıyorum. Tıpkı bir filmi izler gibi. Hani başkarakter geçmişten ne zaman söz edilecek olsa görüntü dalgalanır ve birden kendimizi o anın içinde buluruz ya, uzuncadır ben öyle yaşıyorum.

Neyse uzatmayayım. O zamanlar kadınların egemen olduğu bir büroda çalışıyorum. Herkesle güler yüzlü bir ilişkim var. Biri haricinde hepsi aklına olta atan dertlerini gelir bana anlatır. Süper çözüm önerileri sunduğumdan değil, kör kuyu misali anlattıklarını başından sonuna soluksuz dinlediğimden benimle konuşurlar. Bu yüzden, adım büroda “Balkon Hanım”a çıktı.  “Bir yerde oturup seninle etrafa, kendimize bakmak iyi geliyor.” diyor kızlar. Ve Balkon Hanım sefaları başlıyor… Aslında hepsinin tasası aynı. Ve görüyorum ki insanlar iyi şeyleri kendilerine saklayıp, can sıkıcı olanları ise yaşamın düğümü haline getirip paylaşıyorlar. Olan biten hep aynı. Sonuç olarak teğet geçen hayatlar bürosunda, gül gibi geçinip gidiyoruz.

Günler günleri kovalıyor. Yaşamın uzun kollularının giyilmeye başladığı zamanlar gelip çatıyor.   Kar, kış var diye balkon sefaları bitmiyor elbet. Mevsim değişse de, dertler baki… Derken senenin son günü gelip çatıyor. Büroda yeni heyecanlar. Malum takvimler değişirken, kaderlerinde değişeceğine inanılıyor. Ve parti başlıyor. Abur cuburla donatılmış masa bir gün sonra başlanacak diyetlerin habercisi gibi. O gün kadınlığımızı kırmızı donlarla donatırken, ruhlarımızı da birbirimize aldığımız küçük armağanlarla taçlandırıyoruz. Yılbaşından çok kaderbaşını yaşıyoruz sanki. Açtığımız her paket, yaşanmamış yıldan alınmış ilk ganimet gibi. Necla’dan kitap, Serpil’den mum, Ömür’den şal kazanıyorum. Ve sıra Leyla’ya geliyor. 

Leyla… Hafif etine dolgun, esmer bir kadın. Cildi pürüzsüz. Yüzü yontu bir kadın kadar güzel. Gözleri badem irisi. Yüzü ne kadar çekiciyse, dili bir o kadar itici. Ağzını her açtığında, bedenimin değişik yerleri karıncalanıyor. Leyla… Yüzüme bakıyor birkaç saniye. Ama burada çalıştığımızdan daha uzun bir bakışma sanki yaşadığım. İçimi görüyor sanki. Üşüyorum. Sarıyorum hırkamla kendimi. İnce bir manevrayla yaklaşıyor masaya, kalan son armağan paketini usulca alıyor. Zanlımca içinde kırılacak bir hazine var.

Leyla… Aramız gergin. “Neden böyle?” diye düşünüyorum ama geçerli bir mazeret bulamıyorum. İlk günden yıldızımızın barışmadığı belli. Aramızda hır gür yok. Birbirimize karşı mesafeli ve bir o kadar da nezaketliyiz. Öyle ki her an yüzümüzden akıp gidecek olan plastik gülümsememiz, sonunda birimizin nakavt olacağı bir dövüşün habercisi gibi. Zaman zaman ipleri ele alıyor. Görünmez bir yular takılıyor boynuma. Ben debelendikçe o duruşuyla, bakışıyla kamçılıyor beni. O vakitlerde ben daha bir sessizleşiyorum. Kendimi işe veriyorum. Beni istediği noktaya getiremediğinde öfkeleniyor. Bu yaşadıklarımızı kimsenin ruhu duymuyor. Sinsiliğin bile bir asaleti varmış ki bunu Leyla’dan öğreniyorum. 

Leyla… “Hepimize tek bir armağan aldım. Haydi, bunu balkonda açalım” diyor. Kendimizi bir anda balkonda buluveriyoruz. Soğuk falan işlemiyor hiçbirimize. Şekere üşüşen karıncalara benziyor pakete ulaşan ellerimiz. Hazineye ulaşmak için var gücümüzle yırtıyoruz paket kâğıdını.  Çıka çıka fincan takımı çıkıyor o süslü paketten. Kimse bozuntuya vermiyor, öylece kutuya bakıyoruz.  Leyla kinayeli bir şekilde “Balkonda kahve içmeyi seviyoruz ya onun için aldım” diyor. “Demek Leyla balkonda kahve içmeyi seviyormuş” diye düşünüyorum. Ağzımı açıp bir şey söylememe fırsat vermeden devam ediyor konuşmaya Leyla. “Hepsinin içine de not yazdım. Bakalım kime hangi fincan çıkacak?” deyip sırıtıyor. Ömür atlıyor karton kutunun kapağını bir çırpıda açıyor ve hemen aşk fincanını kapıyor. Elleri havada bildik şarkıyı tutturuyor. “Tanrım tek başına koyma kullarını, yalnızlığa ancak…” Kahkahalarımız sokağı inletecek cinsten. Sesimiz tüm evreni kaplıyor. Öyle ki yoldan geçen gençler ellerindeki deki içeceklerini havaya kaldırıp bizi selamlıyor. Necla çok istediği sağlığına kavuşuyor. Serpil hep paracıydı zaten. Leyla’da başarıyı kapıyor. Bana da şans kalıyor. Herkes pek bir mutlu. Leyla’ya teşekkürün biri bin. Fincanım hala kutusunda. Şans… O sırada kızlar içeri giriyor. Tek başıma balkondan kenti seyre dalıyorum.

Az önceki kahkahaların yerini alan sessizlik içten içe kulaklarımı kemiriyor. Bu balkonda şahitlik ettiğim tüm konuşmalar sanki uyanıyor. Yanı başıma baksam yitik sevdaları, ederinden eksiğine bozdurulmuş altınları, hüznün tende açtığı yaraları göreceğim. Uzağa bakıyorum. Balkonun beni yutmasına izin vermiyorum. İçeriden sesleniyor Leyla “fincanını al da gel kahve yapıyoruz…” Gülümsüyorum. Sahi Leyla beni çağıyor. Üstelik beni balkondan yanına çağırıyor.

Fincanımı elime alır almaz sert bir rüzgâr esiyor, dengemi kaybediyorum. Şans fincanım elimden fırlıyor, havada daireler çizdikten sonra ayaklarımın dibine düşüyor. Koşup geliyor kızlar. Kulplu kısım Leyla’nın ayaklarının dibinde öylece bana bakıyor.

Görsel: Marc Chagall


13 Şubat 2014 Perşembe

Ölen: Şimdiki Zamanlar*

Başımı gömdüğüm kitaptan kaldırdığımda, televizyondaki görüntüye takıldı gözlerim. Ses, var yok arası. Belki de bu yüzden yıllar önceki bir medeniyete ait bir belgesele baktığımı birkaç saniye içinde kavrayabiliyorum. Buluntular bir bir anlatılıyor izleyiciye. Savaş aletleri, tabaklar, kaşıklar, bardaklar, kolyeler…

Gözlerimi evimin içinde gezdiriyorum bir an. Şu an deprem olsa ben ve içinde bulunduğum bina yerin yedi kaç dibine gömülsek, yıllar yıllar sonra gömü değeri taşır mıyız? Ölen şimdiki zamanlar olacak. Ama gömüyü gün yüzüne çıkaran için eskimiş sayılacağım, sayılacağız. Hoş bu evdeki her şey müzelik öyle yerin dibine batıp, çıkmaya gerek yok ama.

Bazen böyle şeyler düşündüğüm için aklımdan şüphe ediyorum. Toprağın ne kadar merhametli bir örtü olduğunu biliyorum. Çiçekle, börtü böcekle şimdiyi yaşattığı kadar içinde geçmişi de taşıyor. Üzerinde barındırdığı mezar taşlarının çokluğuna bakınca toprağın yükünü kavrayabiliyorum. Tuhaf olan benim bunları düşünmem mi? Yoksa bilmem kaç yıl önce yaşamış adamın birinin evinde kullandığı çatalı, kaşığı, maşrapayı müzeye götürüp sergilemek mi? Tartışılır. Üstüne bir de üşenmeden belgesel çekmek… Geçmişi kazıyarak kendini var edenler oldukça daha çok belgesel yapılır. Mesela ben. Hatta hayatım. Her hafta belgeselini çekiyorum. Terapide.

Ayrıntıya çok önem veriyormuşum. Resmin bütününü kaçırıyormuşum.” Terapistimin yalancısıyım. Zihnimin dağınıklığından kurtulmak için düşüncelerimi seyreltmem ve işlevsel olmayanlardan kurtulmam gerekiyormuş. Böylece kaygı ve takıntılarımdan kurtulabilirmişim. Hayatım o zaman belgesel değil belki roman tadında olurmuş.

Belgesel devam ediyor. Çocuk oyuncaklarına bakıyoruz. Bakıyoruz diyorum. Milyarlık dünyada şu saatte sadece ben izlemiyorumdur herhalde bu programı. Yalnız olmak istemiyorum. En azından reyting kardeşliği yaşayabilirim. Oyuncaklar dünyasından, ölüler dünyasına hızlı bir geçiş yapılıyor. Bir lahde bakıyoruz şimdi. Neden mi sesi açmıyorum? Gözlerim aldansın istiyorum. Duyduklarımın, kurgularımı sonlandırmasını istemiyorum. Zaten bugünlerde hep ölümü düşünüyorum. İyi oldu denk geldiğim. Şimdi anlatıları dinlesem içimde saklı olanları çıkartamam. Ölmek değil de ölünün ardından yapılanlar ilgimi çekiyor. Çok çeşitli senaryolar üretiveriyorum.

Annem ölmüş mesela. Kimler gelir ki cenazesine diye düşünüyorum. Kalabalık içinde kendime bir yer buluyorum. Uzaktan çok uzaktan kendime bakıyorum. İnsanların cami avlusunda toplaşmaları, oldukları yerle tezat gülüşmeleri, dedikodu etmeleri, annemle ilgili anılarını anlatmalarına katlanıyorum. Bazılarının bana şefkatle yaklaşmaları hoşuma gidiyor. Hele gelip üzgün suratlarla sarılanlar, bir de böğüre böğüre ağlayanlar yok mu? Bunları defalarca defalarca kurguluyorum aklımda.  Mesela “şu lahdin içinde yatan nasıl uğurlandı bu dünyadan acaba?” diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Yıllar yıllar sonra bir belgesele konu olup, en mahrem haliyle binlerce kişinin gözüne sokulacağını düşündü mü ki hiç? Belki de onun ölüm töreni hala devam ediyordur. Annem peki. O hiç düşündü mü ki cenazesini? Kimlerin geldiğini, neler yaptığını, beni, kardeşimi, babamı… Lahdin yanına serpiştirilmiş armağanlara bakıyoruz şimdi. Gözyaşı şişeleri, meyve çanakları, şarap sunakları…

Ölümü düşünmek ürkütmüyor beni. Dedim ya ben daha çok törenlerle ilgileniyorum. Törenleri çeşitlendirmek için sırayla evdekileri öldürüyorum. Hepsine bir merasim düzenliyorum. Sıra kendime gelince içim ürperiyor. Kendime bir tören yapamıyorum. Bir türlü kendimi öldüremiyorum. Lahdin kıyındaki gezimiz bitince karanlık bir odaya giriyoruz. Odada türlü heykeller. Yaşamın sessiz tanıkları sanki her bir surat. Hepsinin gözleri kocaman açılmış. Yaşanmışlıkların ürpertici yüzü nakşedilmiş hepsinin bakışlarına. Şimdi bu heykellerin yaşam görevleri hakkında konuşuyoruz. Tam ortada duran dünyanın ekseninin eğiminden sorumlu sanırım. Benim terapistime benziyor.

Böyle şeyler düşünerek ne tür bir fayda sağladığımı merak ediyorum diyecek bunları anlattığımda terapistim. Şimdiki zamanı başka türlü nasıl öldüreceğimi bilemediğimi söylerim ben de kendisine olur biter. Onu bir tür arkeolog olarak görmeye başladım bu belgeselli izlemekle. Üzerim çeşitli zamanlarla örtülmüş. Terapistim şimdiki zamanda kalmak konusunda ısrarcı. Bense uzağa gitmek istiyorum. Geçmiş ya da gelecek fark etmez. Zamanın üzerime merhametle kattığı bazen de zorbaca benden çaldıklarını terapi odası denen müzede sergilemek... Bunu düşünmek başımı döndürüyor, midem bulanıyor. Sıkıntımdan kurtulmak için başlıyorum bir bir bizimkileri öldürmeye. Sıra kardeşime geldiğinde telefon çalıyor. İç gıcıklayıcı sesiyle konuşuyor.

“Nabeerr”
“İyidir senden?”
“Napiyosun?”
“Hiiiç. Okuyordum. Sonra bir belgesele sardım.”
“Ben de kitap okuyorum. Uzuncadır bu kadar beğendiğim bir kitap olmadı. El âlemde ne aileler var bir görsen. Romandaki kadın ve adamın aşkı öyle hoş ki. Aslında kadın bir katil. Ama adam kadını çok seviyor. Bu yüzden cinayeti üstleniyor. Eee bu bildik bir hikâye ne var bunda deme. Çünkü kadın morfinman. Hapse girse madde kullanamaz ve ölür. Bu yüzden adam içeri düşüyor. Çok romantik! Bir de bizimkilere bak. Kahve içip, fal bakıyorlar. Arada babamın sokakta iri memeli kadınlara baktığı gözümden kaçmıyor ama…”

Belgesel iyiden iyiye heyecanlandı. Karanlık odadan çıkıp, yeniden lahdin yanına geliyoruz. Yoksa… Evet, tam düşündüğüm hatta istediğim gibi. Birazdan lahdin kapağını açacağız. Sırıtıyorum uzuncadır beklediğim bir şey gerçekleşmişçesine. Lahitten dış dünyaya sızan gizemli hava, şimdinin doğasını etkileyecek ve birazdan kim bilir neler neler olacak? Bekliyorum…

“Baban bir gün o koca memeli kadınlardan birinin peşine takılıp evden kaçarsa ne olur?”
“Film olur. Puhahahahahaaaaaaaaa. Babam üşenir. Yapmaz öyle şeyler.”
“Neden yapmasın?”
“Yapmaz”
“Ya yaparsa?”
“Yapmaz diyorum. Neden yapsın?
“Ya yaparsa?”
“Niye üzerime geliyorsun?”
“Üzerine gelmiyorum. Sesin değişti. Üstelik bağırıyorsun”
“Değişmedi. Bağırmıyorum. Benim konuşmam böyle. Sen değişiyorsun bilmem farkında mısın? Şu terapiste gittiğinden beri dedektif gibisin.”

Sadece lahde bakıyoruz. Ses olmadığı için anlatıcının kurgusunu bilmiyoruz. Bu gerilimi seviyorum. Yıllardır bu anı beklemişiz.

 “Ben sana okuduğum kitabı anlatıyorum, sen babamı bir kadınla evden kaçırtıyorsun.”
“Ailenden yakınan sen değil miydin?”
“Ben ailemden yakınmıyorum”
“Az evvel kitaptaki adam ve kadını kim anlattı?”
“Ben anlattım ama…”
“Onca okuduğun kitap içinde bana hiç birini anlatmadın. Neden şimdi bu aileyi bana anlatma ihtiyacı hissettin?”

Ve lahdin kapağını açtık. Mezarın içinden sızan hava sanki ekranı aşıp evimi sardı. Birden kendi cenazeme konuk oluverdim. Evim mezarıma dönüştü o an. Müzeymiş meğer burası. Sergileniyormuşum. Geçmişi bir gün tekrar kazıyacak olan daha sonraki nesilleri bekliyormuşum. Ve o. Telefondaki. Sibel. Aslında şimdiki zamanı öldüren kişi olarak lahdin kapağını açıp aslında kendi hayatını öldürüyormuş.


* Sevgili okur, "Dünya Öykü Günü"müz kutlu olsun. 

Görsel: TimeOut - Özgür Çakır 

12 Şubat 2014 Çarşamba

KABIZLIK KABUSUNA SON


Kabızlık, kişileri rahatsız eden ve hayatı olumsuz etkileyen bir sindirim problemidir.

Genetik olarak yatkınlık, düzensiz beslenme, yeterli sıvı ve posa alamama, hareketsizlik, diyette yeteri kadar yağ bulunmaması, kafeinli içeceklerin aşırı tüketimi gibi etkenler kabızlık nedenlerindendir.

Kabızlığı çözmek için beslenme düzeninizde ve yaşam tarzınızda değişiklikler yapın. İşte size kabızlığı yenmeniz için öneriler:


  • En önemli adım günde en az 8 bardak su içmeye başlamaktır.

  • Karın kaslarının güçlü oluşu daha kolay bir dışkılama sağlar. Bu nedenle yoga veya pilates yaparak karın kaslarını güçlendirebilirsiniz. Ayrıca açık havada yapılan yürüyüşler de çözüm sağlayabilir.



  • Beslenmede günlük 25-35 gr posa alınmalıdır. Posa vücudun süpürgesi gibidir. Bağırsakların temizlenmesini sağlar. Yeterli posa alabilmek için günde 3 porsiyon meyve, en az 2 porsiyon sebze tüketin. Ekmeğiniz tam buğday veya çavdar ekmeği olsun. Haftada 2-3 kere kuru baklagil tüketin. Kahvaltınızda nane, dereotu, maydanoz, roka bulundurun. 
  • Probiyotiklerin etkilerinden yararlanın. Bağırsak için yararlı bakteriler olan probiyotikler, sağlıklı bir bağırsak florası oluşturur. Probiyotik içeren yoğurt vekefir beslenmenizin değişmezleri olsun.  
  • Kahvaltıda ve gün içinde bitki çayları tüketin. Siyah çayın yerini papatya, rezene ve yeşil çay alsın.
  • Sabah aç karnına 2 esmer kuru kayısı ve 2 mürdüm eriğini kaynatın. Süzüp suyunu için ve posaları tüketin. Dışkının yumuşamasını sağlayacaktır.








10 Şubat 2014 Pazartesi

Diyabetik, Şekersiz Supangle

Amerika'da şekerle ilgili yapılan bir araştırmada şekerin kalp ve damar sağlığı üzerine etkileri incelenmiş ve şu sonuçlar açıklanmış;

- Günlük kaloriye ek olarak %17 - 21 arasında ilave şeker tüketenlerde kalp ve damar hastalıklarından ölüm riski %8' in altında tüketenlerden %38 daha yüksek bulunmuştur.

- Şeker ve şekerli içeceklerin düzenli tüketimi de kalp ve damar hastalıklardan ölümlerin artışına neden olmaktadır.

- Sağlığın korunması için Dünya Sağlık Örgütü' nün önerisi; günlük şeker alımı günlük kaloriye ek olarak en fazla %10 ile sınırlandırılmalıdır.

Şekeri hayatınızda sınırlamanıza bir katkı da bizden olsun o zaman :) Resimlerle adım adım kolayca şekersiz supangleyi nasıl yapabiliriz?

Malzemelerimiz; 1 paket şekersiz supangle, 500 ml yağsız süt, 1.5 yemek kaşığı bitkisel tatlandırıcı
Üzeri için; 2'şer adet fındık, kaju, badem, antep fıstığı


Karıştırma kabında 1 paket şekersiz supangle tozunu ve 1.5 yemek kaşığı bitkisel tatlandırıcıyı karıştırın.
(Az şekerli; 1.5 yemek kaşığı, Orta şekerli; 3 yemek kaşığı, Şekerli; 4.5 yemek kaşığı)


Bir tencereye karışımı ve 500 ml sütü ilave edin.
Orta ateşte sürekli karıştırarak pişirin.


Kaynamaya başlayınca ocağı kısıp 1 yemek kaşığı tereyağını ilave edin.


Piştikten sonra da ara ara karıştırarak 10 dakika soğutup 4 eşit kaseye bölüştürün.


Biz süslemek için 2'şer adet antep fıstığı, kaju, badem ve fındığı seçtik.


Afiyet olsun :)

6 Şubat 2014 Perşembe

Kalorisi Düşük Kahvaltı Seçenekleri

" Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. " demiş Cemal Süreya. Kahvaltının sadece mutlulukla ilgisi yok, kilo verme, kilo koruma ve metabolizmanızı hızlandırmayla da ilgisi var.
Kahvaltıyı atlamak ya da kahvaltıda boş kalori kaynaklarını tüketmek (poğaça, börek gibi) sizi gün boyu yorgun ve halsiz yapar. 
İşte size günlük temponuza uygun kahvaltı önerileri:

Yoğun Gün Kahvaltısı (390 kalori)
Eğer yoğun bir gün sizi bekliyorsa, vize haftasındaysanız, toplantılarla, işinizle boğuşacaksanız bu kahvaltıyı tüketerek daha enerjik, daha zinde olabilirsiniz.
  • Enerji verici meyve suyu ( Taze sıkılmış 1 portakal + 1 greyfurt + 1/2 nar )
  • 1 adet haşlanmış yumurta
  • 1 tatlı kaşığı pekmez
  • 1 dilim ekmek
  • 2 tam ceviz içi
Acele Kahvaltı (275 kalori)
İşe geç kalsanız da evden kahvaltı yapmadan çıkmayın. İşte size hem tokluk sağlayacak hem de kan şekerinizi dengeleyecek bir kahvaltı.
  • 1 bardak light süt/yoğurt
  • 3 yemek kaşığı yulaf ezmesi
  • 2 tam ceviz
  • 2 kuru kayısı
  • toz tarçın                        
Tüm malzemeleri karışırın. Hazırlaması sadece 2 dakika :)
    Klasik Severlere (300 kalori)
    Pazar günleri hazırlayacağınız bu kahvaltı ile tatil gününüzü taçlandırabilirsiniz. 
    • 1 dilim light beyaz peynir
    • 2 yumurta beyazı ile renkli biberli omlet
    • 2 çay kaşığı ev reçeli
    • 2 dilim tam buğday ekmek
    Şişkinlik Hissedenlere (330 kalori)
    Ödemlerle güne başlayanlardansanız veya gece alkol almışsanız, şişkinliğinizi almak için bu kahvaltı işe yarayacaktır.

    • 2 adet sade probiyotik yoğurt
    • 1 dilim taze ananas
    • Toz tarçın
    • 1/2 çay bardağı yaban mersini
    • 2 yemek kaşığı form müsli
    • Mate çayı
    Kahvaltı Yapamam Diyenlere (250 kalori)

    Kahvaltıyı atlamak, sağlıklı beslenme düzeninize ihanet etmek demektir. Evden aç karnına çıkmak yerine, kahvaltınızı sıvı şekilde almayı deneyin. Böylece vücudunuzun sabah ihtiyacı olan enerjiyi almış olacaksınız ve kan şekerini sağlıklı aralıkta tutabileceksiniz. 

    * 1 bardak laktozsuz süt
    * 1 küçük muz
    * 1 tatlı kaşığı bal
    * 2 tam ceviz
    Muz ve balı sütün içine karıştırın ve homojen hale getirin. Yanında cevizinizi yemeyi unutmayın.

    5 Şubat 2014 Çarşamba

    Pilli Saat

    Saatimin pili bitmiş. Sanki biri ya da bir şey ölmüş gibi; insan, kuş, kedi, çiçek… Bir tek o bundan etkilenmiş. Saatim durmuş ama dünya dönmeye devam ediyor. Üst komşu hala gürültücü, ödenmesi gereken faturalar boylu boyunca masanın üstünü kaplamış, insanlar bir yerden öbürüne yetişme telaşında ve ben kalkıp işe gitmek zorundayım. Oysa saatimin pili bitmiş. Ben dâhil kimse bunu fark etmemiş. Bir tek saatim kendi varlığından haberdar ya da varlıksızlığından.

    Dün durmuş,  tam 5’e 20 kala. O vakitlerde ben bir başıma sinemada oturmuş bundan sonraki sıkıcı hayatımın nasıl geçeceğini düşünüyor, aslında evrenden habersiz planlar yaptığımı sanıyordum. Oysa içimden geçen ya da geçmeyen her şeyi kara delik misali bilir bu evren. Kurguladığım tüm kehanetlerimi doğrular. Ne düşünüyorsam o olduğumu fısıldar bana. Bunun için saatlerce yoga vs yapmama ya da nirvanaya erip tekrar dünyada dolaşmama gerek yok. Dün saat 5’e 20 kala, dalga geçtiğim evrene yolladığım mesajları düşünerek aslında bahtsızlığımı yüzüme yüzüme vuran filmle içlenirken durmuş saatim. Kim dayanır ki bu hüzne. Durmuş işte. Zaman durmuş. Zaman durduran hüzünlerim var benim. Hüzünlerim bir de beni durdurabilse.

    Duran saatim kadar cesaretim var mı ki? Durabilir miydim ben de? Ne olurdu acaba bir an durabilseydim. Etrafımda her şey akıp gitmeye devam etseydi de ben dursaydım. Tıpkı o masaldaki gibi. Gittiğim terapi grubunda çocukken okuduğumuz ya da anlatılan masalların anımsanan ve unutulan yanlarının yaşantılarımızla ilgili olduğunu söyledi terapist. Ben masalları başından sonuna kadar anımsarım. Çünkü benim derdim unutamamak. Aslında başkarakterleri unutmak isterim. Yan karakterler bana daha cazip gelir. Sekiz çocuklu evin, beşincisi olunca belki insanın başkarakter olmaya fırsatı olmuyordur diye bir yorum yaparak iç döküntülerimi biraz olsun sessizleştirebiliyorum şimdilerde.  Hem ne o öyle her şeyin başkarakter etrafında dönmesi.  Oysa hayat çok katmanlı. Bu lafa sinir oluyorum ama bak yeri geldiğinde ne güzel de duruyor satır arasında. Oysa daha küçükken söz verdimdi kendime sırf güzel duruyor diye bir şeyleri yapmamaya.

    Neyse… İyi ki son zamanlarda televizyon dizilerinde yan karakterlerin hayatları gündeme geldi. Ama hep aşçı, hizmetçi, uşak. Oysa ben gibi yan karakterlerinde güzel bir hayatı olabilir. Buna kendim bile inanmasam da söyleyebilmem bile önemli bir adım. Çünkü çok çok küçükken inanmadığım hiçbir şeyi söylememeye söz vermişti. Yahu benim küçüklüğüm hep bir şeylere söz vererek geçmiş. Ne zaman yaşadım hiç bilemedim vallahi.

    Saatimin durmuş olması günlük hayatımın ritmini bozdu. Derhal ona pil taktırmam gerektiği için düştüm yollara. Bir an her şeyin durduğunu hayal etmek istedim. Yapamadım. Ne mümkün. Sanki saatimin durduğunu herkes duymuş yolda üç kişi sırf nispet olsun diye “saat kaç?” diye sordu. Oysa şehrin her yerine kazulet misali saatler dikildi. Cep telefonu var. Saatime baktım sitemkâr. Durdun da halt ettin sanki. Aklıma o masal geldi niyeyse. Terapi grubunda anlatacak bir şey çıktı diye sevindim. Uyuyan Güzel. Bırakmadılardı ki kız bir başına uyusun. Herkesi uyuttulardı. Sonra hep bir öpücükle her şeyin düzeldiği o masallardan birini daha anımsadım. İnsan öpülmekten kaçınıyor ama bir öpülüyorsun duran hayatın değişiveriyor. Bir öpücük uğruna ne hayatlar bekleşiyor ya Rab. 

    Yoruldum kendi sesimden, kendimi duymaktan. Birazda başları anlatsın bana beni ve kulağım yabancı sesleri keşfetsin. Yol boyu sesleri dinledim. Kulağım bir saatin tik taklarını aradı. Böylece zamanın hala bir yerlerde işlediğini bilecektim. Tik takların zamana uyum gösteren seslerini sağır etti kulağımı. Yol boyu insanların hırslarını, avuntularını, iniltilerini, sinirlerini duydum. Yani zaman durmamış kendi bildiğince akmaya devam ediyordu. Bir tek benim saatim yaramazlık yapmış, zamana çelme takmıştı. Buna kızan zaman onu oyun dışı bırakmıştı.  Son 27 saattir öylece kala kalmıştı ortada saatim. Onun bu yalnızlığı, işe yaramazlığı içimdeki kaygıları kamçılıyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Sonunda saatçiye geldim.

    Kapıyı açtım. Eski bir dükkân burası. Antikacı misali içeride daha önce hiç tanış olmadığım onlarca şey var. Gözlerim guguklu saat arıyor. Ama burada yok. İçeride hacı yağı ve metal kokusu birbirine karışmış. Loş ışıkta acabası. Başımı kaldırdığımda göz göze geliyoruz. Hulusi Kentmen’e benzeyen bir adam saatçi. Tatlı sert. Dudakları bıyıklarının altında kaybolmuş. “Yaşlı erkekler neden göbeklerine kadar çektikleri pantolonlar giyer?” sorusu yine beliriyor aklımda. Başımla selam veriyorum. Cebimden çıkardığım saatimi gösteriyorum. Birkaç müşteri daha var içeride. “Az bekle” bakışıyla selamlıyor beni saatçinin gözleri. Sıranın bana gelmesini bekliyorum.

    İçeride durmuş bir sürü saat olduğunu fark ediyorum. Desene birçok kişinin zamanı durmuş. Nedense bu düşünce beni hafifletiyor. Dükkân boşalasıya kadar o saat senin, bu saat benim zamanda yolculuk ediyorum. Derken “hanım kızım…” sesi sıranın bana geldiğini söylüyor.
    Saatimi uzatıyorum. Avucunun içine alıp bakıyor önce birkaç saniye. Başını kaldırıp bana bakıyor. “Oldukça eski…” diyor. “Annemindi. Ona da annesi vermiş. Anneanneme kimden kalmış ya da nereden almış bilmiyorum” diyorum tüm soruları bir anda savuşturmak için. İnce uçlu tornavidasıyla nazikçe arka kapağını acarken saatimin, ikimizde geçmişteki yolculuğumuza devam ediyoruz. Ne zaman pillerin değiştiğinin yazıldığı küçük not kâğıdı görünce yüzüme bakıyor ve mırıldanıyor “iyi dayanmış…”

    Zaman dayanır mı? Zaman acıtır. O hâkimdir. Hüküm verir, ona göre yaşar gidersin. Uyandığımda bugün günaymasın diyebiliyor muyum? Büyümek istemedimdi de bak on ikime gelmeden kuşburnu gibi dökülmeye başlamıştı memelerim. Şimdi gerdanımı süsleyen ince çizgilerle olan savaşımı düşünüyorum. İyi dayanmışmış. Vallahi Hulusi Kentmen’e benzemesen sorardım ben sana. Kaşlarım çatılmış ki “n’oldu?” bakışlarıyla kendime gelip, derin bir nefes alıp gevşiyorum. “İçine pilin civası akmış” diyor saat tamircisi. Haznesi dolmuş. “İyi dayanan zaman işte böyle izler bırakır mı?” diye küçümser bir gülücük geçiyor dudaklarımdan. “Biraz zaman alır bunu tamir etmek, dilerseniz akşama gelip alın…” .“Peki, akşam olduğunu nereden bileceğim?” diye bir şeyler dökülüyor ağzımdan. “Ezan sesinden ölç zamanı…” diye matrak bir ses çalınıyor kulağıma. Hangi filmde gördümdü ben bu adamı. “Çocuğum sen hiç dışarıda oynamadın mı? Akşam ezanıyla eve girilir. O vakit gün gecenin koynuna girer, sokaklara kurtlar, kuşlar iner.” Tamirci, “o eskidendi, çok eskiden…” gülüşünü yerleştiriyor yüzüne. Hala hangi filmde gördüğümü anımsayamadığım adam “bir çay söyle ahretlik, şöyle tavşankanı olsun” diyor. Tamirci başını kaldırıyor “göz açıp kapayıncaya kadar akşam olur dertlenme kızım.” deyip kapıya yöneliyor “Saniye Hanım kızım bize iki demli çay.”


    4 Şubat 2014 Salı

    Diyet Yapamıyorum Diyenler için Altın Öneriler

    Tam bir diyet programına hazır değilim, sadece aşırı kalori almamı engelleyebileceğim öneriler olsa? İşte size 5 ufak başlangıç önerisi;

    1. Kahvaltı olmadan olmaz! : Kuvvetli bir kahvaltı gün içerisindeki kaçakları ve fazla alınacak kalorileri engeller. Metabolizmayı harekete geçirerek gün boyu daha fazla kalori yakabilmenize olanak sağlar.

    2. Tuzu kısıtlayın: Tuz, vücutta su tutulmasına neden olur. Dışarıda yenilen yemeklerin içerisinde fazladan tuz olduğu göz önüne alınıp tuzluklar hayattan çıkarılmalı.

    3. Salata malzemelerine, soslarına dikkat: Sağlıklı ürünlerin de kalorileri olduğunu unutmayın. Sağlıklı olsun diye düşünürken içerdiği kaloriye de dikkat etmeniz gerekir. Salata sosları, kurutulmuş meyveler, kuruyemişler, kruton kullanarak salatanın kalorisini arttırırsınız. Bunlar yerine daha düşük kalorisi olan malzemeleri tercih edin; ızgara soğan, domates, mantar gibi.

    4. Makarnayı yorgun günlerin yemeği yapmaktan vazgeçin: Kolay hazırlanıyor olduğu gibi kolay kilo aldırdığını da unutmayın. Her 3 kaşık makarnanız en masum ihtimal 70 kalori!

    5. Yemek yemeye çorba ve salatayla başlayın: Bunlar mideyi doldurarak aşırı yemek yemenizi engeller. Özellikle uzun süre açlık sonrası hızlı yemek yemenizi, aşırı kalori alımını engeller.

    3 Şubat 2014 Pazartesi

    Hamileyken Nasıl Beslenmeli?

    Hamilelik boyunca sağlıklı beslenmeniz, yeni doğan bebeğinize verebileceğiniz en güzel hediye olacaktır.

    Hamilelik döneminde beslenmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Peki nasıl besleneceğinizi biliyor musunuz?

    Ne yemeliyim ?

    Bir öğününüzün bütün besin gruplarını içerdiğine emin olmalısınız.

    Besin Gruplarını inceleyim:

    Sebze ve Meyveler : 
    Hamilelik boyunca ihtiyacınız olan C vitamini ve Folik Asiti almanızı sağlar. Gebeler günde en az 70 mg C vitamini ve nöral tüp defektinden korunmak için 0,4 mg folik asit almalıdır. Bunu sağlamak için günde en az 3 porsiyon meyve ve 4 porsiyon sebze tüketilmelidir.
    Portakal, greyfurt, brokoli, brüksel lahanası, koyu yeşil yapraklı sebzeler beslenmenizde bulunsun.

    Tahıllar : Demir, B vitamini, lif ve protein ihtiyacının bir kısmını karşılar. Tükettiğiniz tahıl grubunun tam tahıl olmasına dikkat edin. Tam buğdaydan yapılmış ekmek ve makarna (integral), bulgur, esmer pirinç ve yulaf tüketin. Enerji gereksiniminize bağlı olarak günde 6-11 porsiyon tüketmeye özen gösterin.

    Et grubu: Günlük protein, demir, B vitamini ihtiyacını karşılar. Kırmızı et, balık, yumurta ve kurubaklagiller günde 3 porsiyon tüketilmelidir.
    Günde 75-100 gr protein almalısınız. İhtiyacınızı karşılamak için 3 porsiyon (1 porsiyon 30 gr) et grubu tüketin.

    Süt ürünleri: Gebelerin günlük en az 1000 mg kalsiyuma ihtiyaçları vardır. Kemik, diş, kaslar ve sinir sistemi için gereklidir. Süt, peynir, yoğurt, kurubaklagil ve kuru meyveler, yeşil yapraklı sebzeler kalsiyum kaynaklarıdır. Günde 4 porsiyon tüketin.

    Kaç Kilo Almalıyım?


    Kaç kilo almanız gerektiği gebelik öncesi ağırlığınıza bağlıdır.
    Öncelikle hamilelik öncesi Beden Kitle İndeksini (BKİ) ölçmelisiniz.
    Gebelik öncesi ağırlığı boyun karesine bölerek BKİ yi hesaplayın.

    • Eğer normal ağırlıkta iseniz (18,5-24,9) hamilelik boyunca 11-16 kg almalısınız.
    • Eğer zayıfsanız (18,5 altı BKİ) 12-18 kg almalısınız.
    • Eğer şişmansanız (25-29) 7-11 kg almalısınız.
    • Eğer obezseniz (30 üstü BKİ) 5-9 kg almalısınız.




    Normal ağırlıkta olan, haftada 30 dakikadan az egzersiz yapan gebe, ilk 3 ay 1800 kkal, ikinci 3 ay 2200 kkal ve üçüncü 3 ay 2400 kkal almalıdır.